14 Aralık 2011 Çarşamba

dost sevgili












 by GG




Sigara ateşiyle buluştu, dumanı sevişme sonrasına karıştı, odayı enteresan bir sessizlik kapladı. Daha dün başkalarına dokunan tenler ilk defa gibi, son defa gibi bu geceye saklandı. Birbirlerine yabancı değildiler, hatta yılları aralarında konuk etmiştiler. Uzun yaşanmışlıkların dostluklarına tenlerini eklediler. Dost sevgili…


Iyi bulmuşsun bunu abi…


Kimi hayat sıkışıp kalırsın, yüreğin atmaz, adımların yürümez. En iyi bildiğine gitmek istersin, seni anlasın, seni dinlesin, seni bilsin istersin. Bilir, dinler, anlar. Onun yanında dinlenirsin, onun yanında güçlenirsin, kendine gelir ve tekrar yoranlara koşarsın. O, seni bekler bildiğin yerde, kapıyı çalmana gerek kalmaz, ihtiyacın olduğunda kapısını açık bulursun. Hayatında bir tek sen var gibi hissedersin, hep yanındadır, hep bekler. Aslında kalabalıktır ama kimsenin umursamadığı hayatta umursayanı bulduğunda bir tek senin zannedersin. Sen çıktıktan sonra o kapı yine açıktır ve başkaları girer içeri, soluklanır, kendine gelir, yoranlarına koşarlar.



Kocamı seviyorum, sevgilimi seviyorum ama senin yanında huzur buluyorum, ben deli miyim?.. Değilsin canım, üçümüz bir adam ediyoruz… Niye bu kadar açım… Seni doyuramadığımız için… Herkes bir kişi ile yetiniyor… Adı üzerinde, yetiniyor. Sen yetinmek yerine bütünü istiyorsun ve her birimizden bir tutam hayat buluyorsun… Sana aşık değilim, seviyor muyum onu da bilmiyorum, senin yanında hepsinden daha huzurluyum, sen de ne buluyorum… Kendini buluyorsun, senin kadar aç olmam, senin kadar yetinmekle ilgilenmemem ve ne yaparsan yap insan olduğunu bildiğimi bilmen… Inanılmazsın…Inanılırım, onun için yanındayım, yanımdasın… Ben bu kadar kalabalık bir yüreği daha çok taşıyamayacağım… Biliyorum, her dokunduğunda kendini sorguluyorsun, bir adamın olmalıyım diyorsun ve olacaksın. Sakinleşeceksin, ona koşacaksın, yetinmeyi öğreneceksin… Yapabilir miyim sence?.. Yapabilirsin ama yapamadığını anladığında kendini tutmazsan sevinirim… Sana mı geleyim?.. Kendim için söylemiyorum, senin için söylüyorum. Yetmezliğin ortasında yaşamanı istemiyorum. Ister bana gel ister kimseye, yeter ki kendini saklama… Inanılmazsın… Inanılırım… Inanılmazsın…


Bence de inanılmazsın abi…


Kocaman hayatın içinde, ilişkilerin mengenesinde soluk alan bedenlerin bir derin nefes peşinde koşmalarında kimler yaşıyor? Akıp giden hayatın sakin suları hangi ağacın altında saklanıyor? Bir adamı bir kadını sevmekle başlayan ilişkilerin devamında kim kimi seviyor? Kendini sevmeden düşülen sevginin kucağında büyüyemeden kaç hayat pas geçiliyor?



Merhaba… Sana da merhaba… Uzun zamandır seni izliyorum. Gerçekten çok kalabalıksınız ama tek vücut gibi eğleniyorsunuz. Hele sen, sanki herkes senin hayatının en önemli yerinde, herkesi sıkı sıkı kucaklıyorsun ki sevgilim bile beni öyle kucaklamıyor. Ve sayamadığın kadar kadını dudaklarından öpüyorsun... Kirli mi geldi?.. Yok, yok. Kendimin bile inanamadığım kadar doğal geldi. O nedenle seninle tanışmak istedim… Ama soracağım çok sorum var diyorsun… Beni anlayacağını biliyordum… Nasıl?.. Bilsem, ama önemi yok, ister enerji de ister altıncı yedinci his. İlk sorumu soruyorum. Bütün öptüklerinle ilişkin var mı?.. Aslında tek sorun bu değil mi?.. Bunu da bileceğini biliyordum ve evet… Hepsi ile belirsiz zamanlarda birbirimize dokunuyoruz, birbirirmizi anlıyoruz, birbirimize değer veriyoruz ve hayatın içindeki bütün anlamları paylaşıyoruz… Tenlerinizide mi?... Tabi ki, tenimde hayatın içinde nefes almıyor mu?.. Ben bana yetmeyen adamı bile paylaşamazken onlar nasıl seni paylaşabiliyor ?.. Bunu dostlarıma soracaksın… Hepsi biliyor mu hepsiyle birlikte olduğunu?.. İnsan dostundan birşey saklar mı?... Dinlerken kolay geliyor ama yapabilir miyim şu anda bilemiyorum… Bildiğinde yaparsın… Ya bilemezsem… Yapmazsın… Peki hiç aşık olmuyor musunuz?.. Oluyoruz… Birbirinize mi?.. Şimdiye kadar hayır, biz dostuz… Ama sevişiyorsunuz… O nedenle birbirimize dost sevgilim diyoruz… Aşık olduğunuzda ne oluyor… Aşkımızı yaşıyoruz… Birbirinizle birlikte olmaya devam ederek mi?.. Hayır, aşk bizim için iki yüreklik… Birbirinizi görmüyorsunuz yani… İnsan dostunu görmez mi?.. Aşkınız kızmıyor mu?.. Sen, bugün ki sevgilinden once kimse ile birlikte olmadın mı?.. Oldum ama bittikten sonra… Biz de birlikte olmaya devam etmiyoruz ki… Adı güzel ama yaşaması zor bu dost sevgili olayını… Hayat gibi… Herşeye bir cevabın var di mi… Yaşadığım herşeye bir cevabım var…



Tapıyorum sana abi…



Hayatın herhangi sokağında yürürken adımlarımızı kendi haline bıraksak bizi nereye götürür ? Yapmamız ya da yapmamamız gerekenleri bize öğretenler biz mutsuz olduğumuzda hayatlarının ne kadarını bize verirler ? Kaybettiğimiz her gün, yapma diyenlerin hayatından mı eksilir yoksa bizim hayatımızdan
mı ? Bu güne kadar ne yaptımsa ister uçuk kaçık ister sıradan, hepsinin benden doğduğunu bildim ve kendi evlatlarım gibi sahip çıktım. Bütün eleştirilere rağmen her adımımı hayatın ortasında attım. Beni eleştirenlerin benden daha fazlasını gizli gizli yaptıklarında bir ağacın gölgesine saklandıklarını gördüm. Yapılan bilinmiyorsa yapılabilir düşüncesinin herkesi yakaladığını gölgesiz gördüm. Benim bildiğimi herkesin bilmesinin en doğal olduğunu hayatın sokaklarında öğrendim. Her yaptığım ben, her düşündüğüm ben ki yapmasam bile, öyleyse saklanmak niye ? İnsan kendinden utanır mı? Eğer yapabiliyorsak bu kadarız. Her adımımız bizim içimizden yollara düşüyor. Toplumu, sevgiliyi, aileyi suçlamanın kolaylığında boyumuz ne kadar uzar ? En olmanın bu kadar önemli olduğu düzenler yuvarlağında kendine en kısa zamanda ulaşan bir insanın değeri olur mu yoksa bu da sistem karşıtı damgasını yiyerek kendinden uzaklara düşenlerin en uzağına mı yollanır ya da gider ?




En iyi bildiğin sularda yüzmenin keyfiyle hayatın adalarını hiç durmadan dolaşırken, her adadan topladığın hayatları özenle biriktirirken, bir an için durup nefesini tuttuğunda ne kadar kalabalık olduğunu anladığında biraz durmak gerekir mi sorusunun buharı çıkmadan diğer adanın sahiline çıkarken buluyorsun kendini, hayatını. Her adanın kendine özel topraklarında soluklanırken, yağmur olup birbirine sağanak düşen tenlerin sevişme sonrası kokusunu içine çekerken hayat durur, yürek uzanır. O anda odaya yayılan sigara dumanı gibi hayatının ağırlıkları dar sokaklarına doğru dağılır. İçindeki boşalan yerlere yenilerini doldurmak için heyecanlanırsın. Adanın yüreğine kocaman bir öpücük armağan edip diğer adalara doğru kendini denizin güzelliğine bırakırsın. Dalgalara teslim olup vuracağın kıyıyı beklersin. Hesapsız, tahammüdensiz, plansız ama heyecanlı bir şekilde bambaşka adanın seni heyecanla bekleyen kıyısında yeniden doğarsın. Belki de hep yeniden doğmanın sunduğu değerle her adada kendini sadece o adadaymış gibi hissedersin, hissettirirsin.



Buradaki ada, kadın oluyor di mi abi…



Hiç aşık oldun mu?.. Olmamış gibi mi duruyorum?... Hayatındaki kadınlardan aşık olmaya vaktin yokmuş gibi duruyorsun… Sevemedin di mi kalabalık hayatımda bir tane değil de bir tanelerden biri olmayı… Seninle birlikteyim ya… Hiç aşık oldun mu nun türkçe meali bana aşık olabilir misin aslında ve ona gore cevap vereceğim… Nerden çıkartıyorsun bunu şimdi…
İçinden. Sen sormadan benim cevaplamam gereken bir çok sorun olduğunu biliyorum. Ben hepsini cevaplamaya hazırım ama sen sormaya hazır mısın?..
Sorum falan yok, sana öyle geliyor. Aşık oldun mu soruma cevap vermemek için konuyu uzatıyorsun… Bırak bu kadını abi… Oldum. Onunlada seninle tanıştığım gibi tanıştım. Çok eşli yaşadığımı ve dost sevgililerim olduğunu anlattım, sana anlattığım gibi. Dost sevgilim olmayı kabul etmedi, sadece tek insanla birlikte olacağını anlattı. Görüşmeye devam ettik, gecelere kadar sohbet ettik, günler boyunca kanepede yattım ve bir sabah yatak odasında uyandım. Her geçen saniye büyüdük, büyüdük, aşık olduk. Ne güzel be abi…
Dost sevgililerimle vedalaşıp dost hallerimize döndük ve ben de onun yüreğinde soluk almaya devam ettim…Ben de kabul etmeseydim bana da aşık olur muydun?..İlk günden konuşacaklarını bugüne saklamanın bir faydası oldu mu?.. Ben ne diyorum sen ne diyorsun…Ben bile katlanamam bu kadına abi… Neyse, sen anlatmayacaksın ben anlatayım. Beni tanıdın, anlattıklarımı dinledin ama aslında öyle bir insan olmadığıma karar verdin. Kalabalığım içinde once bir numara sonra tek olacağına inandın. Duygusal bir insanın eninde sonunda sana aşık olacağını bildin ve yola çıktın. Senin yanındayken sadece seni hissetmemi sana özel zannettin ama ben her değerli insanımla yalnızken sadece o hayatımda var gibi paylaştığımı bir türlü kabul etmedin. İnsanların kendilerini anlattıkları gibi olmadığını bildiğin için benim hakkımdada o karara vardın ve kendince azımla yetinmek yerine bütünümü istedin, azımıda yitirdin…



Oh be abi…




Ten pazarının toplanma saatinde buluşacağıma, bildiğim, tanıdığım, değerler verdiğim, sevdiğim insanlarla birlikte olurum. Hareketli geçen gecenin sabahında, tıka basa koşa yediğin kahvaltının açlığında, bilmediğin sokağın sana havlayan köpeklerinde, köşeyi dönene kadar evden çıkamadığını hissetmelerinde, kendi mahallene döndüğünde toprağı öpmelerinde, popom internete düşer mi karelerinde, acaba beni arayacak mı sorusunun her zaman ki cevabında, denk gelmeyecek anlarda gelen ve harfleri okunmayan mesajların kavurucu soğuğunda, bedeninin etrafında mobese var hissine kapılmanın arkada kalan gözlerinde, ne kadar anlatsan anlatamayacağın cümlelerin başka lisanda duyulduğu kayıplarda, keyif almadığın gecenin öğleninde buluşup, canım ben dün geceyi hayatıma ekleyemedim, tenlerimiz ağzımız kadar birbirine geveze değil, sana sarılıp uyuyamadım, kokunu tenime mıhlayamadım dediğinde, seninde öküz olduğunu biliyordum, bir geceyi güzel bir kadınla geçirmek için uğraşacağına kendin gibi öküzlerle tavla oyna cümlesini duyacağıma bildiklerimle yaşlanırım, olmadı kendimi kucaklarım…




Dost sevgili, sanadır bütün dokunuşlarım, her solukta biriktirdiğim hayat satırlarım, anlayışlarım, senin sıcaklığındaki kucağım, seninle her gece yeniden doğan sen kokulu tenim, gitmelerimizde beklemelerimiz, buluştuğumuzdaki kaybolmayan heyecanlarımız, ait olmadan bütüne varan imkansızlarımız, seninle benim, benimle senim tekerlemelerimiz, hayata eklediğimiz birlikte yürüyen adımlarımız, yüreğimizin kapılarını sevgimize kadar birbirimize açışlarımız, ağlatacaksın beni abi… tadına vardığımız sabahlarımız, tenlerimize ektiğimiz birbirini anlayan dokunuşlarımız, hayatı yaşanası hale getiren bakışlarımız ve biz.


Iyi ki varsınız, iyi ki hayatsınız.


Biraz daha yazsaydın be abi…

2011

10 Mart 2011 Perşembe

dünyanın sonu geçti


















by UK




Dünyanın sonu geçti.
Kıyamet tavan arasında, biz neredeyiz?
Kendimize hızlı hayatlar seçip, ona yetişmek için kendimizi ve hayatımızdakileri arkamızda bırakıp, bitmeyen bir koşunun yere yığılan yarışmacıları olmaktan öteye ne zaman geçeceğiz?

Vapura yetişmeliyiz, işe yetişmeliyiz, tatile yetişmeliyiz, hayata yetişmeliyiz, bize ve sevdiklerimize kim yetişecek? Karar alma yetisini öğrenmeden hayatın kucağına düşenlerden enleri başarmasını bekleyen büyüklerin bir bildikleri var olsa gerek. Şu yemeğe yiyeceksin, bu okula gideceksin, şu insanla evleneceksin, bu gelinliği giyeceksin, şu mahallede oturacaksın cümlelerini duyanlar yaşamayı bırakır ve hiç birşey düşünmeden yürür. Nasılsa onun yerine karar veren, düşünen büyükler var. Onların dediklerini yapıp başarılı olamazsan suç üzerine kalır. Seçmediğin hayat yollarında tek başına kalırsın. En iyi mühendis olmayı beceremedin, ben seçmedim ki, evliliğinde mutluluğu yakalayamadın, ben seçmedim ki, yiyip yiyip obez oldun, ben seçmedim ki hep ağzıma doldurdun…


En iyi cep telefonu masal dinleme yaşında alınır, komşunun çocuğunun gittiği okula gidebilmek için saklambaç oynama yaşında kurslara başlanır, kurstan geldiğinde evde annen yerine özel ders hocasına sarılınır, eve bir misafir geldiğinde, nasılsın yerine dersler nasıl sorusu çocuğa sorulur, sistemin programına gore illaki bir spor aktivitesi hayatlarına eklenir, çocuk sudan nefret eder ama yüzme o sene popülerse yüzme okuluna gönderilir. Çocuk, hayatın karşısında hiç birşey yapmadan dikte edilenleri yapmaya çalışırken kendini aynada bile göremez. En küçük bir başarısızlıkta, en iyi telefonu aldım, en iyi hocaları tuttum, en ünlü spor okuluna gönderdim sen hiç birşey başaramadın. Bana bir gün nasılsın diye sordunuz mu? Insanlar sokakta yaşıyor, senin bir elin yağda bir balda, ne istediysen aldık, her şeyin en markasını önüne koyduk, bir de utanmadan bana sordunuz mu diyorsun. Anne benim gözlerim ne renk?


Kendi adına karar alma yetisi olmayan büyükler, bunu yapamadıklarını fark ettiklerinde çocukları adına karar almaya başlıyor. Büyükler düşünüyor, küçükler uyguluyor, küçükler büyüdüğünde büyük oluyor, onların küçükleri oluyor ve kısır döngü devam ediyor. Bir arkadaşıyla buluşmak istediğinde büyüğü izin vermeyen, eve bu saatte döneceksin geç kalırsan bir daha çıkamazsın sözlerini büyüğünden duyanlar, küçükken bakkala gidip ekmek almasına bile izin verilmeyenler, sürekli duydukları yemek ye, ders çalış, geç yatma, yıkan kokocaksın, sen adam olmazsın, o yırtık pantalonu giyme, çok oyun oynama cümlelerine sinir olanlar, kendimle ilgili hiç bir kararı ben alamıyorum diyenler, ben anne baba olduğumda bunların hiç birini çocuğuma yaşatmayacağım diye yemin edenler büyüyor ve aynısını hatta daha fazlasını çocuklarına yaşatıyor. Kendine yapılanın intikamını en çok sevdiği varlıktan çıkaran başka canlı var mıdır uzayın herhangi bir yerinde?


Mecburen en iyi okulları bitirdikten sonra en iyi şirkette işe başlayan dünün küçükleri birden bire kararlar dünyasına düşüyor. En iyi şirketin en iyi genel müdürü oluyor. Hayatınızda kaç tane genel müdür var karşılıklı oturup iş değil de hayatı konuşabildiğiniz? Hayat bilinmiyor, kendin olmak bilinmiyor, iş hayatının standart kuralları içerisinde kitapta yazanlar uygulanıyor ve en başarılı iş insanları seçiliyor. Kaç tane dünya markası şirketimiz var? Biz kendi çöplüğümüzde değerliyiz neden acaba? Kendinden bir şey katmadan yapılması gerekenleri yaptığında başarılı olunan bir iş dünyasından daha fazlasını beklemek ayıptır. Kendinle buluşamayan başarılı iş insanları evlerine erken gitmek istemiyor, toplantılar uzuyor, kendini bulmadan başladığı hayat, başladığı evlilik onlara dar geliyor. Yapılması gerekenler yapılıyor. Pahalı hediyeler alınıyor, eşlere, çocuklara, en iyi lokantalarda yemekler yeniyor kalabalığın ortasında, ne çocukla ne eşle başbaşa kalınmıyor, ne konuşulacak ki, paritemi, dow jones mu?


Ben büyüyünce hiç toplantı yapmayacağım…


Içeride bulunamayan mutluluk dışarıda aranıyor. Kendi eşinden daha çirkin, daha bilmez, daha anlamsız bir çok yeni insanla mutluluk arayışlarına girişiliyor. Aylardır sevişmiyorum eşimle, yıllarıdır ayrı yataklarda yatıyoruz cümleleri replik haline geliyor. Bunu duyan kadın, evde bekleyen kadın ve duyan kadın inanıyor, bazen duyduğu adamla birlikte oluyor ve evde bekleyen yerine geçiyor. Mutsuzluk içeride değil, içinde…


Evde bekleyen sıkılıyor. Dışarıya çıkmaya başlıyor. Evde bekleyen farklı, bütün olacağı birini arıyor, bazen iki kişi bir adam ediyor, bazen onu bütünlediği insana koşuyor. Eksikken yola çıkıldığında sadece eksiği dolduran bütün zannediliyor. Bir hüsrandan sonra diğerine geçiliyor.
Mutsuzluk içeride değil, içinde…


Hayat, bana hep mutsuzluklar sunuyorsun. Ben hepsini ortada bırakıyorum sen istediğini alıyorsun.

Ben büyüyünce hiç çalışmayacağım. Neden? Babam çalışıyor, hep toplantı yapıyor, her akşam otoparka giren her arabaya babam geldi diye pencereye koşuyorum ama gelmiyor. Ben okula giderken o uyuyor oluyor onu sabahlarıda göremiyorum. Uyandır o zaman. Yorgun geldiği için kıyamıyorum. Karar verdim, ben büyünce çalışmayacağım…


Niye hala evlisin? Çocuğun büyümesini bekliyorum. Büyüdüğünde mi mutlu olacaksın? Ne yapayım. Sende bir insansın, sen mutlu olmadan çocuğunada mutluluk veremezsin. Ayrıldık diye kendini yalnız hissederse. Servisteki çocukların yarısından fazlasının anneleri babaları ayrı…


Abi, her gece dışıradasın, bir çok kadınla birlikte oluyorsun, eve gitmek istemiyorsun, niye ayrılmıyorsun. Ben karımı seviyorum…


Canım, ne zaman ayrılacaksın karından. Doğru zamanı bekliyorum hayatım. Bir türlü gelmiyor bu doğru zaman. Biraz sabret hayatım, çocuklar var biliyorsun, onları kırmadan bir çözüm bulmaya çalışıyorum. Onları kırma beni kır. Anlayışlı ol biraz canım. Yıllardır anlıyorum ama sen beni anlamıyorsun. Evil olduğumu biliyordun. Ilk başta söyleseydin seninle ilişkiye girmezdim. Öğrendikten sonra da devam ettin. Seni sevdim, seninle bir yuva kurmak istiyorum. Çok mu şey istiyorum. Yuvayı madem bu kadar seviyorsun ve benim şu anda bir yuvam olduğunu biliyorsun, kolay kurulmuyor ve kolay yıkılmıyor bir yuva, biraz daha sabret canım. Biz yuva kurduğumuzda mutluluğu dışarıda aramayacaksın değil mi? Olur mu öyle şey hayatım…


Kendini bilmeyen, kendini bilmeyene inanıyor. Kendine yapılmasını istemeyenleri herkese yapıyor, kendine yapılınca kızıyor. Hayata ne veriyoruz ki ne istiyoruz. Kırk yaşında ben doktor olmak istemiyordum diye cümleye başlayan bir insanın kırk senesi nasıl geçmiştir? Onun hayatında olan insanlar gerçek kendine dokunabilmiş midir?.Aslında kim ile yaşadığımızı biliyor muyuz? Kocamız aslında kim, karımız aslında kim, çocuğumuz aslında kim, dostumuz aslında kim, annem babam aslında kim?

Ben kimim?

Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür ilanlarını görünce seviniyorum. Kimliğini bulmuş insanların varlığına inanıyorum. Bulmuşlar ki kaybetmişler…


Büyüyünce çocuk sahibi olmayacağım. Niçin? Ben de anneme babama benzerim diye korkuyorum…


Kocaman ülkemizin kocaman şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde her onbeş dakikada bir nikah var. Onbeş dakikada sevmek, onbeş dakikada hayatını geçireceğin insana karar vermek, onbeş dakikada bilmediğin hayatına çocuk eklemek çabuk değil mi? Yiyeceğimiz yemeğe bile daha uzun zamanda karar verirken, hep şikayetçi olduğumuz hayata, en değer verdiğimiz varlığımızı armağan etmek için onbeş dakikanın yetmesi yeterli mi? Devre arasında verilen karar belki ikinci yarıyı kurtarır ama hayatı kurtarır mı? Verdiğimiz kararlar sadece bizi etkilese ve hayatımızı karartsa bile ben ettim ben buldum deriz olur biter. Verdiğimiz kararlar başkalarınıda etkiliyorsa ben ettim ben buldum cümlesi yetirli olur mu? Sorular, cevaplarından utandıklarında soru hallerine dönemezlermiş…


Çektim bir sandalye, oturdum. Bugüne kadar yaşadıklarımı karşıma aldım. Insanları, kararlarımı, sevdiklerimi, nefret ettiklerimi, kaçırdıklarımı, bilmeden yakaladıklarımı, kahkahalarımı, göz yaşlarımı, hayallerimi, hayata eklediklerimi ve sağlama yapmaya başladım. Kimleri çıkarırdım hayatımdan, kimleri almak isterdim hayatıma, ne olmak isterdim, ne oldum, ailemi seçmek ister miydim, yaşadığım şehirden gitmek ister miydim, o kadar çok şey yaşamışım ki fark etmeden, bu sağlamayı bitirmek için kimbilir kaç hayat lazım dedim ve kaldığım yerden devam ettim. Aynanın karşısına geçtim ve gördüğümün ben olmadığını anladım ama olsun dedim bunca yaşanmışlığı sıfırlayamam. Zaten sıfırsa…


Çocuklar büyüyünce karar vereceğimize biz çocukken karar vermeye başlasak ne olur? Kendi aldığımız kararlarla mutlu ve mutsuz olsak, kendi kayıp ilanımızı gazette sayfalarında göreceğimize kendimiz farketsek, kırklı ellili yaşlarda kendimizi aramaya başlayacağımıza erken davransak, topluma, aileye, düzene, dünyaya kızacağımza kendimize kızsak, mecburiyetlere mahkum olmasak, yetişmek zorunda kalmasak, parasız saadet olmaz lafını söyleyenin hiç paraya ve kendine sahip olmadığına inansak, yapılması gerekenleri çıkartıp yapmak istediklerimizi yapsak, gitmek istediğimizde gitsek kalmak istediğimizde kalsak, göz yaşından kahkahadan korkmasak, ölümün kolay olduğunu yaşamanın zor olduğunu bilsek, hatta tek bildiğimiz gerçeğin günün birinde illaki öleceğimiz olduğunu tekrar bilsek, bir bakışın, bir düşüncenin, bir anlayışın, mutlu bir dakikanın bütün günü kurtacağını hissetsek, en çok paranın bile daha çoğu olduğunu görsek, özel jetle ulaşılan yerlere toplu taşıma araçlarınında gittiği öğrensek, sevmekle başlayan hayatın paylaşarak güzelleştiğini bir an için bile yaşasak şimdiki benlerimizin neresinde oluruz?


Hayatımızın kıyamını beklemeye gerek yok kendimizle buluşmak için. Kendimiz, dünyaya merhaba dediğimizden beri heyecanla içimizde bekliyor. Biliyorum onu görmememiz için bir çok kural, bir çok akıl veren, bir çok başarı diye adlandırılan, bir çok insan, bir çok aile, bir çok sistem var. Aslında sürekli onunla karşılaşıyoruz. Her olayda, her insanda, her başarıda, her başarısızlıkta kendini bize hatırlatıyor. Ben buradayım diyor. Onu duyuyoruz onca gürültünün arasından ama adımlarımız refleks olmuş, duysak bile kalmadığımız yerden devam ediyoruz. Bir gün sadece bir gün onu dinlesek ve anlatacaklarının ışığında yola devam etsek acaba ne olur?


Dünyanın sonu geçti,
kıyamet tavan arasında.

Biz de tavan arasına kavuşmadan hayat arasında kendimizle buluşalım. Bunca sene böyle yaşadım demeyelim, kendimizle rekabete girmeyelim. Belki kendimiz aslında mutluluğun yollarını biliyor. Herkesi dinlediğimiz kadar, herkese inandığımız kadar kendimizi dinlesek, inansak, kendimizle kucaklaşsak ve dünyaya kendimizi armağan etsek. Bugün doğuyoruz, bugün ölüyoruz, bugün sevişiyoruz, bugün çocuğumuz oluyor. Dünün yarının arasında sıkışacağımıza bugünde kendimizle buluşalım. Hem kendimizi hem de hayatımıza katılanları sevgiyle kucaklayalım. Birazdan ağlamaya başlayacağım. Bu satırları boş verin, kendiniz bilin.

10.03.2011

7 Mart 2011 Pazartesi

pulu yalanmış aşk mektupları












 by GG



Kütüphanemin görünmeyen yüzüne dokundum. Kitapların altı çizili sayfalarını okudum. Defterlerin arasında uykuya dalmış gül yapraklarıyla konuştum. Sakladığım eski ajandaların programlarına baktım. Saat kaçta nedere olacağımın önemi kalmamış günleri yakaladım. Bir saç tokası buldum, unutanın bile unuttuğu, sarıldığın saçları özlüyor musun diye sordum ama hayatı arkasında bırakmış gibi bana baktı. Ne kadar çok yazmayan kaleme sahip olduğumu anladım. Tıpkı biriktirdiğim insanlar gibi. Yarım kalmış yazılarımın tamamını hayal ettim, elimin değdiği ama yüreğimin dokunamadığı boş sayfalara uzun uzun baktım. O gün ne yazardım bugün ne yazardım düşünsinde boş sayfa sıkıldı elimden kayıp yere yapıştı. Ne bulduysam bir yerlere tıkmışım, gittiğim lokantanın peçetesi, ağzıma kavuşamayan kürdanlar, yanmayan çakmaklar, tedavülden kalkan paralar, altında imzam olan özgürlük bildigesi, teksas tommiks ve rodi nin çilleri, kokteyl karıştırıcıları, deniz kabukları, otuz sene önce çekilmiş vesikalıklar, kartpostallar, mektuplar, hiç bir zarfla buluşamamış pullar, lise günlüğüm, hayat ansiklopedileri, sanki yeni alınmış gibi bana bakan üniversite kitapları, sünnetimde hediye edilen saat, siyah kutusunun içinde belki hiç bir yazıyı hayata eklememiş dolma kalem, an da yaşadığım için geleceğide görmemi sağlayacak, eski sevgililerimin armağını saatler, beş rakamlı telefon numaralarının olduğu fihristler, ilkokul karnelerim, lise yıllığım, oyuncaklarım, siyah kartonun üzerine köşeleri belirtilmiş noktaların arasına misafir olmuş fotoğrafların üzerini örten ve flu gözükmesini sağlayan kağıt ile saklanan cook eski aile albümlerini okşadım. Ben kadar eski bir kütüphane olduğunu, beni içinde sakladığını, gülüşlerimin, gözyaşlarımın, umutlarım, hayallerimin, hayata bakışımın altının çizildiği yaşayan eşyanın varlığını yeniden farkettim.

Saman kağıtları buldum. Onlarında üzerine satırlar kondurmuşum. Hatta hala boş kalan sayfaların olması nedensiz bir şekilde beni mutlu etti. Birkaç dakika heyecanla ellerimin arasında tuttum. Boş saman kağıtlarını kokladım. Aşk kokuyordu, gençlik kokuyordu, umut kokuyordu, gelecek kokuyordu, bir an önce büyümek için özlem kokuyordu, pasolarıma onsekiz yaşımda olduğumu gösteren doğum tarihleri kokuyordu, düzenler yuvarlağının bu kadar ağır olduğunu bilmeyen yürek kokuyordu, insanların sadece severek yaşabileceğine inanan saf çocuğun teni kokuyordu, renkli renkli macun kokuyordu, topaçın dönerek toprağa çizdiği hayat kokuyordu, ben kokuyordu.


En eski kalemi elime aldım, saman kağıtlarını masanın üzerine koydum, hiç yalanmamış pulu, hiç mektupla buluşmamış sararmış zanfın üzerine koyarak saman kağıtlarının sağ köşesinin bir kaç parmak ötesine bıraktım. Tuşların üzerinde yaşanan aşklara inat saman kağıtlarının üzerinde yeniden doğacak bir aşk mektubu yazmaya başladım.



Seni bekledim,


Hayatıma, yüreğime, kahkahalarıma, gözyaşlarıma, umutlarıma, gerçeklerini heyecanla bekleyen hayallerime, ingamı armağan ettiğim dünyaya, sevgime, düşüncelerime, yaşamıma bir anlam ekleyebilmek için…


Gözlerini gördüm kadıköy kız lisesi çıkışında, ellerini gördüm kemalin yerinde, dudaklarına baktım köhnede, vücudunu gördüm bomontiden kadınlar plajında, kent sinemasında karanlığın içinde elini buldum, okulunuzun çayında vücudunla tanıştım, azar azar seni bana ekledim. Her gün heyecanla, servis şoförlerinin uzağında çıkışını bekledim, aynı formaların içinde seni hayatın renginde görünce uzaktan yüreğimi çalkaladım…


Beni bana armağan eden yüreğini sevdim, gözlerime görmesini öğreten gözlerini sevdim, zamanın azmış gibi kendini anlatan dillerini sevdim, bizim için kurduğun hayallerini sevdim, sol dizinin arkasına özenle saklanmış güzelim benini sevdim, bütün hayatı kucaklayan kollarını sevdim, evinizin karşısındaki ağaca mecnun gibi yaslanmış halimi görmek için perdeyi aralıyışı sevdim, onsekiz martan kiraladığımız kayığın koca bir gemi olup bizi dilediğimiz yerelere götürmesini isteyen hayallerini sevdim, seni sevdim, bütününü sevdim, bizi sevdim…


Gittiğimiz ilk filmin biletini, muhallebi yediğimiz ilk yerin peçetesini, ilk bindiğimiz leylandın biletini, sana yazdığım ilk satırı, bana yazdığın ilk satırı, ikizler sinemasında birlikte içtiğimiz ilk gazozların kapaklarını, hepsinden koy dediğin macunun tahtasını, bütün hepsini ağzına atıp konuşmayı sevdiğin ilk leblebi tozunun torbasını, kemalin yerinde ilk buluşmamazda içtiğin çayın kaşığını, köhnede otururken masamıza düşen ilk yaprağı, seni gördüğüm ilk anı, sana dokunduğum ilk anı, seni gördüğüm ilk rüyamı, seni özlediğim ilk yaz tatilini, sana kavuştuğum ilk tatil dönüşünü, sana aldığım ilk kitap olan küçük prensin yırttığım son sayfasını, soğuk kış gününün ortasında bana verdiğin eldiven tekini, bana söylediğin ilk seni seviyorumu sakladım, seni sakladım, hayatımın armağınını sakladım, bizi sakladım…


Seni seviyorum.
Bana kendimi armağan ettiğin için, aşk ile beni sen tanıştırdığın için, kalbimin aslında yürek olduğunu bana yaşattığın için,
ellerimin niçin yaratıldığını bana hissettirdiğin için, gözlerimin niçin görmesi gerektiğini bana sunduğun için, rüyaların ne kadar anlamlı olduğunu gösterdiğin için, biz olmanın inanılmaz güzelliğini paylaştığımız için, kırçiçeklerinin kokusunu bana armağan ettiğin için, hayatın anlamını bana yaşattığın için değil sen olduğun için seni seviyorum. Bütün hayatı, bütün insanları ardımda bırakıp sana sarılmak bana yetiyor, seni dinlemek, seni anlamak, kahkahalarına gözyaşlarına dokunmak, seni özlemek, sana kavuşmak, seni hayal etmek, seni yaşamak, sen olmak, ben olmak, biz olmak bana yetiyor…


Biz olmayı hayata ekledik.
Artık hayat düşünsün, ister bizi takip etsin mutluluğu öğrensin, ister bildiği gibi yaşamaya devam etsin. Biliyorum ki senin gibi bir güzellikle birlikte olmanın ne demek olduğunu yaşamayan bir hayat mutlu olamaz. Seni seviyorum.
Dün, bugün, gelecek umrumda değil, seninle yürüdüğüm her sokak hayat, seninle konuştuğum her cümle hayat, seninle yaşadığım her gün hayat, sen hayat. Imkansızlar umrumda değil, senin gözlerini gördüğüm her an her şeyi yaratabilirim.
Seni seviyorum.
Biz olmanın güzelliğini hayata ekledik sevdiğim, bu hayat, sonraki hayat farketmiyor sen yanımda olduğunda, seninle doğdum, seninle büyüdüm, seninle yaşıyorum ve gerisi teferruat.


Seni seviyorum.


Biraz sonra seninle buluşacağım. Satırlarımı katlayıp zarfa koyacağım, pulu yalayıp zarfla buluştaracağım, posta kutusuna atıp seninle kucaklaşmasını bekleyeceğim. Biz elele yürürken mektubum heyecanla postacıyı bekleyecek, postacı mektubumu alıp sana ulaştırana kadar yine seni düşüneceğim, yine seni seveceğim.


Hayatımın armağını,
Sen varsan varım, sen kadarım, bütünüm sana armağan olsun,
birlikte hayatın güzelliklerini yaratan yüreklerimiz sonsuz olsun.


Seni seviyorum.


07.03.2011

6 Mart 2011 Pazar

herkesi sıfır gör













by GG


Yaşamın kıyısında yürekleri denizde sektirirken, son dokundukları yerden dibe doğru ulaşan yüreklerden hangisini kurtarırsın ? Kurtaracak olsan sektirmek için uğraşır mısın ? Kaç yüreğe dokundun, kaç yüreği sevdin, kaç yüreği anladın, yüreksizler diyarında olduğunu hangisi yüreğine vurdu satırlarında yaşamanın yaşattığı yorgunlukların kuytusunda sabahlar gecelerine sarılır mı ? Yağan yağmur parçalanmış bedenine denk gelir mi ?

Insanlık uykusunda horlayanların yaşadığı ülkede, artık olmayan dedelerin anlattığı hikayelerin nefesinde, hayat apnesi olanlara sunduğun bütününün eksiklerinde kaybolurken, yola çıktığın gün ki heyecanın kimbilir şimdi nerelerde. Ilk adımını attığın hayat sokağından, caddelere, mahallelere, şehirlere, uzaklara ulaştıktan sonra biriktirdiğin insanların kefesinde hangi yaşanmışlıklar var ? Hepsini sevme, hepsini anlama, hepsine dokunma telaşlarında koştururken, kendini nerede unuttuğunu hatırlamazken, paylaştığın bütün değerler başkalarında kalıp sana kalmayıp duvarında asılı dururken, hangi odada yüreğin gülecek, hangi sokakta adımların neşelenecek, hangi kasaba sana hoş geldin diyecek.

Ilk merhabadan sonra anlam yüklemeye başladığın insanların, her geçen zaman içinde sadece güzel taraflarını koyduğun sandığı yıllar sonra açtığınında içinde neler kalacağı zannediyorsun. Hiç bile değil. Görmesini beceremediğin eksiklikler, anlamasını beceremediğin bakışlar, son kullanma tarihi geçmiş dokunuşlar… sadece senin yaşadığın kırgınlaklar,
eksiklikler, üzüntüler, parçalanmış düşünceler, kaybolmuş inançlar, boşu boşunalar kalacak sandığın dipsiz hayatında.


Kimseye anlam yükleme, tek anlamın kendin olsun. Kimseyi yüreğinde büyütme, tek büyüttüğün kendin olsun. Kimseyi kendine ulaştırma, tek ulaştırdığın kendin olsun. Kimseden bir umut bekleme, tek beklediğin kendin olsun. Kimseye ulaşmaya çalışma, tek ulaşmak istediğin kendin olsun.


Kendin kadar hayat. Gözyaşı kendin kadar, kahkaha kendin kadar, hayat kendin kadar, gittiğin deniz kasabası kendin kadar, okuduğun okullar kendin kadar, dinlediğin şarkılar kendin kadar, baktığın manzara kendin kadar, yürüdüğün sokaklar kendin kadar. Kendini bulmadan bulduğun herşey kendinden eksik, dokunduğun her insan kendinden eksik, sevdiğin her kadın kendinden eksik, bulduğun bütün gerçekler kendinden eksik, kurduğun bütün hayaller kendinden eksik, sen kendinden eksik.


Herkesi sıfır gör.


Sen onlara değer verdikçe alışkanlık yapar. Her gün değer vermek zorunda kalırsın. Değersizliklerini gördüğünde yüzlerine fırlatamazsın, kıyamazsın. Ama birgün sadece bir gün değer verecek halin yoksa onlar sana kıyar.Herkesi sıfır gör. Sevdiğine her gün sevdiğini hissettirirsen alışkanlık yapar. Onu sevdiğini unutur, alışır. Öküz olacaksın, arasıra karşısına sevgini çıkaracaksın. Her gün seversen alışır, sevgini göremez hale gelir. Oyunun oyununu oynacaksın. Her gün çiçek alırsan çiçeklerin çabuk solar. Kırk yılda bir alırsan anlamı büyür, büyür ve her gün aldığın çiçekleri soldurur. Herkesi sıfır gör. Seni her aradıklarında ihtiyacı olan insanlarına koşarsan alışkanlık yapar. Sadece ihtiyaç halinde görünecek kadar kalırsın değer verdiklerinin hayatında. Güzel bir gün yaşarlarken akıllarına gelmezsin. Sen artık sadece sorun çözücüsündür. Keyifli günlerini paylaşaçak, onlara ve sorunlarına dokunmayan diğer insanlarla mutluluklarını yaşarlar, sana sorunlarını bırakırlar. Herkesi sıfır gör. Ailenin anlayışlı çocuğu olma sakın. Bütün aileyi sen taşımak zorunda kalırsın. Senin yapmadıkların bile senin üstüne kalır, nasılsa altından kalkacağını bilirler ve mutlu mesut yaşarlar.
Herkesi sıfır gör. Her yüklediğin anlamın aslında senin sırtında bir yük olduğunu unutursun ve her saniye kırılırsın. Hiçbir yeni hayat seni yapıştırmaz. Küçükken hayallerini kurduğun herkesi seveceğim, herkes beni sevecek, herkesi anlayacağım, herkes beni anlayacak, herkesi düşüneceğim, herkes beni düşünecek ütopyasından ne kadar çabuk uzaklaşırsan kendine o kadar çabuk yaklaşırsın.


Sıfır, değersiz bir sayı değildir. Başlangıçtır ve bazen hayat sadece başladığıyla kalır.


Hayatında mükemmel insanlar olmasın, onlar hayatı bitirmiştir ve ne kendilerine ne de sana verebilecekleri hiç bir güzellik kalmamıştır. Sıradan insanlarla yaşa, sıradan olan herşeyin ne kadar değersiz olduğunu bilir, sıradandır, olmayacak hayallerin onu yormasına izin vermez. Atıp tutmaz, herşeyi bilmez ve sana da bilmemek hakkı kalır.
Bilmediğin kadar susmasını bilmezsen, bildiğin kadarını anlatmasını beceremezsin. Bilmeyeceksin. Herşeyi bilmeyeceksin. Herşeyi bilsen ne olur. Hayat bir yarışma değil, seni alkışlayan izleyicileri sadece sahnede görürsün ve onlar seninle aynı sokakta yürümez.


Sıfır, değersiz bir sayı değildir. Başlangıçtır ve bazen hayatın sadece başlanğıçta kalması iyidir.


Herkesi sıfır gör ama sen yine bütün değerlerini dayanma gücün olduğu sürece hayata ekle. Sen sıfır olma, herkesi sıfır gör. Sıfıra değer vermem diye düşünme, onlara verdiğin değer aslında senin değerindir. Onlara verdiğin değerinin mutluluğu aslında sana kalır. Değer verdiğini öğrendiklerinden sonra gitgide sıradanlaşırsın. Nasılsa değerliyim inancı seni en arkalara ulaştırır. Bu bana değer veriyor, elde var bir olursun. Elde olanında ne yazık ki bu düzenler yuvarlağında, ne yaşanacağı bilinmeyenler kadar değeri olmaz. Herkesi sıfır görme düşüncesinin, en azından yüreğini kırdıklarında acısı uzun sürmez diye düşünen insanların ülkesinden çıktığına inanılır. Nereden çıktığı önemli değildir.


Sıfır, değersiz bir sayı değildir. Başlangıçtır ve bazen sondur.


Nereye kadar gideceğini bilmediğin nehire atladığında, kendini akıntıya bıraktığında, insan gölgelerinde soluklandığında, her soluğun bir yorgunluğu olduğunda ve okyanusuna kavuştuğunda bir tek sen kalırsın.
Okyanusunun büyüklüğü sen kadar olur. Sen hayatsın.


Kendin kadar yaşadığın hayatın satırlarındaki her harf senindir, her cümle senindir. Başkaları kadar yaşadığında bilmediğin cümlelerin arasında kaybolursun bulunmadan. Başkalarının hayatını yaşarsın, o kadar yaşarsın ki kendi hayatın olarak görürsün. Başkalarına kızarsın, kendini aramazsın. Hayatındaki bazı insanlar bunu farkeder ve seninle paylaşır. Seni sana götünmek ister ama kızarsın. Senin görmediğini başkaları görürse daha çok kendinden uzaklaşırsın. Bilmediğin bir hayatı savunursun, kendini bir köşede bırakıp yapman gerekenler olduğuna inanırsın. Ne kendini ne de sevmen gerekenleri mutlu edemezsin. Hayat gereklilik değildir, sendir.


Herkesi sıfır gör. Ne fazla değer ver ne de az. Sen bildiğin gibi, hissettiğin gibi, anladığın gibi yaşamazsan kimseye kendini anlatamazsın. Yaşasanda anlatamazsın, onlar isterlerse anlar. Değer verdiklerini madalya töreninde kürsüye çıkartma, en ile başlayan cümleler kurma, herkes sıradan, kimse mükemmel değil, herkes insan, uzun boylu, sarı saçlı değil. Görmek istediğini görme, gördüğünü gör. Bil ki hayat seninle başlar ve seninle biter. Cenazenin kalabalık olması, iyi bilirdik sözleri gerektiğinden, sen gerekenler için yaşama, yaşa. Herkesi sıfır gör ki kendinin parçalarını yüreklerde bırakma. Bildiğin gibi yaşa, yüreğini aç, sıradan ol, kimseye ait olma, kimsenin özgürlüğü kucaklama, yaşa, herkesi sıfır gör, yaşa, senin değerin senindir, takdir bekleme, kırılırsın, anlam bekleme anlam sensin, herkesi kendi haline bırak, herkes kendi kadar, senin yaptığın iyiliklerin bir karşılığı yok, bekleme, beklersen insanları yüceltirsin, insanlar sıradan, herkesi sıfır gör, yeniden dünyaya gelsen, bir daha gelsen, iki daha gelsen, kendini bulmadıktan sonra çok daha gelsen yoksun, başkaları var, başkaları için yaşama, kendini için yaşa, yoksa yok olursun.


06.03.2011

5 Mart 2011 Cumartesi

sahibinden satılık hayat


















by GG



çok kullanılmış, insandan…


Her ne kadar ağlayarak merhaba desemde içimde yine de bir heyecan vardı. Dünya ilk anda güzel görünmüştü. Gerçi başaşağı tutulduğumu anlamam uzun sürmedi. Aralarına katıldığım için herkes mutlu olmuştu. Uzun zamandır bekledikleri güzelliğe sonunda kavuşmuş gibi bakıyorlardı. Hayatlarındaki eksikleri tek başıma tamamlayacağıma inanmışlardı…

Hayat çok hızlıydı, yaşadıklarını anlamadan yaşanmışlıkların birikiyordu. Öğrendiğin şeyleri öğretenler, öğrettikleri gibi yaşamıyorlardı. duyduğuna mı gördüğüne mi inanacağın sana kalmıştı.

Sevgiyi öğrettiler, paylaşmayı öğrettiler, anlamayı öğrettiler, düşünmeyi öğrettiler ve en önemlisi kendi kararlarımı kendim doğurmayı öğrettiler. En sonuncusunu öğretene pek rastlanmadığı için çok hoşuma gitmişti. Belki de en büyük teşekkürümü hak etmesi boşuna değildi. Kendi kararlarımdan büyüttüğüm yaşantım zaman içerisinde karar alma yetimi bana armağan edenler tarafından şüphe ile karşılanmaya başlandı. Artık karar yürekten çıkmıştı ve hayat başlamıştı.

Insansız yaşayamayacağıma karar verdim, sevgisiz yaşayamayacağıma karar verdim, kendimi tanımadan kendime ulaşamayacağıma karar verdim, paylaşmadan yaşamanın yüreğimde bir soluk olamayacağına karar verdim, sevdiğinle kucaklaşmadan kendi kucağına dokunumayacağına karar verdim, paranın satın alabileceği güzelliklere ait olmamaya karar verdim, yardıma ihtiyacı olanlara koşmaya karar verdim, kendilerinde tutamadıkları sırları onlar adına kendimde saklamaya karar verdim, binlerce karar verdim, yanıldım, yanılmadım, mutlu oldum, göz yaşlarımla dertleştim ama kendim kadar yaşamaya çalıştım.


Insanları yüreğimde taşıdım ağırlıklarına bakmaksızın, anlayışlarımda kucakladım sıcaklığımı armağan ettim, sevdim, sevildim, dokundum, dokunuldum, aşklar yaşadım, daha sonra bir tane olduğunu anladım, aşklar bitirdim, bir tane bitirdiğimi anladım, kendimi kaybettim bulmaya ihtiyacım olmayacak kadar, aşkın deli halini sevdim, delisiye yaşarken acılarını umursamadım, kendimi unuttum insanlara yetişme çabalarımın koşusunda, hep dinledim, hep anladım, hep anlattım ve paylaştım bana bırakılan hayatı dokunduğum her insanla…


Çiçekler aldım kokuları sevgiliye armağan, şiirler yazdım duyguları yüreklere dokunan, kimine geç kaldım kimine erken, kimi tam zamanındaydı kimi zamansız. Soğuk kış gününün ortasına inadına açan çiçeğin meyvesine ulaşmasına tanık oldum ve anında meyvenin güzelliklerini yaşamak istedim. Aşkım, bu güzelliği hayatın bütününe yaymak istedi, ben ise meyvenin ömrünü bilmiyordum ama şu an yüreğimde olduğunu biliyordum.


Dost olmanın bir hediye olduğuna inandım. Her insanın bütün duyguları içinde barındırdığı bakışıyla ayırt etmeden biriktirdim. Onlarsız yaşamayacağıma inandım. Biriktirdim, biriktirdim, biriktirdim. Her şehirde, her kasabada bana açılan bir evin kapısı oldu, içlerine girdim, odalarına yüreklerine konuk oldum. Sabahları gec yaptık, günleri aylara denk getirdik. Bir düşünce kadar yakınlarında olduğum hissettirdim. Koşa koşa, coşa coşa yanlarına vardım. Hayatı paylaştık, dertleri, kahkahaları paylaştık. Kimselerin bilmedikleri hayatlarını ben bildim, en yakınlarındakiler yaşadıkları kadar gördüler. Geçmişte sevdikleri kadınların erkeklerin fotoğraflarını ben sakladım, geçmiş insanlara söyledikleri sevda sözcüklerini biriktirdim. Yaşadıkları hayatlar bende kaldı, onlar yeni hayatlarını yaşamaya devam ettiler.

Hatırlamak istediklerinde kapımı çaldılar, sarıldılar, gittiler. Biriktirdim, biriktirdim, biriktirdim. Kendimi unutacak kadar başkalarını biriktirdim.


Bunu senden başkasına anlatamam dediler, bu yaptığımı bir tek sen anlarsın dediler, bir düğmen olsa bir bassam kadın olsan bir bassam erkek olsan dediler, sadece senin yanında huzur buluyorum niçin dediler, hayatlarının eksiklerini bana bıraktılar, evlerine döndüler. Her eksildiklerinde kapım çalındı, her umutsuzluklarında yanıma koşuldu, her kaybolmuşlukları odamda bulundu, her bıkkınlıkları balkonumda unutuldu. Kendimi unuttum, dostlukları biriktirdim.


Nesli tükenen bir hayvan gibi bir masada koruma altına alındım. Rakı ile beslenen hayvanı hiç besinsiz bırakmadılar. Büyüdüm, biriktirdim, kabımın hacmini hesap etmedim. Sanki bir kahramandım, herkese yetişebilicek. Hatta buna inandım. Koştum, koştum, koştum. Yüreğim götüme vura vura koştum. Bir bakış uğruna, bir gözyaşı uğruna, bir umutsuzluk uğruna, bir hastalık uğruna, bir kaçamak uğruna, bir hayatın anlamsızlığı uğruna yıllarca dinledim, anladım, anlattım. Aynı insanla aynı konuyu yirmi sene konuştum. Birinci yıl bıkmadım, yirminci yıl bıkmadım ama o da aynı konuyu sorun etmekten bıkmadı. Olsun dedim, bir gün o da görecek. Yirmi yıl. Zamansız yaşadım. Dilediğin zaman gel diyen rengim sayesinde herkes dilediği zaman geldi. eksiklerini bıraktı. Hafiften kendine geldi, aslında yaşamak istemediği hayatını yaşamaya devam etmek için yakıtı aldı, gitti.


Hayatı, ilk ingamdan beri sevdim. Sunduklarını değil seçtiklerimi yaşadım. Her kararım doğru olmadı ama benim oldu. Her seçtiğim doğru olmadı ama ben seçtim. Babamı babam olarak, annemi annem olarak, kardeşimi kardeşim olarak görmedim, insan olarak gördüm. Insanları sarışın esmer, kadın erkek, büyük küçük olarak görmedim. Kendilerinin bile aramadığı bütünlerini görmeye çalıştım. Girilmeyecek odalara girdim, dokunulmayacak tenlere dokundum, içlerinde olmayanları bulmaya çalıştım, hiçbir yüreği sert kapatmadım. Yaşadım kendim kadar, anladım kendim kadar, bildim kendim kadar. Düzenler yuvarlağına uyamadım, kendi sonsuzluğumda yaşadım. Umudum olmadı, biliyordum olacağını, hayal kırıklığım olmadı, biliyordum olacağını, insanlara inançsızlığım olmadı biliyordum olacaklarını, yanılmışım, bilmiyormuşum.


Bugün bana kalan cümle,


sahibinden satılık hayat, çok kulanılmış, insandan…


Bir sigara yaktım, kahvemin son yudumunu içime gönderdim. Kabımdan taşanların ıslaklığında rutubetlendim. Yüreğim ağrıyor, tenim kırılıyor, gecelerim sabaha ulaşamıyor. Kalabalığın içindeki yalnızlığımı terk ettim, yalnızlığımın yalnızlığına ulaştım. Yalnız doğmak iyide yalnızlığa kalmak acıtıyor. Salak olduğunu anlamak için bu kadar insanı içine almak mı gerekiyor ? Ne güzel bir işaret şu soru işareti. Herkesin cevap verebileceğine inandığı bir işaret. Herkesin cevabı hazır, herkes biliyor, herkes anlıyor, herkes mutsuz. Başkalarının hayatını yaşamak kolay, kendi hayatını yaşamak o güzel işaret.

Kim alır hayatımı ? Yıllarımı verdiğim dostlarım mı ?
Yüreğimi verdiğim sevdalılarım mı ?
Henüz tanımadığım yeni insanlarım mı ?

Kimse.

Hayatımı alacak olsalar bu satırlar hayata eklenmezdi.

Kızgın mıyım ? Evet.
Kırgın mıyım ? Evet.
Pişman mıyım ? Hayır.

Ben kendim kadar dokundum. Ben kendim kadar kucakladım. Ben kendim kadar paylaştım. Ben kendim kadar anladım. Ben kendim kadar yaşadım. Daha kulanılacak yerlerim varken beni kaybedenler düşünsün. Bir tatlı söz, bir anlayış, bir dokunuş sayesinde ömür boyu kullanabilicek insanlar düşünsün. Ben gidince ne olacak ? O kadar rakı ısmarladık, bize yaptığına bak denicek. Densin. Ben gidince hayat mı bitecek ? Haşa, kalmadığı yerden devam edecek, çünkü herkes haklı, herkes istediği hayatı yaşıyor, herkes istediği kadınla erkekle mutluluğun tarifini icat ediyor, herkes enlerin en iyilerini biliyor. Herkes mükemmel.
En olmak kolay, sıradan olarak hayata eklemek zor, olsun.

Koca hayata bir suçlu yeter.

05.03.2011