29 Ocak 2012 Pazar

teninde bir iz olmak uğruna














by GG





Bir bakışının kölesi olmaya razıyken, kollarımın arasında yüreğini buldum. Bitmez gecenin sabahında, senin yanında uyanmanın imkansızlığında, güneşi ilk defa gördüm, odamın penceresini ilk defa açtım, günün kokusunu ilk defa içime çektim…



Yürüyordum, yolların kalp atışını hissetmeden yürüyordum. Başlangıcı bilmeden, nereye ulaşacağımı bilmeden yürüyordum. Önüme bakmadan, görmeyen gözlerimle adımlarıma acımadan yürüyordum. Aniden, hayat ile ilişkimin kesildiğini düşünürken, yanımdan geçen görmediğimi hissettim. Arkama döndüm, sırtına vuruldum, öylece kaldım. Gitgide benden uzaklaşıyordu daha yakınlaşmadan. Gözlerimi seyrine bıraktım, dakikalarca öylece durdum. Gözümün kavuşamayacağı yere yaklaşırken koşmaya başladım. Yakınlaşıyordum, sakin adımlarına koşar adımlarımla yetişiyordum. Kokusunu duyduğum anda yavaşladım. Aramızdaki mesafeyi koruyarak ardına takıldım. Bir an, beni hissettiğini düşündüm, adımlarımı mühürledim. Dönmedi, bana dönmedi. Yılmadan, tanımadan yüreğimi yüreğine verdim, adımlarını ezberlemeye devam ettim…




Hayat, çok yalnız.




Bir apartmanın kapısını eğilerek açtın, hayatımdan kayboldun. Sokağına baktım, park etmiş arabaların plakalarını ezberledim. Ağacından boşanmış yaprağı özenle yattığı yerden aldım, duvarın üzerine oturdum. Yürüyen insanların seni tanıyabileceğini düşündüm. Seni onlara sormak istedim adını bile bilmeden. Senin güzelliklerini senden önce duymak istedim. Yaprağın çizgilerine daldım, senin avucun olduğunu düşleyerek. Ben seni ezberlerken, sen daha beni görmedin. Sokağındayım, bir harf uzağındayım. Pencereden baksan beni tanır mısın?




Aşk kadar hayat, soluk kadar ölüm.




Seni bekledim apartmanın sokağında, bazen ağaca yaslanarak bazen de yürüyerek. Mevsimler gelip geçmedi, bize kıyamadı. Bir şey unutmuş gibi acele ile çıktın sokağın kucağına, hayatımın yamacına. Bana doğru geldin, sanki içimden geçtin. Düştüm yine peşine, birlikteliğimizin başlangıcına. Bir an dikkatim dağıldı, sis kalktığında yoktun. Bulamadan kaybettim seni ve hak ettiğime karar verdim. Kendi sokağıma döndüm, eğildim kapıyı açtım, bir kapı daha açtım, kendimi kanapeye attım…




Yalnızlığın güzel kıyılarında dolaşırken bir taşa takılır yüreğim ve aşk hayatıma gelir. Biraz ileriye çökerim. Denizin hoş görüşüne dalıp aşkı geçmişimden çıkarıp, yanıma oturturum. O günleri konuşuruz, onun beni benim onu unutamadığımızı birbirimize anlatırız. O bana niye yalnız olduğumu sorar ben de ona sorarım. Bilmediğim kıyılarda dolaşacağıma yalnızlığın kıyılarında dolaşmayı seçtiğimi söylerim. O da bana, bana niye gelmiyorsun der, ben de kiminle geleyim derim. O, ne yapıyor der, ben de kendime dalar giderim…


Bir daha o sokağa girmedim, o caddeye adımlarımı imzalamadım. Bıraktım o günü, doğmamış gibi, görmemiş gibi, kokusunu içime mıhlamamış gibi devam ettim. Ama ben de seni gördüm. Yüreğimin anlamına taktım. Koşar adımlarını, sakinleşen adımlarını, kokumun sana dokunmasını, içinden geçip gitmemi doyasıya yaşadım. Perdenin kaçamağından seni izledim, sevecen avucunun içindeki yaprağa dokundum. Beni gözden kaybetmeni istedim, heyecanlı adımlarını sokağıma tekrar, tekrar armağan etmeni gizlice izlemek istedim. Sana ihtiyacım vardı, sana yüreğim vardı ama başkalarının yok ettiklerini tekrar güneşin altına bırakmak için zamana muhtaçlığım vardı. Neden hemen kendi sokağına döndün? Neden hemen kendi sokağıma döndüm diye günlerce düşündüm. Aşkın içimde yaşamasına hayatım mı yok diye karalara baktım. Yalnızlıktan aşka uzanan yüreğimin hatırasına mı kıyamadım. Bilmiyorum, nerelerde kaldı heyecanlarım, içimden fışkıran kelimelerim, özenle doğup ona koşacak satırlarım, neden benden saklandınız? Oysa yüzündeki harflere dokunmuştum, benim için doğacaklara yüreğimi açmıştım. Senin bir kelimen bana hayat olacak gibi gelmişti ama sen gelmedin sokağıma. Seni de mi benim gibi kırdılar, yüreğini bir köşeye kimsesizce attılar? Hala perdenin kaçamağındayım. Bugün gel ne olur. Bugün tekrar gideceğim beni bekleyen sokağa, beni bekleyen ağaca, beni bekleyen perdeleri kapalı pencereye. Olmadı bütün zilleri çalacağım, yüreğinin karşısına dikileceğim, ben geldim diyeceğim. Sen de kimsin dersen, sana bizi anlatacağım. Biz diye bir şey yok dersen sana bizi yaşatacağım…




Kimine geç kaldım kimine erken ama geldim.




Beni bana bırakmayan yaşanmışlıklarımla vedalaştım. Yanımdan geçerken bana aşkı bırakan adımların, kokunun peşine düştüm. Kapısına dayandım, hayatıma armağan ettim. Aşkın zamanı yok derdim, yokmuş. Masum bir yalnızlık yürüyüşünün içine bile saklanacak kadar büyükmüş. Yüzlerce yürüyüşün sadece bir tanesine armağan olacak kadar büyülüymüş. Aşk, sana geldim, geldik. Iki yüreklik yer aç sana yatıya geldik…



Uyuşan yüreğimi hafifce hayatımdan sıyırdım. Uyuyan güzelimi doyamayasıya izledim. Sessizce odamızdan ayrıldım. Kahvaltımızı hazırladım. Tekrar yanına döndüm. Çalar saati öldürdüm. Hayatıma sabahın ilk öpücüğünü doğurdum. Her gün ilk defa beni görmeni seviyorum, her gece son defa beni görmeni seviyorum. Uyanır uyanmaz bana sarılan kollarını seviyorum. Dakikalarca öylece kalmamızı seviyorum. Birlikte hazırlardık diyen ağzını seviyorum. Koşa koşa banyoya koşmanı, duşa girmemizi, suyun ikimizi birden kucaklamasını seviyorum. Bir yudum çay bir hayat öpücükle güne başlamamızı seviyorum. Sofrayı toplama akşam eve geldiğimde sabahımızı görmek istiyorum, yatağı toplama odamıza girdiğimde gecemizi görmek istiyorum diyen dillerini seviyorum. Her sabah evimizden çıkıp sensiz bensiz yerlerimize gitmeyi sevmiyorum.




Canım, teninde bir iz olmak uğruna diye yazdığın yazı için anlatacaklarım var. Tenimi doğuran zaten sensin, iz dediğin bana armağan ettiğin, seninle çoğalan tenimin, yüreğimin bütünü. Tenim sana dokunmadıkça nefes alamıyor, yüreğim yüreğinin içinde büyümedikçe yaşamıyor. Ikimiz bir insan ediyoruz ve dünyada sadece bir insan yaşıyor. Sen kadarım, ben kadarım, biz kadarım. Dünyada bir sabah doğuyorsa üzerimize doğuyor, ay dolun halini sadece bize gösteriyor. Sus, ne olur sus. Bütün güzel sözlerin sadece sana söylenmesini, anlamları üzerine and içmiş kelimelerin sadece senin kulağınca duyulmasını istiyorum. Bana söylediğin güzel kelimeleri bile kıskanıyorum. Bütün güzel kelimeler sadece senin olmalı benim bile değil…



Teninde bir iz olmak uğruna hayata gelmişken, bütününü yaşamanın delirmelerindeyim. Seni ne kadar sevsem yetmiyor. Seninle hayatlarca sevişsem yetmiyor. Seninle biriktirdiğim geceler, seninle biriktirdiğim sabahlar yetmiyor. Sonsuz gecemiz olmalı, sonsuz sabahımız olmalı, sonsuz seni sevmelerim hayatlarda koşmalı cümlesi bitmeden sonsuz az geliyor. Aşk, bi dur ya, bir nefes al dediğimde gülerek bana bakıyor. Aşkım duramıyor, yüreğim duramıyor. Bir dakika sonra ölecek insanın aceleciliği yapıştı yüreğime. Sakın deli bakışlarımdan korkma. Sakin seni kırışlarımdan kaçma. Aşk, ömrünü bilmeyi sevmez, hayatın geleceğine yayılmayı sevmez. An da yaşar, bir an sonra ölür. Bırakalım kendimizi aşkın deli sularına bizi hangi deltaya, hangi okyanusa götürürse götürsün. Kendinden, kendimden, kendimizden uzaklaşıyoruz diye düşünme. Nasıl bizi yalnız yolumuzda yürürken bulduysa, seni bana, beni sana bize armağan ettiyse, çekip de gider. Zaten gidecek, gidene kadar inanılmazlığını yaşayalım…




Teninde bir iz olmak uğruna diye başlayan sana koşmalarım, bütününe ulaştığında daha da büyüyorsun. İkimiz bir etsek daha da büyüyorsun. Seni sevmelerim, seni hissetmelerim beni deliliğin en üst katından uzaklara çıkartıyor. Ama, bir an için bile sana dokunduğumda yaşadığımı anlıyorum. Seni uyurken jzlediğimde yaşadığımı anlıyorum. Seni kırdığım anda ben paramparça olsam bile tekrar kucaklaştığımızda yeniden doğacağımızı biliyorum. Aşka kızma bana kız. Aşkımız öldüğünde, aşkımız bitmeden biz gittiğimizde, sakinleşebilip hayata baktığımızda bütün bu satırları anlayacağız ama içiçe olmayacağız. Sonradan gözyaşı akıtacağımıza aşkımızın içinde akıtalım…





Aşk, bi dur ya.




29.01.2012

22 Ocak 2012 Pazar

yalı çapkını














ksb



Kırk yıldır hasretini çektiği sevgili gibi karşılar insanı ve aynı günde kırk yıldır kocasından eziyet çeken kadın gibi sınırlarının dışına atar insanı bu şehir, bu güzellik, bu keyif.


Hırsı olanlar, toplumun bir mertebesine çıkma hevesi olanlar, yaptığı işin eni olmak isteyenler kendiliğinden çeker giderler, kalanlar ise kendi başarısını balkonda kutlamak isteyenlerdir. Onlar, madalyanın peşinde değil akşam olsada kordon a gitsek peşindedir ve gelirler yanımdaki sandalyeye otururlar. Kırmızının herkesten sakladığı halini tam karşında görerek biralarını, rakılarını güzelleştirerek, imbatın bir sevgilinin gerdanını okşadığı gibi hayat batımının gözucunda kadehleri, dostlukları birbirine değdirirsin kordon un koynunda…


Asfalyaların atmaz bu şehirde, sabahla buluştuğun gecelerin temasında boyozun sıcaklığı kucaklar insanı bu şehirde, kendine has yaşamı olduğu gibi kendine has cümleleri vardır dar sokakların yüreğine gülümseyen duvarlarında, denize açılan adımlarında, parke taşlarının gözyaşlarında. Gelmek kolaydır, yakınlara gitmek kolaydır, etrafını çevreleyen güzelliklerin ortasında sana kendini sunan albenili kadından ayrılmak zordur. Ilk görüşte aşık olursun çünkü zaten onunla yıllardır aşk yaşadığını hissettirir. Kendi gibi insanlarıda hemen kucaklar ama hemen de anlamana anın olmadan kucağından düşürür…


Kimilerine tembel gelirler,kimilerine hırslarından soyulmuş. Bence, hayatın hakkını verecek kadar telaşlı, güneşin batışını kaçırmayacak kadar heyecanlı, bir yerde bir keyif varsa yetişecek kadar hızlı, haftanın günlerini yazlığa denk getirecek kadar çabalı, yoldan geçeni masasına oturtacak kadar hırslı, rakısını ikram edecek kadar paylaşımcı bir dokunuşlar vahasıdır. Kendilerini yaşamaktan güzelliklerini dünyaya duyuracak zamanları olmaz. Isteyen gelir, kordon a oturur, çeşme ye, foça ya, seferihisar a, alaçatı ya, gümüldür e, urla ya hep birlikte gidilir ve sizi bekleyen, bahçenin müstesna yerine kurulan sofrada mutluluğa kadehler kaldırılır mangalın yanı başında. Merak eden gelsin, kapımız herkese açık…



Kendi dünyalarını kendileri yaratırlar. Başka yerlerde, şehirlerde gözleri yoktur, olsa olsa kendi mahallesinden yeni bir şehir yaratmak isterler, 35.5 ya da tam 35.



Trafiği vardır ama eninde sonunda denize açılır. Kör karanlık bir sokaktan yokuş aşağıya yürürken birderbire gözünü deniz alır. Denizin etrafına serpiştirilmiş bir yaşam alanıdır. Sevinç in önünde buluşulur ama bira içmeye gidilir. Gelmiş geçmiş herkesin, her ırkın, her rengin dar bir sokakta, hep birarada yaşadığı, sinagog un yanında cami, caminin yanında kilise, hepsinin ortasında bir masa, herkes burada…



Buzlu bademcinin arkasından şiir yazan şair gelir. Siyah çantasını açar, yazdığı şiirleri masanın üzerine koyar. Kaç tane şehirde masanın kenarında, denize batan kıpkırmızı güneşin karşısında şiir satılır? Yan masa ile tanışılır, masalar birleşir, gece sabaha ilerler, hep beraber hangi masanın olduğu farketmeyen eve gidilir. Yolun üzerinde boyoz fırınından boyozlar paketlenir, haşlanmış yumurtalar sarılır. Sabah kalkılır, balkon yıkanır, kahvaltı sofrası kurulur, illaki denizin karşısında, yanında, arasında, bulutların altında hayat yaşanır. O masa yaz kış balkonda yaşamaya devam eder. Sabah, öğlen, akşam daha akşam fark etmez. Evin en çok yaşanılan canlısı balkondur. Ister denize baksın ister karşı daireye, pancurlar açılır, hayata bakılır.



Kemeraltı nda, kalabalığın kucağında, hiç bir zaman aynı sokaktan ulaşamadığın mekanlarda hayata karışılır. Evlenmek isteyen, boşanmak isteyen, incik boncuk arayan, karnını doyurmaya çalışan, rengarenk vitrinlerin albenisine yakalanan, havra sokağında kocaman dünyanın daracık sokağa sığabileceğine şahit olan, eski bir hana girip annesinin karnında büyüyen çocuk gibi büyümüş avlusunda soluklanan, hisar önünde ince belli bardağın dudaklarında canlanan, kızlarağası nda fincanda pişen kahve ile yorgunluğunu atan, gizli kalmış tek tekcilerde erken akşamlarına kavuşan her hayattan insanın omuz omuza yürüdüğü sokaklarda, geçmişle bugünün merhabasını duyarsın, bir pasaja girip başka sokağın kucağına düşersin, gökyüzünü görmeden saatlerce yol alırsın, kendini kaybedersin, geçmişi bulursun, kendinle karşılaşırsın…



Kıbrıs Sehitlerinin avlusunda yürürken, eskiden genelevlerin dizildiği sokakta geleceğini anlatan eski rum evlerinin kucağında sallanırsın. Dar sokakların içinde dolaşan rüzgarın ince namelerini kulağına misafir edersin. Severim o dar sokakları, bana hayat kadar kocaman gelir. Bazen sokağın başından sonuna ulaşman gündüzden geceyi bulur. Bir masada kahve ile başlarsın sokağın ortasında rakı sofrasına oturmuş bulursun kendini, biriktirdiklerini. Çoğu zaman kordon un kırmızısını unutturur bana güzelim dar sokaklar. Hayatı yaşamış evlerin güzelliklerinin karşısında, içinde, avlusunda kendi hayatınla karşılaşırsın. Ne yazık ki bazılarına bazılarının kıydıklarına şahit olursun, kızarsın, lanet okursun. Dar sokağın başında deniz kokusunu duyarsın, takip edersin parke taşlarının yol göstericiliğinde ikinci kordon a ve birkaç adımda kordon a sarılırsın. Bir kadının gerdanı kadar güzeldir, hislidir. Alsancak iskelesinden karşıyaka ya seyir ederken körfezin kollarından yalının kucağına düşersin. Sola dönsen, sağa dönsen, karşıya geçsen fark etmez, yine deniz, yine yalı, yine kendine has sokaklar insanlar, yine hayat…




Seni sevdim, senden vazgeçemedim. Bağımlın oldum, her gidşimde illaki geri döndüm. Sen de beni sevdim biliyorum. Her girdiğim evde sevgiyle karşılandım. Her oturduğum bahçede dostluklarla yaşatıldım. Her çıktığım balkonda aylarca kaldım. Hatay ın balkonunda doğdum, emzirildim, kundaklandım, birlikte çoğaldım. Sahil evlerinde, güzelbahçe de hayatın ne kadar değerli olduğunu yaşadım, yaşıyorum. Güzelbahçe de o güzel bahçede insanlığımı büyüttüm, kendimin önemini buldum, paylaşmanın tarifinde yüceldim. Urla iskelesinde cumhur kaptana çarptım, geri sektim, hayata kondum, deli oğlana inanılmaz üzüldüm. Piri reis in yüreğinde soluklandım. Kadınım ın kaptanına selam çaktım. Seferis in şiirlerine konuk oldum. Bütün evlerini dolaştım, denizin kıyısına hayat kurdum. Dostluklarımı cilaladım, acılarımızı paylaştım. Izmir in hiç bir yerinden diğer yerine hemen gidemedim, yaşadım, kaldım. Teos da yüreğimi yüzdürdüm, ürkmez de sevdiklerimle büyüdüm. Eski yoldan adanın kucağına düştüm. Geri döndüm, alaçatı nın gök kubbesinde dolandım. Yine dar sokaklara, canım binalara aşık oldum. Çeşme ye vardım, eski sevgili yi andım. Kumsalın içinde yürek sektirdim. Ne yana dönsem bir güzelliğe çarptım. Kaynırpaynır da çavuşun sandalına soframı kurdum. Eski foça da, dostların evinde hayatlandım. Yokuş aşağı koylarında keşiflere daldım…



Izmir de yalı çapkını gibi yaşadım. Her adımımda bir insanı kucakladım, her koşumda sevgiye ulaştım. Sevdim seni izmir, benden vazgeçmemeni sevdim, beni hemen yüreğine sokmanı sevdim, beni kendinden kabul etmeni sevdim. Istanbul u seninle aldattım. Önceleri kızdı bana ama seni anlatınca bana hak verdi. Dost sevgilim olarak seni de kabul etti…



Seni seviyorum.



22.01.2012

14 Ocak 2012 Cumartesi

beştaş


















by UK



Biranın sarısının denizin mavisine karıştığı, martıların kendini insan zannettiği ve sadece sandalye yerine masanın üzerine oturduğu, ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp içiçe geçirdiğim noktanın az ilerisinde çıplak ayaklarımın denizin yüreğine armağan olduğu yerdeyim. Arkamdaki masalarda oturanların bazılarının imrendiği ama önce o yaptı şimdi biz yaparsak ondan görmüş oluruz harflerinin kulağımın içine girme çalışmaları yaptığı ya da kafayı yemiş, tek başına buraya gelmiş bir de utanmadan denizin içine oturup keyif almaya çalışıyor harflerinin adalara doğru gittiği yerdeyim. Öğlen birası mekanımdayım. Evden çıkıp, hayatımın uzun yıllarının geçtiği sokaklardan geçip, her sokakta biraz daha büyüyerek bugün ki yaşımla buluşmaya gidip, karşılıklı bira içerek, denizin, bulutların, martıların, adaların kokusunu içime çekerek, binbir hayali masama konuk ederek, birkaç bira zamanını geçiriyorum, hayatı ayağımda sektiriyorum.

Kendimle buluşma anlarımı seviyorum. O kadar kalabalık hayatımın izlerini kimsenin görmediği, bu adam yapayalnız dediği, her gün buraya tek başına geliyor ve kimbilir neler yaşadı da yalnızlığı seçti diye düşündüğü ama benim kendimle keyiflerin karşısında ve içinde oturduğumu anlamadığı, benimde umrumda olmadığı barakadayım.
Dört beş biralık zamanımda, kimi an denizin sesine kimi an aklıma davetsiz gelen ilginç düşüncelere kendimi bırakıp, doğduğum, büyüdüğüm yerlerin kıyısında oturup, anımı anlamlandırdığım ben zamanlarımın kucağındayım.



Kendisini kucaklamayı bilmeyen kimi kucaklasın?



Önce kendini eline alman lazım ki hayatın diğer taşlarını toplaya bil, beştaş. Hayat, geldiği gibi değildir aslında kendin aldığın kadardır. Hayatı almak için önce kendini alman gerekir, kendini almadan yollara düşersen başkalarının düşüncelerini, hayatlarını, mutluluklarını, acılarını alırsın ve başkalarına, topluma, düzenler yuvarlağına kızarsın. En iyisi kendine kızmaktır, kendine kızabilmek içinde önce kendini eline alıp, hayatı toplayıp, kendinden yola çıkıp sevdiğin ne varsa içine alıp, çoğalıp yaşamaktır. Bunu yapabilmek için kendimi benimle buluşturduğum yalnız anlarıma koşuyorum. Bazen denizin kıyısında bazen adımlarımı eklediğim yalnız yürüyüşlerimde kendimi ve beni buluşturuyorum. Onlar konuşuyor ben dinliyorum. Kendim, benden uzaklaştığını anlatıyor, benim kendini dinliyor ve kalmağı yerden devam ediyor.




Başkalarına dokunabilmek için, başkalarını sevebilmek için, başkalarını anlayabilmek için, başkalarını hayatından atabilmek için, başkalarını çoğaltabilmek için kendini eline alıp, hayatı toplayıp, kendinden hayat yapıp paylaşmanın güzelliğinde çoğalıp yaşamanın anlamında kalmanın suyunu kana kana içip, tabi ki rakı da içip, yüreğini uzatıp gitmek lazım,
kendine, kendinden öteye, bilinmeyeni bilinene çevirmeye…




Aşkın tazeliğinde büyüyebilmek için, sevginin doğurganlığında çoğalabilmek için, anlayışın bütünleyiciliğinde var olabilmek için, aklın sadeliğinde üretebilmek için beştaş oynamak lazım. Ilk taşı eline aldığında avuç çizgilerinin arasında hayat dolaşır, kendin benine karışır, ortalığa inanılmaz tınısı yayılır. Kendin kadar gidebildiğin her yere gitmişsindir. Kendin olmadan gittiğin her yerde gitmemiş gibi hissedersin, geldim ama olmadı dersin. Gittiğin yere, gidiş nedenine kızar, geldiğin gibi geri dönersin ve döndüğün yere de kızarsın. Kızarmış ekmeğin kokusuna benzemez hayata kızmak. Ne zaman ki kızma sırası kendine gelir, bir dilim ekmeğin mutluluğu dünyaya sarılır…



Kendini kaybetmenin tek güzel hali, aşk.



Bir tek aşk için kendimi kaybetmeyi yüreğime alırım ve sonuna, gidene, bitene, bitmeyene kadar bırakmam. Duyuyur musun aşk, sen nelere kadirsin. Bu paragrafa sığmayacak kadar büyük olduğun için şimdilik bu kadar satırla seninle vedalaşıyorum aşk. Ama sanma ki tekrar karşılaşmayacağız…



Kendini kaybetmenin en çirkin hali, çocuk.



Kendini bilmeyenlere, kendiyle yolda karşılaşanlara kızmam, üzülürüm. Ama kendini bilmeden dünyanın değerlisi çocukları hayatın kucağına atanlara kızarım. Kendini bulmadan hayatın eziyetlerine konuk olanlar için söyleyecek çok sözüm var ama kendini bulmadan çocuğunu bulanlara tek sözüm, yuhhh. Kendini düşünmemeni anlıyorum diyelim, sevgilini, kocanı, karını düşünmemeni anlıyorum diyelim, çocuğunu nasıl düşünmezsin. Ona sormadan, onu düşünmeden bulamadığın kucağına onu nasıl alırsın. Kendi yokluğunun içine onu nasıl sıkıştırırsın. Neyse, ben barakaya gideyim, kendimle kalayım…



Merhaba sevgili martı. Dün gelende sendin galiba, gözlerin aynı bakıyor bana. Biramla ilgilenip ilgilenmediği bilmiyorum ama tostumu seninle paylaşacağım. Belki beni sana tost veriyorum diye seversin, belki yalnızlığımı seversin. Gelirsin karşıma birbirimize bakarız. Bir yerde yazmıştım, aslında martıların karnı aç değil, insanları mutlu etmek için simitleri havada kapıyorlar tıka basa karınlarına diye, öylemi gerçekten? Cevabın olmadığından değil suskunluğun biliyorum. Sen de bizim hayatlarımıza şaşırıyorsundur. Şimdi bir laf ederim iyice kafası karışır diyorsundur. Olsun. Her zaman tostumun yarısı senindir. Ister tostçu abi de ister yalnız abi, ben sürekli buradayım bildiğin gibi, yine görüşürüz. Benim bira zamanıım bitti, gün batımı rakısına gidiyorum, hoşçakal.



Geldiğim yolların izinden geriye dönerken telefonumun çalmasını beklerim. Bir dost arasada dost rakısi içsek diye içimden geçiririm. Genelde çalar telefonum ama çalmazsa eve ulaşana kadar çalacak diye düşünürüm, eve girince telefonu kaparım. Bugün kendine kalma günün der, düşünceleri konuk ederim. Bazen sadece düşünürüm bazen de harflerim içimde durmaz tenimi yararak hayata çıkmak ister. Onları kırmam, sevecen halimle hayatın içine bırakırım. Bilinmeyen bir yerde çoğalırlar, onlara su vermem, ekmek vermem ama bir şekilde büyürler. Bazen bana benzemezler bazen de benden fazla düşünürler ama bendirler. Sessizce içimde çoğalırlar. Ne zaman tenimi yaracakları belli olmaz ama yarmadıkları zamanlar daha çok acı verir. Içimde çürümelerinden korkarım harflerimin sessizliğinde. Beştaş olarak biraraya gelen harflerim bana bunları anlattılar. Onları sevmemim nedeni içimden çıkmaları değil, bir şekilde biraraya gelip hayat olmaları, insansızlığın ortasında soluk vermeleri, beni kendime götüren yolların adını yazmaları…



Beştaş,
Önce kendini eline almanın mutluluğunu yaşayacaksın sonra hayatı toplamanın güzelliğini paylaşacaksın.



En güzel taş sizin olsun.


14.01.2012