26 Temmuz 1998 Pazar

ne kadar güçlüyüz sevgilim?







ksb

Nar çiçeği doğumlarında ortaya yayılan tarifsiz ses tınılarında ruhuna dokunan iki sevgili göz göze geldiler. Geldik. Kırçiçekleri öğleni akşam ile kucaklaşırken, kokuları dokundu tenlerimize ve dudaklarımız yaşamı içine çekti, birbirlerine sundu ömürlerince. Kimselerin karar veremediği, önemsemediği solgun inanışları aşk teneffüsü ile canlandırdık, umutlandırdık, hissettirdik. Tek bir bedenin tüm ömürü kaplayacak kadar hissedilebilen bir duygular bütünlüğü olabileceği ezberlettik. Kimdik biz? Birbirini seven, önemseyen, özleyen, çoğaltan, geleceğe ekleyen, aynı hayalleri canlandıran, bir dokunuşun bir doğuşa eş olduğu paylaşımları yaşayan iki soluk olan ve gelişen aşk. Aşk, herşeyi sol sağ mı yapar? Yürekleri peşinden sürükleyip, karanlıkların içine havai fişekler yaşatan, dalgaları koynuna alıp gökyüzünü serinleten, lavları damarlarının içinde ikamet ettirten, hiçbir yapılanı şaşılası göstermeyen, bir insanın düşüncesine sarılıp dipsiz uçurumları dümdüz eden bir duygular imparatorluğu. Sana, kimsenin bilemeyeceği kadar, hatta bazen kendimin bile bilemeyeceği kadar aşığım. Nasıl oluyor diye sorma ve bazı nasıllar bile bilemez nasıl olduklarını. Aşk, iki nokta üst üste, virgül, nokta gibi onu yavaşlatıcı eylemleri sevmez ama ben seni severim.


Alacakaranlık gündüzlerin sis kokulu tenlerinde dakikanın anlamını diğer dakikanın doğumuna yetiştirme telaşlarında soluk alan bedenler, yürekler ve aşklar yorgun düşüyorlar. Biz de aşkız, bedeniz, yüreğiz. Yorgun olduğumuzu unutup tüm kırgınlıkları en değerli varlıkta toplama çalışmalarında bulunmaktayız. Niçin en değerli en üzülen oluyor? Bunun bir açıklamasını bulmalıyım,yız. Hiçbir deprem yüreğimi kıramaz, hiçbir lav bedenimi ısıtamaz, hiçbir kıyamet bir ceza olamaz. Ama, küçücük bir sözün kırar, ısıtır, cezalandırır. Yazın kavurucu sıcağında peşimde orman, üstümde gölgesi, altımda buz gibi nehirin sepserin sesi dolaşırım senin yanındayken.


Iki bilinenli ama çok bilinmeyenli bir denklem aşk.


Seni sana anlatmak, senden bağımsız olarak içimde büyüttüğüm aşk çocuğunun tekmelerini sana hissettirebilmek. Bazen sana dalıp gidiyorum ve o anda yaşamak için seni seyretmek yeterli oluyor. Ne soluk almak aklıma geliyor ne de gözümü senden ayırmak. Geceleri göğsümde varlığın olmadığında huzursuz oluyorum. Hele yanımda bana dokunmadan uyuduğunda uyuyamıyorum. Güzelim poponu görmekte müthiş bir şey ama yetmiyor işte. Uyurken bir güzel konuşuyorsun. Yorgunluğun, kırgınlığın uykuda bile peşini bırakmıyor. Bir şeyler yıktırıyorsun, kızıyorsun, cevap veriyorsun. Gün içinde seni yordukları yetmiyormuş gibi gecede peşindeler. Tutup içinden çekmek istiyorum onları bir daha görmemesine. Ne yazık ki herşeyin bedeli kendisinden ağır ve taşıdıkça pazuların gelişiyor, daha da çok taşıyabileceğin düşünülüyor.



Ne kadar güçlüyüz sevgilim?
Sevgimizi, bedenimize ve ruhumuza taşıtabilecek yolları biliyor muyuz?



Patlayamadan sönmek üzere olan volkanlar gibiyiz. Patlayamamanın stresi lavlarımızı dışa kurutuyor. Içimize akıyor lavlarımız ve için için yanıyoruz. Sevdiğinide içinde yaşattığın için onu da yakıyorsun gibi geliyor.


Her ne olursa olsun, ister acı, ister ters açı, sevmekle başlayan insan olma hissi, onunla koyun koyuna gelişiyor. Bir satır yazmak için bile seni istiyor gönlüm. Ne seni severken düşünüyorum ne de kırarken. Sen, karşımdaki bensin sanki, belki de onun için seni o kadar içten seviyor ve o kadar kolay kırıyorum. Tamam, sevmeni anladıkta kırmak ne oluyor diyorsun. Kansız devrim olmaz diyorlar aynen acısız aşk olmadığı gibi. Zaman içinde acıları belirli açılara taşıyabiliyorsun. Aşk acısından çıkan mutluluğuda doyum olmuyor, tıpkı yağmur sonrası toprak kokusu gibi. Sırılsıklam olsan bile o kokuyu duyduğunda kendini kupkuru hissedersin ve gerçekten de koku evine çekildiğinde kurumuşsundur…

26.07.1998

16 Temmuz 1998 Perşembe

sana yakınım ama benim








by GG

Gökyüzündeki yıldızların göz kırpışlarını gizleyen yeşil yaprakların arasından sızan beyaz aydınlığın içindeki bir karede görünmüştün. Kimi aradığını bilmeyen gözlerle, kimi aradığına emin aklınla etrafını izleyen iri gözlerini ne zaman farkettiğimi hatırlamıyorum. Bizim masadan yükselen bir sese doğru baktığında ben de sana bakmıştım herhalde.

Hayatın içinde varolan anları doyasıya yaşamak isteği insanı çoğu zaman hiç birşey yapmamaya götürüyor. Doyasıya bir aşk yaşamak istediğinde aşkının peşine birçok şey takman gerekiyor. Belki gelecek belki de dünden sana katılan birçok şey ve şeycikler. Kanıt isteniyor, gerekirse belgelensin deniyor. Aşk bile şaşırıyor kendinden beklenenlere durup kalıyor.

Düz yazı çalışması devam ediyor. Hızlı hızlı beyaz kağıdın üzerine düşen satırları sakinleştikten sonra temize çekiyorum ve kalplere postalıyorum. Gün geliyor adrese ulaşıyor, kapı çalınıyor, içeriden ses gelmeden kapı açılıyor. Önce bir göz öpüşmesi, güzelim boyun kuytularına buseler ve dudaklar buluşuyor bir adım ötede nefesler olduğu halde. O an düşünülmüyor ya da düşünmüyorum. Daha zamanı olduğu söyleniyor, bekleniyor. Salonun L köşesinde I gibi yatılıp gün ağırmadan etrafa gözler armağan ediliyor. Hayatın anları nefes almaya devam ediyor.

Kimsin sorusunun cevabı çok sıkıcı olabilir. O kimi yaşamak gerekiyor. Ne ben tarif edebilirim ne de ürettiklerim. Alırım yaşadığım günleri koynuma, onlarla uyurum mışıl mışıl. Sabah uyandığımda tüm yaşadımlarım o sabah olur. Ne dün ne de yarın. Kimbilir daha neler yazarım? Seni mi ? Ben kendi seni mi yazarım. Karşıdan görünen seni çok güzel yazarım. Kalbinin gülüşünü, gözlerindeki sis perdesini, kafana bir an için uğrayıp giden düşüncelerini ve kendi beğenmediğin tüm noktalarını beğendiğimi yazabilirim. Işin kötüsü bir de metin yazarıyım. Metin yazarı olmadığım günlerde yazdıklarım daha anlamlı gelirdi. Şimdi ise işimde yazmak olduğu için sanırım yazdıklarımın duygusuna dokunmadan önce zaten metin yazarı düşüncesi konuk oluyor insanlara.

Duygularımı katarım nefesimin içine ve öylece içime çekerim hayatın anlarını. An işte adı üstünde an. 24 saat içinde bir an yüzüm güldümü doyum olmaz o güne. Hayatın o anları çok uzun sürmez belki ama sadece o anın bile keyifli olması günü kurtarır. Kimileri anı önemsemez. An, yeterli gelmez, onlar yıl peşindedir, hayat peşindedir. Uzayıp gider koşuşturmalar, çektikçe uzar ve günün birinde bıraktığında pat diye yüzüne çakar ve çok acıtır. O nedenle, ya sürekli çekeceksin büyüsün gelecekleri kurtarsın diye ya da nokta nokta yaşayacaksın. Keyif noktalarını üstüste ekleyeceksin. Gerektiğinde bir fiske ile yıkıp tekrar tekrar ekleyeceksin.

Canım sevdiğim hanımefendi, sana bugün birşey yazmayacağım. Bütün soruların cevabını her zaman gözlerime baktığında bulacaksın. Yazmamak buysa yazmak ne olur bilinmez.



Sana yakınım
Dokunduğumda
Içine dokunabiliyorum
Yanında rahatım
Kendim olabiliyorum
Sevgimi sana
Armağan edebileceğimi
Biliyorum
Ama
Yine de benim




Sol bileğinde metalik metal bileklik, sağ bileğimde bileğim ve ne takıp ne takmayacağı belli olmayan bir beden. Bedenin hassas bir yerinin içinde sevgi tomurcukları olan bir yürek. Yaşadığımız anların sevgiyle kucaklaşması, tenin tenle konuşması, sarılıp uyumalar, öpücüklerle günaydınlar, deniz kenarında yakamozlar, hafta sonu attaları ve mutluluk bilmeceleri…


16.07.1998