29 Ocak 2012 Pazar

teninde bir iz olmak uğruna














by GG





Bir bakışının kölesi olmaya razıyken, kollarımın arasında yüreğini buldum. Bitmez gecenin sabahında, senin yanında uyanmanın imkansızlığında, güneşi ilk defa gördüm, odamın penceresini ilk defa açtım, günün kokusunu ilk defa içime çektim…



Yürüyordum, yolların kalp atışını hissetmeden yürüyordum. Başlangıcı bilmeden, nereye ulaşacağımı bilmeden yürüyordum. Önüme bakmadan, görmeyen gözlerimle adımlarıma acımadan yürüyordum. Aniden, hayat ile ilişkimin kesildiğini düşünürken, yanımdan geçen görmediğimi hissettim. Arkama döndüm, sırtına vuruldum, öylece kaldım. Gitgide benden uzaklaşıyordu daha yakınlaşmadan. Gözlerimi seyrine bıraktım, dakikalarca öylece durdum. Gözümün kavuşamayacağı yere yaklaşırken koşmaya başladım. Yakınlaşıyordum, sakin adımlarına koşar adımlarımla yetişiyordum. Kokusunu duyduğum anda yavaşladım. Aramızdaki mesafeyi koruyarak ardına takıldım. Bir an, beni hissettiğini düşündüm, adımlarımı mühürledim. Dönmedi, bana dönmedi. Yılmadan, tanımadan yüreğimi yüreğine verdim, adımlarını ezberlemeye devam ettim…




Hayat, çok yalnız.




Bir apartmanın kapısını eğilerek açtın, hayatımdan kayboldun. Sokağına baktım, park etmiş arabaların plakalarını ezberledim. Ağacından boşanmış yaprağı özenle yattığı yerden aldım, duvarın üzerine oturdum. Yürüyen insanların seni tanıyabileceğini düşündüm. Seni onlara sormak istedim adını bile bilmeden. Senin güzelliklerini senden önce duymak istedim. Yaprağın çizgilerine daldım, senin avucun olduğunu düşleyerek. Ben seni ezberlerken, sen daha beni görmedin. Sokağındayım, bir harf uzağındayım. Pencereden baksan beni tanır mısın?




Aşk kadar hayat, soluk kadar ölüm.




Seni bekledim apartmanın sokağında, bazen ağaca yaslanarak bazen de yürüyerek. Mevsimler gelip geçmedi, bize kıyamadı. Bir şey unutmuş gibi acele ile çıktın sokağın kucağına, hayatımın yamacına. Bana doğru geldin, sanki içimden geçtin. Düştüm yine peşine, birlikteliğimizin başlangıcına. Bir an dikkatim dağıldı, sis kalktığında yoktun. Bulamadan kaybettim seni ve hak ettiğime karar verdim. Kendi sokağıma döndüm, eğildim kapıyı açtım, bir kapı daha açtım, kendimi kanapeye attım…




Yalnızlığın güzel kıyılarında dolaşırken bir taşa takılır yüreğim ve aşk hayatıma gelir. Biraz ileriye çökerim. Denizin hoş görüşüne dalıp aşkı geçmişimden çıkarıp, yanıma oturturum. O günleri konuşuruz, onun beni benim onu unutamadığımızı birbirimize anlatırız. O bana niye yalnız olduğumu sorar ben de ona sorarım. Bilmediğim kıyılarda dolaşacağıma yalnızlığın kıyılarında dolaşmayı seçtiğimi söylerim. O da bana, bana niye gelmiyorsun der, ben de kiminle geleyim derim. O, ne yapıyor der, ben de kendime dalar giderim…


Bir daha o sokağa girmedim, o caddeye adımlarımı imzalamadım. Bıraktım o günü, doğmamış gibi, görmemiş gibi, kokusunu içime mıhlamamış gibi devam ettim. Ama ben de seni gördüm. Yüreğimin anlamına taktım. Koşar adımlarını, sakinleşen adımlarını, kokumun sana dokunmasını, içinden geçip gitmemi doyasıya yaşadım. Perdenin kaçamağından seni izledim, sevecen avucunun içindeki yaprağa dokundum. Beni gözden kaybetmeni istedim, heyecanlı adımlarını sokağıma tekrar, tekrar armağan etmeni gizlice izlemek istedim. Sana ihtiyacım vardı, sana yüreğim vardı ama başkalarının yok ettiklerini tekrar güneşin altına bırakmak için zamana muhtaçlığım vardı. Neden hemen kendi sokağına döndün? Neden hemen kendi sokağıma döndüm diye günlerce düşündüm. Aşkın içimde yaşamasına hayatım mı yok diye karalara baktım. Yalnızlıktan aşka uzanan yüreğimin hatırasına mı kıyamadım. Bilmiyorum, nerelerde kaldı heyecanlarım, içimden fışkıran kelimelerim, özenle doğup ona koşacak satırlarım, neden benden saklandınız? Oysa yüzündeki harflere dokunmuştum, benim için doğacaklara yüreğimi açmıştım. Senin bir kelimen bana hayat olacak gibi gelmişti ama sen gelmedin sokağıma. Seni de mi benim gibi kırdılar, yüreğini bir köşeye kimsesizce attılar? Hala perdenin kaçamağındayım. Bugün gel ne olur. Bugün tekrar gideceğim beni bekleyen sokağa, beni bekleyen ağaca, beni bekleyen perdeleri kapalı pencereye. Olmadı bütün zilleri çalacağım, yüreğinin karşısına dikileceğim, ben geldim diyeceğim. Sen de kimsin dersen, sana bizi anlatacağım. Biz diye bir şey yok dersen sana bizi yaşatacağım…




Kimine geç kaldım kimine erken ama geldim.




Beni bana bırakmayan yaşanmışlıklarımla vedalaştım. Yanımdan geçerken bana aşkı bırakan adımların, kokunun peşine düştüm. Kapısına dayandım, hayatıma armağan ettim. Aşkın zamanı yok derdim, yokmuş. Masum bir yalnızlık yürüyüşünün içine bile saklanacak kadar büyükmüş. Yüzlerce yürüyüşün sadece bir tanesine armağan olacak kadar büyülüymüş. Aşk, sana geldim, geldik. Iki yüreklik yer aç sana yatıya geldik…



Uyuşan yüreğimi hafifce hayatımdan sıyırdım. Uyuyan güzelimi doyamayasıya izledim. Sessizce odamızdan ayrıldım. Kahvaltımızı hazırladım. Tekrar yanına döndüm. Çalar saati öldürdüm. Hayatıma sabahın ilk öpücüğünü doğurdum. Her gün ilk defa beni görmeni seviyorum, her gece son defa beni görmeni seviyorum. Uyanır uyanmaz bana sarılan kollarını seviyorum. Dakikalarca öylece kalmamızı seviyorum. Birlikte hazırlardık diyen ağzını seviyorum. Koşa koşa banyoya koşmanı, duşa girmemizi, suyun ikimizi birden kucaklamasını seviyorum. Bir yudum çay bir hayat öpücükle güne başlamamızı seviyorum. Sofrayı toplama akşam eve geldiğimde sabahımızı görmek istiyorum, yatağı toplama odamıza girdiğimde gecemizi görmek istiyorum diyen dillerini seviyorum. Her sabah evimizden çıkıp sensiz bensiz yerlerimize gitmeyi sevmiyorum.




Canım, teninde bir iz olmak uğruna diye yazdığın yazı için anlatacaklarım var. Tenimi doğuran zaten sensin, iz dediğin bana armağan ettiğin, seninle çoğalan tenimin, yüreğimin bütünü. Tenim sana dokunmadıkça nefes alamıyor, yüreğim yüreğinin içinde büyümedikçe yaşamıyor. Ikimiz bir insan ediyoruz ve dünyada sadece bir insan yaşıyor. Sen kadarım, ben kadarım, biz kadarım. Dünyada bir sabah doğuyorsa üzerimize doğuyor, ay dolun halini sadece bize gösteriyor. Sus, ne olur sus. Bütün güzel sözlerin sadece sana söylenmesini, anlamları üzerine and içmiş kelimelerin sadece senin kulağınca duyulmasını istiyorum. Bana söylediğin güzel kelimeleri bile kıskanıyorum. Bütün güzel kelimeler sadece senin olmalı benim bile değil…



Teninde bir iz olmak uğruna hayata gelmişken, bütününü yaşamanın delirmelerindeyim. Seni ne kadar sevsem yetmiyor. Seninle hayatlarca sevişsem yetmiyor. Seninle biriktirdiğim geceler, seninle biriktirdiğim sabahlar yetmiyor. Sonsuz gecemiz olmalı, sonsuz sabahımız olmalı, sonsuz seni sevmelerim hayatlarda koşmalı cümlesi bitmeden sonsuz az geliyor. Aşk, bi dur ya, bir nefes al dediğimde gülerek bana bakıyor. Aşkım duramıyor, yüreğim duramıyor. Bir dakika sonra ölecek insanın aceleciliği yapıştı yüreğime. Sakın deli bakışlarımdan korkma. Sakin seni kırışlarımdan kaçma. Aşk, ömrünü bilmeyi sevmez, hayatın geleceğine yayılmayı sevmez. An da yaşar, bir an sonra ölür. Bırakalım kendimizi aşkın deli sularına bizi hangi deltaya, hangi okyanusa götürürse götürsün. Kendinden, kendimden, kendimizden uzaklaşıyoruz diye düşünme. Nasıl bizi yalnız yolumuzda yürürken bulduysa, seni bana, beni sana bize armağan ettiyse, çekip de gider. Zaten gidecek, gidene kadar inanılmazlığını yaşayalım…




Teninde bir iz olmak uğruna diye başlayan sana koşmalarım, bütününe ulaştığında daha da büyüyorsun. İkimiz bir etsek daha da büyüyorsun. Seni sevmelerim, seni hissetmelerim beni deliliğin en üst katından uzaklara çıkartıyor. Ama, bir an için bile sana dokunduğumda yaşadığımı anlıyorum. Seni uyurken jzlediğimde yaşadığımı anlıyorum. Seni kırdığım anda ben paramparça olsam bile tekrar kucaklaştığımızda yeniden doğacağımızı biliyorum. Aşka kızma bana kız. Aşkımız öldüğünde, aşkımız bitmeden biz gittiğimizde, sakinleşebilip hayata baktığımızda bütün bu satırları anlayacağız ama içiçe olmayacağız. Sonradan gözyaşı akıtacağımıza aşkımızın içinde akıtalım…





Aşk, bi dur ya.




29.01.2012

Hiç yorum yok: