31 Aralık 2014 Çarşamba

Aslında hayat bir sigara içimi…

 















ksb


Aslında hayat bir sigara içimi…




Sen daha hayata merhaba dememişken, baban ameliyathanenin önünde bir o yanı bir bu yanı ezberlerken ardından sigara dumanı kovalar. Dünyanın en değerlisi hayata ilk ıngasını bırakır. Bir doğuma bir sigara içimi…




En kırmızı gecenin mum kokuları altında vücutlar birbirine bilinmeyen karanlığın içinde havayi fişek patlamaları yaşatıp, bulutları tenlerinde sektirip, nefeslerini sonsuza çarptıra çarptıra yanyana devrildiklerinde üzerlerini sigara dumanı sarar. Bir şehvete bir sigara içimi…




Denizin kucağına oturtmuşken masayı, sol köşesine yakıştırmışken dolunayı, çırılçıplak ayaklarını bırakmışken dalgaya, içine yakamozlar dolmuş kadehi bir dost kadehe bir masaya vurmuşken hayatı, bir sigara yakarsın dost dumanlara karıştırırsın. Bir dostluğa bir sigara içimi…




Bütün biriktirdiklerinin dibi delik hayattan akıp gittiğini gördüğün 50 yaşında, arkana dönüp baktığın karanlıkta kaybolduğunda, düştüğün arafın sessiz duvarlarına çarptığında, kendine kalan son nefesi yüreğine alıp terk ettiğinde, kimsesiz kayanın üzerine oturup bir sigara yangını çıkarırsın. Bir terk edişe bir sigara içimi…




Aslında hayat bir sigara içimi…




Herşeyin sonsuzluğuna inanırız. Aşkımızı sonsuza yakıştırır, hiç bitmeyeceğini düşünür, nasılsa hep yanımızda elde var bir diyerek gereksizlerin peşinden koşarız ki o nasılsa bekler. Onun varlığını bilerek, onun dönüşte bekleyeceğini bilerek, onsuz gittiğimiz yerlerin keyiflerini keşfetmeye koşarız ki zamanımız sonsuzdur. O nasılsa evde, ben biraz daha geceyi kendime alayım, birkaç saatten ne olur biz sonsuzuz diyerek kendimizi ondan uzağa yakıştırıp bu hayatta ben de varım diyerek onsuz gecelere akarız. Onun bir dakikasının güzelliğini fark etmeyip tanımadıklarımızın saatlerine koşarız, sosyaliz. Aşkımızı sonsuza yakıştırıp bir gece eve döndüğümüzde yalnız odaları rehber eşliğinde gezdiğimizde, onsuzluğun kokusunu içimize çekip boğulduğumuzda, bir de bakarız ki sonsuz değilmiş, aşkında bir ömrü varmış. Şimdi yanımda olsaydı, ona sarılsaydım, ben ne yaptım diyerek acı bir sigara içeriz, dumanını içimizden çıkaramayız. Bir aşka bir sigara içimi…




Dünyanın en değerlisini ona değil kendimize bile sormadan hayata ekleriz. Artık sonsuz mutluluğumuz o dur. İlk doğum gününe toplantıdan çıkamadığımız için geç kalırız. İlk kelimesini yapmamız gerekenler yüzünden türki cumhuriyetlere duyururuz. Ona gelecek sunmak için koştururken dokunmadan yanından geçeriz, senin için senin için diye bağırarak. En son model telefonu alıp en derin sorununa mesaj atarız. Ne yaptığını bilecek zamanımız olmaz, ne sevdiğini bilmeyiz. Kafamızda bir toplum rekabeti vardır ve o ne yapmayı gerektiyorsa yaparak, yaptırarak mutlu ettiğimizi düşünürüz. O bizim sonsuz mutluluğumuzdur ve onu bile mutlu edemeyip, sana her şeyi aldım, seni görecek sana dokunacak zamanım olmasa bile senin için yaşadım diyerek bir de kızarız. Sonra bir bakariz ki tanımadığımız, sonsuz zannettiğimiz biri hayatımızdan bir şekilde çıkmış, gitmiş. İki elimiz başımızdayken kayıp yıllara bir sigara yakarız. Bir evlada bir sigara içimi…




Her derdimizde ona koşarız. Göz yaşlarımızı içine akıtırız. O bizim sonsuz sorun çözücü dostumuzdur. Her kötü günümüzde yanımızda olduğu için iyi günümüze yakıştıramayıp, kötü olabileceğini yüreğimize anlatamayız. Bir şeye ihtiyacı olduğunda karşımızda sessiz durduğunda duymayız. Çünkü kulağımız yüreğimiz bağıranları duymaya ayarlıdır. Bir gün yine dertleniriz ve sonsuz dert ortağımızı araf da görürüz ve de kızarız, ne işin var orda sana ihtiyacım var deriz ama sesimizi duyuramayız. Kaybedişimize bir sigara yakarız, yüreğimizi ısıtırız. Bir kaybedişe bir sigara içimi…




Aslında hayat bir sigara içimi,
Yeni yılda, hayatta, keyif sigarası tadında yaşayın.


31.12.2014

10 Aralık 2014 Çarşamba

Uzağız.















ksb

Uzağız.
Bir merhaba nasılsın diyemeyecek kadar uzağız. Kim için yaptığımızı bilmediğimiz yapmamız gerekenler yüzünden sevdiklerimizin yüzünü göremeyecek kadar uzağız. Yapmamız gerekenler görmemizi, dokunmamızı, anlamamızı, hissetmemizi, düşünmemizi engelliyor. Herkesin bize her şeyi yapmasını istiyoruz, biz sadece kendimizi değerli zannediyoruz ve içimizden geçeni bile görmüyoruz. Kendimizi bilmediğimizden empatiden de bi haberiz. Bizim her yaptığımız doğru, başkaları her zaman yanlış. Başkalarının karşılık beklediği için iyilik yaptığına inandığımızdan iyilik bile yapmıyoruz. Uzağız, en az kendimiz kadar sevdiklerimize de uzağız.




Binmişiz bir sahip olma hırsına, sevdiklerimizi bombalayarak hedeflerimize uçuyoruz. İnsanlığımızı kaybediyoruz, insanlara kızıyoruz. Bir merhaba, nasılsın diyecek yüreğimiz kalmıyor. Sabahın köründe x yere düşüp, bütün tanımadıklarımıza iki nokta üstüsteli parantezli günaydınlar dağıtıp, dumanı tüten kahve emojileri gönderip, ne yapsa ne koysa beğenip, sevdiğimize günaydın demeden, karşılıklı bir kahve içmeden, yüzüne gülmeden evden çıkıyoruz. Hiç bir yaptığını beğenmiyoruz. Sanalda yaşamaktan gerçeği unutuyoruz. Bize armağan olarak gelen dumanı tüten kahve emojisini görünce kahve içtik zannediyoruz. Sonra, binlerce insana günaydın dağıtan asansöre binince yere düşürdüğünü arıyor. Sanala o kadar alışmışız ki gerçek insandan korkuyoruz, utanıyoruz. Bir merhaba, nasılsın bile diyemiyoruz. İnsanlığımızı kaybediyoruz.





Uzağız. En az kendimiz kadar sevdiklerimize uzağız. Hırslıyız. Her şeye sahip olmak istiyoruz. İnsanların bizi sevmesinden değil de beni bu kadar kişi takip ediyordan mutlu oluyoruz. Hepimiz trendtopiğiz. Bugün kime dokundun ? Her şeyi istiyoruz. Bugüne kadar elde ettiklerin seni mutlu etti de onun için mi daha fazlasını istiyorsun ? Ne istediğimizi bilmiyoruz, popüler olan her şeyi istiyoruz. Sevdiklerimizle değil de ünlülerin yanına sığışıp onlarla fotoğraf çektirmeyi seviyoruz. İstiyoruz, her şeyi istiyoruz. Sevdiğinin elini tutmak yetmiyor, şu yerde tutunca ve paylaşınca değerli oluyor. Kendimiz için, sevdiklerimiz için değil de başkaları için yaşıyoruz. Başkalarının karşılık beklediği için iyilik yaptığına inandığımızdan iyilik bile yapmıyoruz. Bir merhaba, nasılsın diyemeyecek kadar yüreklerimizi kaybediyoruz.




Eninde sonunda dört kişiye ihtiyacımız var. Hayatımızın sonuna dört kol kalacak mı ?




Uzağız. Çocuklarımıza uzağız. Sen bir yere varamayan toplantılarda ve hep işten çıkış saatinden sonraya denk gelen toplantılarda hayat geçirirken, cama yapışmış çocuğun her otoparka araba girişinde havaya zıplıyor, oturuyor, zıplıyor, oturuyor, sonunda cama yapışık uyuyup kalıyor. Uzağız. Sevdiklerimize uzağız. Sevdiceğin erkenden kalkıp, seni uyandırmadan fırına gidip yeni doğmuş ekmeği alıp, yüreğinden hazırladığı kahvaltığı tepsiye sığdırıp yatağa getirdiğinde, günaydından önce niye çiçek yok sesini duyuracak kadar uzağız. Uzağız. Yakınlarımıza uzağız. Yakınımız hastanedeyken, ziyaretine gitmeyecek kadar, bir telefon edemeyecek kadar ve whatsapp dan iki kere nasılsın yazdım diye kendimizi rahatlatacak kadar uzağız. Bir merhaba, nasılsın diyecek halimiz kalmamış.




Bugün kime dokundun ?



Bazen bir merhaba iyi gelir, nasılsın ondan da iyi gelir. Sabah uyandığında aklında ve yanında sevdiğin olması güne gülerek başlatır, birlikte içtiğin günün ilk kahvesi sana akşama kadar kokusunu armağan eder, iyi gelir. Hayat kolaydır. Bir de sevdiğin varsa çok keyiflidir. Ona dokununca yaşadığını hissedersin. Sana bakınca kendinin dünya güzeli olduğuna inanırsın. Onun elini tutunca hayatın anlamını keşfedersin. Ama uzağız. Sevgililiği bile yürekten değil adetten yaşıyoruz. Ben bugün sana kaç mesaj yazdım diyoruz ama o mesajları bile yüreğimizden geldiği için değil adetten yazıyoruz ya da sevdiğin sana şu cümleyi kurunca, işe gidince hayata sadece o kadar kalıyorsun, yanıma gelince bile iş arkadaşlarınla telefonla iş konuşuyorsun cümlesini duyunca, ben sana bugün kaç mesaj attım diyebilmek için yazıyoruz. Adetten ilişkiler yaşıyoruz. Uzağız.





Madem sadece iş hayatında X mevkiye gelince, X arabayı kullanınca, X eve sahip olunca mutlu olacağımıza inandığımız için hırslıyız, sadece onu düşünüyoruz o zaman niye yanımıza sevgili, aile gibi takıları takmak zorunda hissediyoruz ? Tek başımıza yaşayalım, bizi mutlu edeceğine inandığımız toplum gücüne ulaşıp güzel harika yaşayalım. Popüler mekanlarda, şehirlerde gezelim. Akşam bizim gibi yaşayanla sevişelim, hangimiz sabah daha erken kaçacak iddasına girip bir de üstüne para kazanalım. Sevgiye değer verenlerin ağzına sıçmayalım. Çocukları cama yapıştırmayalım, sevdiklerimizi iki kişilik dokunuşlarda tek başına yaşatmayalım…






Bir merhaba, nasılsın diyemeyecek kadar yüreklerimizi kaybediyoruz.


Eninde sonunda dört kişiye ihtiyacımız var. 
Hayatımızın sonuna dört kol kalacak mı ?


10.12.2014

5 Aralık 2014 Cuma

Arsız çocuklar gibiyiz...













ksb



Arsız çocuklar gibiyiz. Ne görsek sahip olmak istiyoruz. Elde edemeyince de hayatta tepiniyoruz. Her şeyi istiyoruz, hiç bir şeyin hakkını veremiyoruz. Istihap haddimizi aşıyoruz. Tıka basa biriktiriyoruz, kusmuyoruz. Patlayamayan volkanlar gibi yaşıyoruz. En güzel arabayı alsak gözümüz yanımızdan geçen araba da, en güzel kadınla erkekle birlikte olsak aklımız ya daha iyisi varsa da, en güzel deniz kıyısında otursak ufkumuz okyanuslarda… Yaşadığımız hiç bir mutluluğu hissetmiyoruz. Başkaların kini, popüler olanı yaşamak istiyoruz. Bir bankta sevgiline sarılmış otururken, ona dokunduğun için sadece dokunduğun için yüreğin tam tam çalarken, dudağını dudağına armağan ettiğinde bank bulutlara doğru yol alırken, martılar bile size olan hayranlığından sağanak simit yağışıyla bile ilgilenmezken, aklın x mekanda otursaydık yer bildirimi yapardık da kalıyorsa martıları kandırıyoruz, duygularına yazık ediyoruz. Kadıköy balık pazarında oturmuş biranın yudumlarken, rokaların, yeşilliklerin ıslaklığında, çinokupu 10 lira yaptık abla seslerinde, renkmutlu tezgahların yansıma oyunlarında, gelip geçen insanların hayat adımlarında, ellerindeki poşetlerdeki akşam yemeği mutluluklarında keyif bulamıyorsan ve yüzündeki çizgileri sırtındaki küfede taşıyacağı yükten daha ağır olan adamın, kadınların yanına yaklaşıp, taşıyayım mı abla dediğini fark edip ve hala küfesinin boş olduğunu, cebine alacağı bozuklukları alamadığını görüp biramı niye burada yudumluyorum diyorsan, şimdi boğazda x yerde olmak vardı anasını satayım diye hayıflanıyorsan, ne içsen mutlu olamazsın, hayatın hiç bir adımının sesini duyamazsın, kaçırırsın, başkalarına kızarsın. Allahın japonu gelir, yüzündeki senin unuttuğun mutluluk ifadesiyle balık pazarının sesini kaydeder, rokanın yeşilini ezberler, her gördüğü kareyi hayatına keyifle eklerken, Kadıköy de doğanlar internetten alış veriş yapar…




Arsız çocuklar gibiyiz. Ne görsek sahip olmak istiyoruz. Elde edemeyince de hayatta tepiniyoruz. Her şeyi istiyoruz, hiç bir şeyin hakkını veremiyoruz. Istihap haddimizi aşıyoruz. Tıka basa biriktiriyoruz, kusmuyoruz. Mide bulantısı hapları alıyoruz. Dünyanın en güzel şehrinde yaşayıp sadece köprü trafiğini biliyoruz. Oysa her sabah, peşimizde martılar, beyaz köpüklerin kucağında, Haydarpaşa nın günaydınında, Kız Kulesinde yaşanan aşkın yürekbaşında, Topkapı sarayına sarılan Ayasofya nın gölgesinde, Hazerfan Çelebi nin kanatlarının altında, bir demli çay içimi zamanında bir kıtadan diğerine seyrediyoruz. Aklımızda sadece sahile demirlemiş demir yığınına binip buralardan gitmek kalıyor. Yaşadığın yerin, insanın hakkını verdin mi de gitmek istiyorsun ? İçinden geçtiğimiz güzellikleri görmeyip, dergilerde gördüğümüz başkalarının güzelliklerine gidemiyoruz diye üzülüyoruz. Her şeyi istiyoruz, ne istediğimizi bilmiyoruz. Neye sahip olsak yetmiyor, hep daha iyisi daha güzeli var. Kim kadar olduğumuzu bilmiyoruz, başkalarının mutluluğunu yaşayamıyoruz diye mutsuz oluyoruz. Bir bebeğin imkansız kokusunu bile unuttuk. Daha doğmadan, komşunun çocuğunun okuduğu okuldan daha iyisine göndermeyi planlayıp, bebeklerin bile kokusunu duymuyoruz. Herkesle rekabet halindeyiz. Aldığı maaştan, yanındaki adamdan kadından, evindeki eşyalardan, bindiği arabaya kadar her şeyiyle rekabet etmekten yanımızdaki sevdiklerimizi unutuyoruz. Seni seviyorum bile diyemiyoruz, emoji gönderiyoruz. Erguvanlar boğazı ne zaman boyar ? Her şeyi istiyoruz, elimizde ne var bilmiyoruz. Yaşadığımız hiç bir mutluluğu hissetmiyoruz. Gözümüz, gönlümüz hep başkalarında. Oysa görmeyi bilsek, dünyanın en yakışıklı, en güzel insanıyla birlikteyiz. Hissetmeyi bilsek, dünyanın en sıcak elini tutuyoruz. Anlamayı bilsek, dünyanın en değerli çocuğuna ebeveyniz. Bilmiyoruz. Gerçekten hiç bir bok bilmiyoruz. Sadece bildiğimize inanıyoruz, başkalarına kızıyoruz…







Arsız çocuklar gibiyiz. Ne görsek sahip olmak istiyoruz. Elde edemeyince de hayatta tepiniyoruz. Her şeyi istiyoruz, hiç bir şeyin hakkını veremiyoruz. Istihap haddimizi aşıyoruz. Tıka basa biriktiriyoruz, kusmuyoruz. Aynı biriktirdiğimiz insanları da kusamadığımız gibi patlayamayan volkan gibi yaşıyoruz.




Bir sağlama yapsanız, hayatınızda kimler kalır ?




Bence yapmayın. Yalnızlık korkutucu gelebilir. Bu güne kadar gelmişsiniz, devam edin. Size bir şey kazandırmaz, kaybolmalarının hiç bir şey ifade etmemesinden utanırsınız. Yakın bir sigara, derin bir nefes çekin, üflediğiniz dumanı seyredin. Yaşadığınız şehirin, kasabanın hakkını verin. Dokunduğunuz insanların hakkını verin. Aşk için yaşayın, aşkınıza yüreğinizi verin. Mutluluk içinizde, başkalarında aramayın. Bazen bir bankta bazen de en lüks restoran da. Neredeyseniz aklınız başka yer de kalmadan oranın mutluluğunu hissedin. Kimleyseniz aklınız başkasında kalmadan onun mutluluğunu hissedin. Mutlu olmak için sadece kendinize ihtiyacınız var. Bir de yanınızda sevdiğiniz varsa dünya sizin için döner…




Görüşmek üzere, kendinize mutlu bakın.



05.12.2014

4 Aralık 2014 Perşembe

Kimsenin gerçeği olmadım


















ksb


Herkesin hayaliydim, kimsenin gerçeği olmadım. Tam içlerindeydim, çok o kadar uzaklarındaydım. Her kelimelerini anlayandım, onlar için doğan her cümlem değerliydi, kendim için doğacak bir tek harfimin bile alfabe de yeri yoktu. Günler sürmedi, yıllar, yarım asır sürdü. Daha da bitmedi, sonuna ulaşılamayan anlayışlarımın daha sonu gelmedi. Gelse bile, suni teneffüs yapılıp, hadi kalk dinle, anla, çöz, rahatlat a kadar ulaşılırdı. Gün ışığında göz aldığımdan görünmeyendim. Karanlıkların hiç sönmeyen inatçı mumuydum, giderken üflenen, gelince yanmış olması beklenen. Bıkmadım. Bildiğim, yaşadığım buydu. Dinlemekten, anlamaktan, koşmaktan, yetişmekten bıkmadım. Benim için bir tik olmuştu. Nerede sorunlu bir beden, bir ruh görsem yüreğim atıyordu. Bir bankta oturmuş solgun bir nefes görsem yanına oturup içini kusmasını bekleyecek kadar yüreğim atıyordu. Hiç bir zaman da uzun uzun beklemedim. Tanımadığım bile olsa yanında oturduğum anda benim tikimi farkediyordu. Hayatının en önemlisini bana anlatıp tikime güveniyordu. Ben de şaşırmıyordum. Bunca yıl yaşamış, binlerce insana dokunmuş ve kimseyle paylaşamamış, benim farkedip yanına oturmamı beklemiş diye düşünmüyordum, dinliyordum. Anlattığı çıkmazı hakkında konuşup bir çözüm buluyordum ve sarılarak teşekkür edip gidiyordu. Arkasından seslenemiyordum, çünkü adını bilmiyordum. Benim çözümüm sayesinde bundan sonra ki hayatını değiştirdiğim insan adımı bile bilmiyordu. Belki bu satırları okursa, işte hayatımın dönüm noktası olan tikli insan buymuş der…




Şu anda aklım başka yerde kaldığı için oradan devam ediyorum. Bir sevdiğin iyi değilim diye mesaj atıyor, okuyunca heyecanlanıp hemen arıyorsun. Tanımadığım bir ses aradığınız insan cevap vermiyor diyor. Bir daha diyor, bir daha diyor, bıkmıyor bir daha diyor… Bu defa ben iyi olmuyorum. En azından konuşup sesine dokunmak varken çaresiz mesaj atıyorum ve teknoloji mesaj okundu diyor. Yine arıyorum ve tanımadığım bir ses aradığınız insana ulaşılamıyor diyor. Ve o anda merakıma, herhalde benim şu anımdan daha kötü değildir diyorum. Bıkmıyorum, yine arıyorum ve tanımadığım başka bir ses ya da bana öyle geliyor ve aradığınız insan başka biriyle konuşuyor ona gore sen kendini niye yoruyorsun diyor…Dokunmayı bir kez daha seviyorum…




Herkesin hayaliydim. Kimsenin beni gerçeği yapacak gücü yoktu. Hiç bir maddeye sahip olmama isteğimi sahiplenecek gücü yoktu ki en güzel, en popüler maddelere sahip olma gücü vardı. Hiç bir hırsımın olmamasını sahiplenecek gücü yoktu ki ulaşma isteğinin aklına bile gelmeyecegi maddelere sahip olma hırsı vardı. Yaşadığım bir baba hatırası nedeniyle para üzerine hiç bir ilişki kurmayacağım, sadece beni ben olarak sevenlerle yaşayacağım travmama sahiplenecek gücü yoktu ki paranın cazibesiyle hayatla sevişme gücü vardı. Herkesin hayaliydim, kimsenin beni gerceği yapacak isteği yoktu. Benim sorun anında asılınacak olan yürek kolumun olması herkese yetiyordu. Bu arada bütün bu satırları insanlar adına boşuna yazdığımı biliyorum. Sadece kendim için yazıyorum. Her zaman dudağımın arasından fırlamak isteyen harfleri özgür bırakmışımdır ve ancak öyle içimi boşaltmışımdır. Yani kendim için yazıyorum. Kendimi, kendimle rahatlatıyorum. Ne de olsa mastırbasyonun doktorosunu bitirmiş canlıyım. Benim gerçek olmama gerek yoktu. Kötüyken, yalnızken, bardağını birisine tokuşturmak isterken, kimseyi bulamamışken, yaşadığı acayip olayları kimseye anlatamazken, yaptıklarına bir anlam veremezken ve kendine yakıştıramadığı halde yapıp onu sıradanlaştırmak isterken, kocaman yüreğimin yanında küçücük kalan başka organımla geceleri sabaha denk getirmek isterken, kimseye anlatamam, beni yargılarlar ve hayatlarının dışına bırakırlar tadında yaşadıklarını paylaşmak isterken, bana en sevdiklerini emanet etmek isterken… benim gerçek olmama gerek yoktu. Nasılsa yanlarındaydım, nasılsa her göz yaşını sığdıracak yüreğe sahiptim, nasılsa bir harfine koşup yetişendim, nasılsa her hastalığına her zaman sıcak bir çorbam bulunurdu, nasılsa düğmeme bastıklarında bir kadın bir daha bastıklarında bir erkek oluyordum…




Herkesin hayaliydim, kimsenin beni gerçek olarak görecek birikmişleri yoktu. Nesli tükenen bir canlıydım, herkes benim gibi olmak isterdi ama olmamak için elinden bile gelmeyeni yapardı. Hayat sana güzel derlerdi, bir kaç adım ilerleyince beni yerden yere vurup güzelliğimi çirkinleştirirlerdi. Önce beni sevmeyenlerde olurdu. Ama çocukları beni çok sevdiği için bir şeyi var demek ki diyerek sevenler de olurdu. Eninde sonunda rakı ile beslenen bir beslemeydim. Bir psikolog kum saatine bastımı alacağı para aşağıda birikmeye başlardı. Benimse rakı saatim vardı, akar akar akardı. Zaten ak dı…




Sıkıldım.




Herkesin hayaliydim,         
Kimsenin beni gerçeği yapacak gücü yoktu.


Şunu da yazayım.
… yüreğim atıyordu… yüreğimi attım…




04.12.2014

1 Aralık 2014 Pazartesi

Eskici

 
















ksb


Ben de bir eskiyim. Binlerce insana dokunduğum için, dokunmakla kalmayıp onlarla eskidiğim için eskiyim. Bir insanı dokunmadan anlayamayacak, tanıyamayacak, hayatıma alamayacak kadar eskiyim. Yeni dokunuşların tadını ki dürtmekten bahsetmiyorum alamadığım için eskiyim. Küçükken misketlerimin en güzelini kafalık yapıp bir sevgilinin elini tutar gibi avucumun içinde uyuduğum için eskiyim. Bir arkadaşım kafalığımı beğenip gerçekten çok isterse birlikte uyuduğum sevgilimden vazgeçerek dostumu mutlu edecek kadar eskiyim. Damarlarımızda dolaşan kanı birbirimize karıştıracak kadar eskiyim. Saklambaçta kurt olup sevdiğimi bile bilmeyen sevdiğimi kurtaracak kadar eskiyim. Sokağa atılmış “anne beş dakka daha” harflerini toplayacak kadar eskiyim. Bütün yenilikleri en önce yakalayıp, hatta yenilikler icat edecek kadar eskiyim. Sosyal medyanın göbeğine düşüp, ne varsa adımla lakabıma açıp, doğum tarihimi ekleyip, orada da kahkahamı atıp, osuruğumun kokusunu duyurmayıp, yine de dokunmaktan vazgeçmeyecek kadar eskiyim. Bir sevgilinin elinin sıcaklığını photoshoplu yangından daha çok hissedecek kadar eskiyim. Tanımadığım insanların binlerce likesindense sevdiğimin gözyaşlarına dokunmaktan bile mutlu olacak kadar eskiyim. Dokunmadan yaşayamayacak kadar eskiyim…




Kimseye dokunmadım ama hep orgazm oldum hazzında dolaştıran kim ?





Eski olduğum için eskiciyim. Eski yazımda “Eskici olup, eskiler bile alamıyoruz. Kimse kendini kullanmayıp başkalarını kullandığı için eskimiyor ve biz eskiciler iflas ediyoruz. Şiirlerimiz boğazımıza düğümleniyor, satırlarımız sinameki olup sifona karışıyor, paragraflarımız hayata sığmıyor ve biz bir like bile alamadan iflas ediyoruz, yüreğimizi yediemin e bırakıp arafımıza giriyoruz…” yazdığım için eskiyim. Yaşayarak, dokunarak eskimişlerin kokusunu severim. Başkalarının özlü sözlerini paylaşarak öz olanların yerine kendi devrik cümlelerini sokağa atar gibi hayata bırakanları severim. Belki diğerinde bilgelik vardır ama devrik de hiç olmazsa kendi kokusu vardır diye severim. Eskiciyim. Hem de iflas etmiş bir eskiciyim. Onun için sürekli yürürüm. Eski adımlarımın üzerine bugün ki daha ağır adımlarımla basa basa aynı deniz kıyısına ulaşıp bugün ki aynı manzaranın ilk defa gördüğüm derinliğinde oturmayı severim. Yine de gidip en yeniyi sevene aşık olurum. En yeniyi sevse bile onca yaşanmışlığının kokusuna dokunduğum için aşık olur, hayat yaparım. Yani yeniyi sevmeyen bir iflas etmiş eskici değilim…




Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Eskiciyim. Dinlemeyi severim. Gözlerinin içine bakarak dinlemeyi severim. Dertlerini dinlemeyi severim, çözüm olabilirsem daha da çok severim. Çözüm olamasam bile, içinde kalıp çürüyeceğine en azından kustu diye sevinirim. Bir insanı karşında görmek önemlidir. Gözlerinin derinine bakabilmek, dokunmaktır. Yaşadıklarının gözlerinin rengine yansıyıp, senden o rengi görmeni umutla bekleyip, gördüğünü fark ettiği anda yaşadıklarının sağanağında ıslanmayı severim. Hayatta bir gram değerim varsa sağanakta ıslanmaktan korkmamamdandır. Hepsini dinlerim. Sadece son cümlesine cevap vermem, hayatına cevap veririm. İnsanları dinlemeyi severim. Aşkımda olsa sokağın küfünde oturan şarapçı da olsa dinlerim. Her bedenin bir ruhu vardır ve hiç kimse bedeni kadar değildir. Her yaşanmışlığın her bedene bıraktığı bir çizgisi vardır. Kiminin anlının ortasındadır, kiminin ruhunun kendi bile unuttuğu en derinindedir. Başkalarının en derinindeki çizgileri silebilmek için çok vurgun yedim. Kendimi kendi kucağıma alıp, suni teneffüs yapıp çok geri döndürdüm. Acıları, dertleri paylaşarak büyüdüm, kendime yürüdüm. İflas etmiş bir eskici olduğum için yürünmeyecek yüreklere kadar yürüdüm. Almadım, verdim, hep yenildim. Hep aynı yerde durdum, geldiler, gözyaşlarını içime akıttılar, yüreğime burunlarını sildiler, kendilerine geldiler, gittiler. Hiç bir zaman güneş ışığında görünmedim, acı rengi karanlıklarda çok nettim. Bunun için iflas etmiş bir eskiciyim ama yeniyi de sevmeyen bir eskici değilim. Aşık olduğum en yeniyi, en popüleri sever, ben de onun ruhunun derinindeki çizgilerinin anlamını severim, onu o yapan acı, keyifli yaşanmışlıklarının bütününü severim. Onun anlamı benim için hayattır, nefestir, bir gülüşüne kendimden vazgeçmektir…




Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Eskiciyim. Okunmayan şiirler yazan ozanım. Ama arkadaşlarım şiirlerimi ben yazdım diyerek sosyal medyanın sırlarla dolu ve aleni olan dokunmadan tanışma yerlerinde paylaşarak çok dokunmuşlardır. Kendi yazdığım şiirler kendi sevdiklerime dokunamazken, görmediğim, tanımadıklarıma, tanıdıklarımın dokunmasını sağlaması da enteresandır. Bunun için eskiciyim. Gördüğüne, dokunduğuna inanmayıp, görmediğine, dokunmadığına inanıp, ondan kendi kendine iyi insan, sair, yakışıklı, güzel, değerli yaratıp, onun için başka şehire gidecek, bir gece oturup içki içeçek, kendi gibi kendini tanımayan ve başkasını ortaya koyana dokunacak kadar yüreğinin dibini göremeyenler de daha enteresandır. Bunun için eskiciyim. Bir insanın hayat kokusunu duymadan dokunamayacak kadar eskiciyim. Şu anda, ulan oğlum adın verenay a çıkmış, sen mi kimseye dokunmadın diye söylenenler vardır. Eskiden, Efsunumdan önce, tabi ki dokundum. Ama en azından bir bar da gördüm. Kendinden bile sakladığı mimiklerini gördüm ve onlardan bir tarif çıkardım. Yanıma denk gelince de ben olan cümlelerimi paylaştım, o gece için sohbetimizden keyif aldım ve dokunup öyle verenay oldum.
Bunun için iflas etmiş bir eskiciyim. Sadece aşkıma dokununca hisseden, yaşadığımı anlayan bir eskiciyim.





Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Eskiciyim. İflas etmiş bir eskiciyim. Yürüyerek yaşarım. Bugün attığım bütün adımlar aşkıma kadar gidiyor. Yürüdüğüm bütün sokaklar aşkıma açılıyor. Vardığım bütün dalgalar aşkımın kıyısına vuruyor. Aldığım bütün nefeslerde içime aşkım doluyor. Ben artık ben değilim, senim, bizim, birim, severim. Efsuncuyum. Aşık olmuş Efsuncuyum…




01.12.2014

27 Kasım 2014 Perşembe

Etmiyor















ksb


Şu haldeyim,
bütün yaşadıklarımı toplasam, bir de benle çarpsam, Istanbul u içine atsam, izmir i bodrumu iyice karıştırsam, deniz kıyılarının kokusunu, martıların süzülüşünü, erguvanların rengini, kelebeklerin anını, yüzlerce yıllık çınarların yapraklarını, çocukların mutluluklarını, haksızlıkların özgürlüğünü, gün doğumlarını, cankırmızı gün batımlarını, keşfedilmemiş güzellikleri, derin nefesleri, sonsuzluk iksirini de bir güzel eklesem sana bir bakışımın anlamı ve mutluluğu kadar etmiyor.




Bütün biriktirdiklerim, bütün anlayışlarım, bütün paylaşımlarım, bütün gidişlerim, bütün kalışlarım, bütün gördüklerim, bütün görmediklerim, bütün umutlarım, bütün hayallerim, bütün gerçeklerim, bütün rakılar, bütün öğlen biraları, bütün sabah kahveleri, bütün girdiğim odalar, bütün çıktığım şehirler, bütün keşfettiğim insanlar, bütün yürüdüğüm sokaklardaki ıhlamur kokuları senin elini tutuşumun anlamı ve mutluluğu kadar etmiyor.




Ben de senin kadar etmiyorum. Gizli gözyaşlarımda kürek çekiyorum. Seni sevmekten başka bir şey bilmiyorum. Kolay olmuyor, hayat paçalarımdan çekiyor, sistem adımlarımı düğümlüyor, inandıklarım rakı ısmarlıyor, girdiğim bütün kapılar beni görmeden içine alıyor, feryat etmeyi bilmiyorum sesim duyulmuyor, bakışımla, usul kelimelerimle anlatıyorum ulaşmıyor, bir kördüğüm boğazıma oturuyor ve ben gelip yine karşına oturuyorum. Sabahına kalmak istiyorum, öğlenine kalmak istiyorum, akşamına kalmak istiyorum, yatağımıza elele uzanıp hiç hayata çıkmak istemiyorum. Çünkü o dünyanın küçücük noktasında sadece sen ve ben varız. Taa ki sabah olup hayata çıkana kadar sadece biz varız. Sabah olsun istemiyorum, hayata uyanmak istemiyorum, senin yanında öylece kalmak istiyorum.





Olmuyor, sabah oluyor. Kapı kilitleniyor, asansör geliyor, denize varılıyor ve hayat. Niye sana ulaşabileceğimi bilmeden yarım asır yaşadım. Niye her zaman kendime kalacağıma inanarak kendim kadar yaşadım. Niye düzenin bir kulbundan tutmadım. Niye katlanma rakılarının azgın dalgalarında yüzdüm. Niye o kasaba senin bu oda hayatın dolaşıp durdum. Niye bu kadar çok insan ve dokunuş biriktirdim. Niye bir dikili ağacın gölgesinde oturmadım. Niye sosyal bir hayvan oldum. Niye nesli tükenen bir canlı gibi gecelerin koruması altına alındım. Niye bir şeye sahip olmak istemedim. Niye yürüyebileceğim en son noktaya kadar yürüdüm. Niye her şeyi, her insanı, her canlıyı anlamaya çalışıp kendimi kendi haline bıraktım. Çünkü ben kadardım ama şimdi biz kadar olmak istiyorum.




Çok zor oluyor be uzay güzelim. Senin için sıradan olan benim için ilk. Senin en iyi bildiğin benim için ilk. Senin onlarca yıldır yaşadığın benim için ilk. Senin ezbere bildiğin benim için ilk. Senin tarafından bakılınca hiç bir şey yapmıyor gibi göründüğümü biliyorum ama bir de beni bilsen…




Şu haldeyim,
senin yüreğinden uzaklaşıp kendi sokaklarımda yürümeye başladığımda adımlarım sana kadar geliyor. Yarım asırıma dokunduğumda hissetmiyorum, senin umarsızlığına bile dokunduğumda imkansızcasına hissediyorum, sadece sana dokununca hissediyorum. Sen yanımda olmayınca sensizliğime sabahlara kadar içiyorum bir yudum kahkaha bile atamıyorum, seni uyurken bile izlerken dünyanın en büyük en sessiz kahkahasını doyamayasıya atıyorum.




Bu deli adamın benimle ne işi var diye düşünebilirsin. İşim yok, aşkım var. Sadece sana kadar yaşayacak nefesim var. Bütün nefeslerimi düzenler yuvarlağında tüketmişim. En derinini, en anlamlısını, tek gerçeğini yalnızlığımın terk edişi olan gidişime saklamıştım ama o sonsuz nefesimi bize almak istiyorum. Sana gülerek dünyaya gelip, ilk ıngamdan son sözüme kadar sana duyurmak istiyorum. Sana, bana, bize yaşamak, sonsuzun tarifini kıskandırmak istiyorum…




Biliyorum metin yazarıyım. Dokunmadığım bir ürün için bile sayfalarca yazabilirim. Belki mühendis olsaydım satırlarım daha değerli olabilirdi. Nasılsa her şey için oturup ya da ayakta yazabilir kadar görünüyor olabilirim. Ama doktor da olsam hiç de olsam yazacağım satırlar bunlar. Çünkü yüreğimin içinde doğuyorlar. Yazacağına yaşat da diyebilirsin ve ben de sana hak veririm. Tek isteğim zaten yaşatmak ama ser de yarım asır var. Bir iş değiştirmek bile kolay değilken haliyle hayat değiştirmekte kolay olmuyor be uzay güzelim…




Hayatta almak istediğim tek nefessin.



27.11.2014

Kimi anlıyorsun ?



















ksb


Yürüyorsun. Hayatın seçtiğin sokaklarında yürüyorsun. Üzerine basa basa geçtiğin sokaklar caddeye açılmıyor, deniz kokusuna ulaşmıyor, duvara tosluyor diye kızıyorsun. Sen seçiyorsun, üzerine bastığına kızıyorsun. Kızgınız. Hayata, insanlara, şehirlere, sevgililere her şeye kızgınız. Bir tek kendimize kızmayı beceremiyoruz. Kızgınız. Aşık olmayı unutacak kadar, kendi seçtiğimizi unutacak kadar, kendimizi yolda görüp merhaba dedikten sonra bir yerden tanıyorum ama çıkaramadım diyecek kadar kızgınız, kendimize o kadar uzağız…




Sahip olmam gerekiyor diye mülkiyet olan, evlenmem gerekiyor diye evlenen, çocuk yapmam lazım diye dünya güzellerini hayata atan, tek başınayken kendini dört odalı eve sığdıramayıp hayat vadeli kredilerle dört katlı villa alan, duygu ehliyeti yokken en pahalı arabayı alıp fotoğraf çektiren, çocuklarımın geleceği için deyip çocuklarının büyüdüğünü görmeyip, yarınların peşinden koşup bugünü unutan ve ben senin için yaptım deyip fırça atan, insanların gözlerinin rengine bakmayı unutup, bundan bir gelecek çıkartırmıyım diye kendini sevdiğine inandırıp dokunmayı bile hatırlamayan, babam öldü, cenazesini paylaştım, 1000 like aldım diye çok sevildiğini düşünen, kendi gideceği yere daha gitmeden buradayım diyecek kadar aleni olup, gizemli insanım adımlarıyla yürüyen, kendi dahil kimseyi tanımayıp, herkesi tanıdığına inanıp, dokunmadığı iyi insanlarıyla yaşayarak mutlu olup, konuşmayı unutup tuşlarla yaşayan, kendi hariç herkese kızan kimi anlar ?


Yürüyorsun. Kendinden en uzağa yürüyorsun. Yürürken ardına ekmek kırıntısı atmayacak kadar kendinden en uzağa yürüyorsun. Kırk yaşına geldiğinde bi durup düşünüyorsun. Hadi bi ev daha alayım da ondan sonra sahil kasabasına yerleşirim deyip devam ediyorsun ki sahil kasabası olmuş mutsuzlar metropolu, elli yaşına geliyorsun, her gün tansiyon hapı alıyorsun, bi durup düşünüyorsun, şu geleceğimi garanti altına alayım sonra ada ya yerleşirim deyip devam ediyorsun ki ada olmuş mutsuzlar anakarası, dün de başladığın gelecekleri mazi yapıp tavan arası tozlarına bulayıp, bugüne altmış yaşında bile ulaşamayanlar kimi anlar ?




Dün erken, yarın geç, bugün tam zamanı.




Bizi bizden uzaklaştıran kim ? Aldım, vermedim, yendim dünyasında yaşatan kim ? Kimseye dokunmadım ama hep orgazm oldum hazzında dolaştıran kim ? Konuşacağın harfleri unutturup, paragraflarını tuşlara akıtan kim ? Gülmeyi, içten bir kahkahayı mazi yapıp iki nokta üstüste parantezine mahkum eden kim ? Saklambaçta kurt olup sevdiğini ebe yaptıran kim ? Gözlerimizdeki parıltıyı tukaka yapıp, photoshop lu halimizi piyasaya sürdüren kim ? Kendimizden bu kadar mı utanıyoruz ve bu kadar utananlar kimi anlar ?




Kimseye dokunmadım ama hep orgazm oldum hazzında dolaştıran kim ?
Sevdim bunu…




Yürüyorsun. Kendine sırtını dönüp başkalarına yürüyorsun. Başkaları kadar yaşayıp, başkaları kadar yiyip, başkaları kadar giyinip, başkaları kadar gezip, başkaları kadar beğenip, başkaları kadar nefes alıyorsun. Kendinden uzaklaşıyorsun, en iyi ihtimalle başkalarındaki kendin kadar hayat oluyorsun. Eninde sonunda başkalarına kızıp başkalarına gidiyorsun. Aydınlanma kurslarına gidiyorsun, ben zaten aydınmışım deyip ezberliyorsun, hatta başkalarını aydınlatıyorsun ki insanın karanlıkta yaşayası geliyor… Herkes bütün, herkes mutlu, herkes gezgin, herkes gurme, herkes aydınlanmış ki bir ben kalmışım araf da duygusu da bize kalıyor… Kim, kimi anlasın ?




Dün erken, yarın geç, bugün aşk zamanı !




Eskici olup, eskiler bile alamıyoruz. Kimse kendini kullanmayıp başkalarını kullandığı için eskimiyor ve biz eskiciler iflas ediyoruz. Şiirlerimiz boğazımıza düğümleniyor, satırlarımız sinameki olup sifona karışıyor, paragraflarımız hayata sığmıyor ve biz bir like bile alamadan iflas ediyoruz, yüreğimizi yediemin e bırakıp arafımıza giriyoruz…




Yürüyorsun. Omuzunda toplum apoletleri sırma sırma yürüyorsun. Tamam onu seçiyorsun ama o zaman diğerini de, bilmediğini de neden istiyorsun ? Hepsini al mı geldi ? Oynuyorsun. Herkesin birbirine karışmış repliklerini ezbere yaşıyorsun. Kendi bir harfini yazmaya üşenip hayatca bitmeyen başkalarının senaryosunu ezberleyip, oynayıp başkalarına kızıyorsun. Peki öyle olsun.




Aslında kendinin kokusu bir bebeğin ki kadar imkansız. Bir ara ver. Denizin okşadığı bir kayanın davetkarlığına otur, gözlerini ufuğa kapa, kendini içine çek, bir an için sadece önemsiz bir an için kendin kadar hisset, kendin kadar nefes al, kendini çok seveceksin !




Başkalarının kırmızı ışığında durma, hayat kendine yeşil dalga…


Yürüyorsun. Hayatın seçtiğin sokaklarında yürüyorsun. Üzerine basa basa geçtiğin sokaklar caddeye açılmıyor, deniz kokusuna ulaşmıyor, duvara tosluyor diye kızıyorsun. Sen seçiyorsun, üzerine bastığına kızıyorsun. Kızgınız. Hayata, insanlara, şehirlere, sevgililere her şeye kızgınız. Bir tek kendimize kızmayı beceremiyoruz. Kızgınız. Aşık olmayı unutacak kadar, kendi seçtiğimizi unutacak kadar, kendimizi yolda görüp merhaba dedikten sonra bir yerden tanıyorum ama çıkaramadım diyecek kadar kızgınız, kendimize o kadar uzağız…




27.11.2014



26 Kasım 2014 Çarşamba

Aşk.


















ksb


Aşk,
Elde var bir değildir. Her an doğar, her an gider, hiç gelmez, hiç gitmez. Alışmayı sevmez, hissedilmeyi sever. Garantiyi sevmez, belirsizliği sever. Aklı sevmez, deliliği sever. Geleceğe yayılmayı sevmez, anı sever. Durmayı sevmez, iniş çıkışları sever. Huzuru sevmez, çılgınlığı sever. Biriktirdiğin seni sevmez, aşık halini sever. Başkasına bakmayı sevmez, sadece o na bakmayı sever. Geçmişi sevmez, dokunduğu anı sever. Alışmayı sevmez, birazdan ölecekmişcesine sever…




Aşk,
Hayatın üç harfle anlatımıdır, nefesidir, sebebidir, orgazmıdır, kabullenişidir, vazgeçişidir, gözyaşıdır, kahkahasıdır, sabah kahvesidir, öğlen rakısıdır, kaçırdığın vapurdur, dolmuştaki seni bekleyen son koltuktur, şapkası atılan a dır, noktası konulan büyük i dir, ucu yanık saman kağıdır, altıplustır, acı türk kahvesidir, lattedir, renkalem macundur, sihirli yumurtadır, çocukluğundur, yaşlılığındır, gidişindir, kalışındır, bilmediğin kendindir, özlediğindir, kızdığındır, kırdığındır, kendini anlatamadığındır, seni tek anlayandır, onsuz soluk alamadığındır, bir bakışına ağzına sıçtığındır, doğuşundur, ölümündür…
hayatın anlamıdır, taa kendisidir…




Aşk,
Hep beklediğindir, geldiğinde hep varmış gibidir. İlkokula başlamadan üniversiteyi bitirmek gibidir. Tükenmeyen kurşun kalem gibidir. İpe ihtiyacı olmayan topaç gibidir. Sıcak kahve diye yanıp, soğutup içmek gibidir. Tuttuğun takım gibidir. Seni takip etmeyen gölgen gibidir. Adı olmayan hayrat gibidir. Dışarı boşalmak gibidir. Gitmeyi hayal ettiğin sahil kasabası gibidir. Yelkenini şişiren rüzgar gibidir. Kuraklığına yağan sağanak gibidir. Deltasına ulaşamayan nehir gibidir. Ağacından ayrılamayan kuru yaprak gibidir. Gözüyle vedalaşamayan yaş gibidir… Aslında gibi değildir. Sadece kendini bırakmak yeterlidir. Sadece aşktır, sadece aşk…




Aşk,
Terketmektir. Kendini terk edip o olmaktır, bir olmaktır, biz olmaktır.
Yapabileceklerinin ve asla yapamayacaklarının toplamıdır. Hayatın üç harfli anlamıdır. O ndan başkasını görmenin gözlerinin yüreğine gelmemesidir. O ndan başkasına dokunmanın teninin yüreğinde yaşamamasıdır. O ndan başkasını düşünmenin hayallerinin yüreğinde soluk almamasıdır. Kahveyle içtiğin sigaradır. Rakıyla yediğin beyaz peynirdir. Köhtefle tatlandırdığın piyazdır. Birbirine geçince anlamını gösteren iki yapboz parçasıdır. Bir ile biri toplayıp bir olmaktır. Birlikte doğup, birlikte büyüyüp bütüne var olmaktır. Sonsuz olduğunu bilip anında mutluluğu paylaşmaktır. Uyurken izleyip yüreğinde renkalem kelebekler uçurmaktır. Gülen gözlerindeki nefesi yüreğine çekmektir. Hayat ellerinde yüreğini büyütmektir. İmkansız tenine her bakışında, dokunuşunda ona doğmak, yeniden tazeden ona doğmak, ona doğmaktır. Yüreğinin içinde yaşamanın mutluluğunu onunla paylaşmaktır. Hayat aşktır, sadece aşk…




Aşk,
Bebeğin ilk ıngasıdır. Ellerinle beslersin, kokusuna büyülenirsin, sevginle büyütürsün, yüreğinde sallarsın, yüreğinle ilk adımlarını görürsün, yüreğinle ilk kelimesini duyarsın, yüreğinde yaşatırsın… Aşk, bir bebektir. Anne sütü sevmektir. Onu hayatına aldığında sadece onu hissetmektir. Ona iyi bakabilmek için kendine iyi bakarsın. Büyüyünce de yanında olmak için kendini geliştirirsin. Ona güzel bir hayat sunmak için, iyi bir insan olması için kendini ona terk edersin. Aşk, bir bebektir. Sevgiyle, anlayışla, dokunuşla, düşünceyle, paylaşmakla büyüyen bir bebektir. Hayat aşktır, sadece aşk.




Aşk,
Tarif edilmeyi sevmez. Zaten tariff edilemez. Benim gibi satırlar yazabilirsin ama anlatamazsın. O kağıtta, ekranda, romanda yaşamaz. Sadece yürek de yaşar. Aşk için sadece yüreğin olması yeterlidir. O İllaki gelir ve seni bulur. Yeter ki sen geldiğini hisset. Kalplede çok güzel, çok zengin, çok sonsuz yaşanır. Ama bir an bile sadece bir an bile yüreğinle yaşadın mı, kalbin artık organ bile değildir. Yüreğinle gördüğün bir manzara tarifsiz olur, yüreğinle martıya attığın simit tarifsiz olur, yüreğinle denizde sektirdiğin taş yerini bulur, yüreğinle gittiğin her yer var olduğun yer olur, yüreğinle dokunduğun her an mutluluk olur, yüreğinle yaşadın mı hayat hayat olur…
Aşk, hayatın anlamıdır, taa kendisidir.
Hayat aşktır, sadece aşk…




Ben aşığım, siz de aşık olun.        



26.11.2014

14 Ekim 2014 Salı

Aşıktık.













ksb
 


Bir bakışı uğruna nefesimizi tutar, en derinlere onun için saklardık. Zifiri yağmurlu çıkmaz kuyulara dalar, yüreğimizi paslı çivilere sürte sürte gülen gözlerinin nefes aldığı aydınlığa koşardık. İnatçı rüzgarlara karşı çırılyürek yola çıkar, gökten zıplayan taşların kanlarında nefesleyerek hayat çizgisine karışırdık. Hain sıradanlığın acılı oklarının tiz tokatlarından düşe kalka vurula çıkmaz hayatlara dalar, sadece onun için yüreğimizi yaşatırdık. Bir uykusu için gece olur, bir dalışı için vurgun olurduk. Ayaklarını öper, ellerini yüreğimize sığdırırdık.Kalemimizin yürek kırmızısı mürekkebini sadece ona akıtırdık. Bilmediğimiz alfabeleri onun için öğrenirdik ki ilk duyan o olsun diye yangınlarda otururduk. Karanlık güneşlerde oynarken, hayatı ayağımızda sektirip rekorlar kırarken, zıpkın gibi yalnızlığımızla insanlık tarihini yazarken, hayatın salaklığının gölgesini üzerimize denk getirmediğimiz sokağımızdan sadece onun için ayrılır, hayata karışırdık ki yetmezdi !


Bilirdik.


Anlaşılmayacağımızı bilirdik. Çoğunluğun değerlerinin içimize sığamayacağını ve toplumdan 1 like bile alamayacağımızı bilirdik. Dokunarak anlamanın tadını yaşadığımız bakışlarımızın popüler mekanlarda göz yaşı dökemeyeceğini bilirdik ki yerimizi bildirmezdik. Mutluluğun dün ile geleceğin mengenesinde yaşadığı topraklara yürek basarken, mutlu bir dakikanın kocaman bir günü güzelleştirdiğini bilirdik.
Kendi dahil kimseyi tanımayanların herkesi tanıdığı mutedil tuşlu hayatların hedeflerinde nefes alamayacağımızı bilirdik. Herkesin hayatın zirvesinde, en güzel mekanlarda, en zengin köşelerde, en mutlu tuşlarda, en güzel resimlerde, en özlü sözlerde, en mutlu paylaşımlarda yaşadığını hayat bildirimlerinden bilirdik ki aslında herkes kör ve sağırdı birbirlerini ağırlayıp selfie çekerdi. Özçekim yazamıyorum çünkü hiç bir fotoğraf çıkmazdı…


Aşıktık.


Karıştık. Sadece aşk için nefes alamayacağımız hayata çıkardık. Öpüşmelerimizin bizi yaşatacağına inanırdık. Birbirimize bakışlarımızın nefes olacağına inanırdık. Gülen gözlerimizin en sığ vurgunları soluklayacağına inanırdık. Birleşen ellerimizin Kaz Dağı olacağına inanırdık. Aşkımızı uyurken seyredişlerimizin güzellik sonrası nefes kokusu olduğuna inanırdık. Sevişmelerimizin ömrümüzü uzatacağına inanırdık. Yüreklerimizin birbirine yeteceğine, a lara b lere mahkum olmayacağına, birbirlerinin özgürlüğü olduğuna inanırdık ki inançsızdık.
Sadece onun için adım atardık, yüreğimiz götümüze vura vura koşardık ki yetmezdi !


Bilirdik.


Öleceğimizi bilirdik. Yalnızlığa özgür olduğumuzu bilirdik. Niçin terk ettiğimizin farkındaydık ama nefesimizin hayatı buğulandırdığını bilirdik.
Kendimizi anlatamayacağımızı, gördükleri kadar görüneceğimizi bilirdik.
Her şeyi bilmediğimizi bilirdik. Harflerin rakamlardan değerli olduğunu bilirdik. Dünün erken, yarının geç bugünün tam zamanı olduğunu bilirdik.
Tek gerçeğin ölüm olduğu bilirdik ki onun için yaşardık. Ölesiye değil yaşayasıya sevdiğimizi bilirdik.


Aşıktık.


Kendimizden vazgeçecek kadar severdik. Girmeyeceğimiz kapılardan elele geçerdik. Çıkmayacağımız balkonlara sevdayla otururduk. Gülmeyeceğimiz fıkralara karnımızı ağrıtırdık. Göremediğimiz, bilemediğimiz geleceği ki kimse göremezdi, bilemezdi, görürdük, bilirdik.
Bir bakışı uğruna bildiklerimizi unuturduk. Bir gülüşü için inanmamadıklarımıza yürekten inanırdık. Göz yaşlarını içimizde biriktirip kendi ölümlerimizden ona hayat yapardık. Bir serçe parmağının sıcaklığına özümüzle vedalaşırdık ki yetmezdi !


Bilirdik.


Sokakta yaşadığımızı bilirdik. Sobaya dokununca yaktığını bilirdik. İki taşın arasından gol atmanın sevincini bilirdik. Gaz lambasına püf demeyi bilirdik. Ihlamur kokusunun nereden geldiğini bilirdik. Saklambaçta kurt olunca sevdiğimizi kurtarmanın mutluluğunu bilirdik. Dokunmadan, nefesini duymadan, anlamadan, paylaşmadan, hissetmeden yaşanamayacağını bilirdik. Bir arabanın yüz kilometreye çıktığı saniyenin ne kadar küçük olduğunu bilirdik. Hedefleri kimin koyduğunu bilirdik ki koynuna girmezdik. Herkesin mutlu olduğunu, birbirini sevdiğini, birbirini düşündüğünü tek emojinin arka arkaya sıralanmasıyla anlatılabildiğini, hissettirildiğini bilmezdik ama öğrendik…


Aşıktık.


Sadece ona nefes alırdık. Ne kadar uzaktan gelirse gelsin yüreğimizde ki tek köşeye oturturduk. İnanılmaz ellerinin hayat çizgisine karışabilmek için kendi çizgimizi silerdik. Gülüşünden hayat, bakışından nefes, dokunuşundan anlam, gözyaşından ölüm, kahkahasından sonsuz ömür yaşardık. Harflerin yüreğini sıkarak, en anlamlı damlalarını toplayarak satırlar armağan ederdik. Giderken sonuna kadar götürür, dönerken sonuna kadar beklerdik. Onsuz gecelerde yatağımıza sığamayıp çıkmaz sokakların karanlığına uzanırdık. Kokusunu duyamadan uyandığımız sabahlara ezbere lanetler okurduk. Onu bizden çalan zamanlara kör tapa takardık. Onunla doğardık, birlikte büyürdük. Haftanın her gününün, yılın her ayının, hayatın her saniyesinin adını onun adı olarak yaşardık. Sadece onu gören gözlerle bakardık. Ben artık kendim değilim, senim, bizim cümlesini mantramız yapardık. Sadece onun için nefes alırdık ki yetmezdi !


yürekyürekyürek



14.10.2014

29 Eylül 2014 Pazartesi

Mutluyduk





















Duvarın üzerine dizilip çekirdek çitliyorduk. Niyetcilik yapıp, para kazanıp, dostlarla paylaşıyorduk. Saklambaçta kurt olup sevdiğimizi kurtarıyorduk. İki taşın arasından, rüzgarda balon gibi uçan plastik topla inanılmaz goller atıyorduk. Yan mahallenin kızlarına bakmıyorduk. Sarı telefon kulubesinin yanında herkesin bildiği saatte buluşup, saatlerce sohbet ediyorduk. Mutluyduk.



En güvendiğimiz misketimizi kafalık yapıyorduk. Dayan dayan almanya ile topu havada tutuyorduk. Kukalı saklambaç icat ediyorduk. Yakan topun acısını paylaşıyorduk. İsim şehir oynarken aniden topaç çeviriyorduk. Hepimiz mühendistik, birbirinden şahane tornetler yaratıyorduk. Kırmızı plastik arabanın kalbine tel batırıp ileri sürüş teknikleri öğreniyorduk. Taka takanın kemik seslerini çeviriyorduk. Adam kovalayanı yakıp peşinden koşuyorduk. Koru da bir ağacın altında sabahlara kadar konuşuyorduk. Mutluyduk.



Sevgimizi sevdiğimize gösteremiyorduk. Utangaçtık. Sevdiğimize açılana kadar başka şehire taşınırlarken, kendimizi aşkımızın ardından su dökerken buluyorduk. Yine de seviyorduk, dokunamadığımız sevgililerimizi özlüyorduk. Hele bir de elini tuttuk mu dünyalar bizim zannediyorduk. Hayatın en güzel aşk parçalarını 90 lık basf kasete sığdırıp,yanından geçerken mahalleye çaktırmadan eline tutuşturup, eve koşup, telefonu bizden önce kimse açmasın diye nöbet tutuyorduk. Mutluyduk.


Kırmızı teneke kutunun içindeki bisküvilerin tadına varıyorduk. Leblebi tozunun naylonunu yalıyorduk. Macuncunun etrafını sarıyorduk. Zambo ile siyah balonlar şişiriyorduk. Tipitip in gözlüklerine bayılıyorduk. Elvan gazozuna ohh çekiyorduk. Akola yı tatlı buluyorduk. Lahmacuncu abinin beyaz sepetinin köşeden dönmesini bekliyorduk. Büyüyünce çıngıraklı yoğurtçu olmak istiyorduk. Gecenin karanlığını korkutan iiiibozaaa seslerine koşuyorduk. Süt taşmasın diye başında bekliyorduk ama illaki taşırıyorduk. Vezuv gaz sobasının yuvarlağını direksiyon yapıyorduk. Migros otobüsüne binip koridorunda kayboluyorduk. Sana yağ kuyruğuna giriyorduk. Mutluyduk.



Sevdiğimize yürekten satırlarla yazdığımız mektubun ucunu yakıp, köşedeki sarı posta kutusuna atıp, postacı amcanın yolunu gözlüyorduk. 2000 yılına bile mektup atıyorduk. Sevdiğimizi bir keşkülle tavlıyorduk ve tabi yanındaki en küçük kardeşine de ısmarlıyorduk. Sevdiğimize korku filminde sarılıyorduk. Sevdiğimizi ailesi ile yazlıklarına yolcu ettiğimiz yaz tatillerini sevmiyorduk. Karşı da oturan kızlarla çıkmıyorduk. Bir bankta elele oturunca bile hayatı güzelleştiriyorduk. Mutluyduk.



Birbirimizi dinliyorduk. Birbirimizi anlıyorduk. Birlikte ağlıyorduk, birlikte gülüyorduk. Birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Yüreklerimizi kesip yürekdaş oluyorduk. Birbirimize dokunuyorduk. Birbirimizi düşünüyorduk. Yokluğu da varlığı da sonuna kadar paylaşıyorduk. Mutluyduk.



Şimdi, ayfon6 kadar yaşıyoruz,
artık hiç birşey yetmiyor, daha fazlasını istiyoruz,
elimizdekini, yüreğimizdekini görmüyoruz,

herşeyin peşinde koşmaktan kendimizi kaybettik,
sunulan kadar yaşıyoruz,
...
size mutluluklar,
ben gider…


29.09.2014

24 Şubat 2014 Pazartesi

Sokak karanlıktı. Adımları daha da karanlık…



 















Sokak karanlıktı.
Adımları daha da karanlık…



Hayatın içinde yürek yuvarlıyordu. O bedenden diğerine çarpa dokuna ilerliyordu. Kendini paslı bir köşede bırakıp üzerini rüzgarla örtmüştü. Terk etmeyi bile terk etmişti. Biriktirdiklerinin altında kalarak o şehirden diğer insana koşuyordu. Oda koleksiyonu yapıyordu. Genelde gözü yaşlı teni kuru odaları topluyordu. Bıkmazdı, nedense hiç bıkmazdı…



Hayat karanlıktı.
Derinleri daha da karanlık…



İnsan sevdiğini neden üzer ?
Sevmediğinden mi ?
Sevmiyorsa seviyorum der mi ?
Sevmeyi unuttuğundan mı ?
İki kişi olmayı unuttuğundan mı ?
Tek kişilik hayatına iki kişiyi sığdıramadığından mı ?
Bu kadar yalnız insan varken sevecek insan bulmanın
sarhoşluğundan mı ?
Kaybetme korkusundan mı ?
Mutsuzluğa ve yalnızlığa alıştığı için mutlu olma korkusundan mı ?
Kendinden daha güvenilir olduğunu bildiği halde kıskandığından mı ?
Kendinden önce ki hayatından mı ?
Geleceği düşünmekten mi ?
Özgürlüğünü kaybetmekten mi ?
Böyle iyiydim şimdi bir çok yapmam gereken var dan mı ?
Daha önceki ilişkilerinden mi ?
Nasıl olsa bu da bitmeyecekten mi ?
Öküz gibi içmekten mi ?
Daha iyisini bulurmuyum acabasından mı ?
Hayatındakilere nasıl kabul ettireceğini düşünmekten mi ?
Erkek olduğu için mi ?
Kadın olduğu için mi ?
Salak olduğundan mı ?




Dünya karanlıktı.
Biriktirdikleri daha da karanlık…



Bıkmazdı, nedense hiç bıkmazdı. Dinlemekten, anlamaktan, anlatmaktan, dokunmaktan, paylaşmaktan, göz yaşı biriktirmekten, sevişmekten, anlaşılmamaktan, kucaklamaktan, insandan, dibine kadar gitmekten bıkmazdı, nedense hiç bıkmazdı. Herhalde kendini kahraman zannediyordu, yüreğinden başka köstümü olmayan…



Girmediği kapı kalmamıştı. İçmediği su da kalmamıştı ama kuruydu. Bodrum yankıları bakışıyla dolaşırdı. Su üzerinde gözükürdü ama dibinin nerede olduğunu kimse bilmezdi. Attığı kelime ürküttüğü insanlara değer miydi bilmezdi. Öylece dururdu. Bir fiske atsan yıkılacak, hiç bir fırtına da yerinden kıpırdamayacak kadar dururdu. Karanlıkların ortasında inatçı bir mum yumuşaklığındaydı. Girmemesi gereken sokaklara girmesiyle meşhurdu. Hep paylaşırdı ama yalnız olduğunu da bilirdi. Bıkmazdı. Dokunmaktan bıkmazdı…



Karanlık karanlIktı.
Aydınlık utangaç…



Utanıyorum ya hayat dedi uçsuz bucaksız uçurumun an yakınlığında. Sadece güzellikleri yaşatamadığım için utanıyorum. Göz yaşları uçurumun derinliğini ölçüyordu. Onu üzdüğü için utanıyordu. İnsan sevdiğini üzer mi dedi uçurumun sesine, cevap gelmedi. Rüzgar geldi, omuzuna kondu. Gerçekten seviyor musun dedi. Rüzgara bu soruyu sordurdu diye daha da utandı. Gerçekten seviyordu. Rüzgara, bir annenin bebeğine yaklaştığı hassaslıkla sevdiğine yaklaşılmalı dedi. Daha dikkatli, daha anlayışlı, daha yapıcı olmalı insan sevdiğine diyerek devam etti. Rüzgar gitmişti ama onun için fark etmedi. Konuşmaya devam etti. İnsan sevdiğine kırılsa bile onu kırmamasını bilmeli, eksik bırakmamalı, yürek üstünde taşımalı, pamuklara sarmalı cümleleri döküldü uçurumun davetine... Yanında yokken yüreği çıkarcasına özlerken yanındayken hakkını veriyor musun dedi uçurum. Bir kere daha utandı. Artık uçuruma kendini bırakamazdı…



Etrafın her tarafı karanlıktı.
Aşk, aydınlıktı…



Aşık olun diye bağırırdı ve bağırmaktan hiç bıkmazdı. Ekmek yemeyin, su içmeyin, aşık olun derdi kendi yalnızlığının ayak ucundan…
Aşk ı terk etmişti ama herkesin yaşamasını isterdi. Aşık olmadan hayata geliş sebebinin anlaşılamayacağına inanırdı ama kendisi terk etmişti. Bıkmazdı. Aşk ı anlatmaktan bıkmazdı. Kendini karanlık bir köşede bırakmıştı ve üzerini rüzgarla örtmüştü.



Ben onun gibi yaşamadım ama onu dinledim.
Aşık oldum.
Yüreğimle yaşamanın mutluluğuna kuruldum.
Ben de sevdiğimi kırdım, nasıl bunu yaparsın diye yüreğimi alıp eşşşek sudan gelinceye kadar dövdüm.
Ben de utandım ama sevmekten gerçekten sevmekten vazgeçmedim.
Onun kıyısına yerleştim. Ondan hayat yapıp ömürlere yaydım.
Artık o benim hayatım, benim nefesim, benim aşkım, benim sonsuzluğum…



Siz de aşık olun.



24.02.2014

8 Şubat 2014 Cumartesi

Sonbaharın bütün renklerinin yağdığı gölün ortasındaki sandalın küreklerini hayata çekmek gibi seninle yaşamak…

















Sonbaharın bütün renklerinin yağdığı gölün ortasındaki sandalın küreklerini hayata çekmek gibi seninle yaşamak…


Gitmiştim.


Yüreksizler yurdunun ilk ve tek müebbetiydim. Herkes yüreği olduğuna inanıyordu. Sevgilisini, karısını, kocasını, çocuğunu aldatırken yüreği olduğuna inanıyordu. Hayat hızlıydı. En güçlü yakıtı paraydı. Herke yüz kilometreye birkaç saniye de ulaşıyordu ve hayatı görmüyordu. Görenler hiçliğin müebbetiydi. Mahallenin delisi, sokakların şarapçısı, toplumun aşkıydı. Herkes seviyordu, herkes seviliyordu, herkes evliydi, herkes çocukluydu. Tek başına olamadan aile olunuyordu.


Gitmiştim.


Yüreksizler yurdunun yalnız duvarında kendimi çitliyordum. Toprağın üzerinde hayatım birikiyordu ve hiçbir yağmurla meyve vermiyordu. Terk-i güneş etmiştim. Karanlık koşuların ipini yürekliyemiyordum. Hiçtim, içtim, dış oldum. Her gün katlanma katsayımı artırdım, daha çok içtim. Her kadehte yalnızlığımı büyüttüm, kalabalığı küçülttüm.



Gitmiştim.


Yüreksizler yurdunun hiç kişilik ranzasında uçurumların kırmızı çilek yokluğuna uzanıyordum. Dokunuşlarımı idam etmiştim. Bakışlarıma kör tapa takmıştım. Tutuşlarımı zincirlemiştim. Tenimi intiharlamıştım. Yüreğime beton döküp bilinmeyen derinlere fırlatmıştım. Hiçtim, hayatın ortasında yapayalnız hiçtim. Ziyaretçilerim oluyordu. Alınacak bir şey kaldı mı diye bakıyorlardı. Görmüyorlardı, beni görmüyorlardı. Hala bir şeyler çıkıyordu. Yoktum ama hala bir şeyler çıkıyordu, alınıyordu.


Gitmiştim.


Bir bayram sabahı, imkansız bir rüzgar bakışlarını bakışlarıma armağanladı. Dünyanın yuvarlağı aralandı, ardına kavuştu. Dokunmadan anladım seni. Yürüdük. İçimizde ki gizli kelimelerimize yürüdük. En gizlilerini farkında olmadan gün ışığıma bıraktın. Senin de benim gibi aysberg olduğunu gördüm, en dibine dalmak istedim. Bir güne doğumdan ölümü sığdırdık. Yeniden doğduk. Gitmiştim. Biliyordum sen olmak isteyeceğimi, biz olmak isteyeceğimi, bir olmak isteyeceğimi. Gitmiştim. Son defa daha dedim yurdumun ranzasında tavanın alçaklığına bakarak son defa… Yapamadım, gitmiştim, aramadım.


Gitmiştim.


Bir gece yeniden gözlerimize dokunduk. Kelimelerimizi denizin yakamozlarına bıraktık. Yürüdük. Dudaklarımıza kadar yürüdük. İlk öpücüğüm oldun. Gitmiştim. Beni kendine doğurdun. Hiçliğimi hayatladın. Dokunuşlarımı, bakışlarımı, tutuşlarımı, tenimi, yüreğimi nefesledin, senledin. Alevlerin ortasının ortasında bağdaş kurmuş oturuyordum. Beni bir nefesinle içine derinledin. Terk-i güneşime anlamını doğurdun. İdam sehpasına sallanan yüreğimi kucakladın, hayatladın.


Ben artık senim, kendim değilim.


Biliyorum hayatsın ve hayatımsın. Ama ben yüreğini asmış bir yaşlıydım, gitmiştim. Beni bize doğurdun. Tenimi tazeledin. Bakışlarımı çocuklaştırdın. Yüreğimi bebekledin. Birlikte büyüdük, bize büyüdük. Sana ne yapsam, yaratsam az, seni ne kadar sevsem az, sana ne kadar yaşasam az. Hayatımsın ve kenarında ömürler boyu yaşarım. Sana hayat borçluyum. Sevemeyene kadar, sonun bile bilmediği ötesine kadar senim, biziz, biriz.


Bütünümsün.



08.02.2014