17 Ekim 2013 Perşembe

Herkese yetişmek istiyordu ve herkes eksik kalıyordu...














ksb



Kim kadar kimlerin belirsizliğinde ufukda kaybolurken arkasına baktı.
Doğduğu güne kadar bakamadı. O günün üzerine o kadar çok kar yağmıştı ki beyazlıktan midesi bulandı. Bu noktaya nasıl geldiğini anlamadan, bu noktada olmasına şaşırmadan bir taşın üzerine oturdu. Artık çok geç olduğunu biliyordu ama yine de düşünmek istiyordu. Neleri kaçırdıklarıyla başlaması onu bir saniye bile ilgilendirmedi…




Herkese yetişmek istiyordu. İlgili ilgisiz, farkında olan olmayan, yaptıklarını gören görmeyen, hayat içinde ve altında baktığını yakalayan yakalayamayan, yıllardır hayatında olup bir sözüne dokunabilen dokunamayan, gerçekaltı sohbetlerin içinde görünmeyen flu kalanlara,
gördüklerinden görmediklerine, en uzaktakinden en yakınındakine, yolda gorse tanımayacaklarından dibinde olanlara, yüreğinde olduğunun atışlarını duyandan duymayanlara kadar herkese yetişmek istiyordu ve herkese eksik kalıyordu…




Kaçırdıklarının bu kadar kalabalık olmasına inanamadı, ben nerdeydim demekten kendini alamadı. Sanki başkasının hayatı gibi geldi. Hiç bir işe yaramayacağını biliyordu ama düşünmeye devam etti. Kaçırdığı insanı insanları, kaçırdığı anlamı anlamları, kaçırdığı aşkı aşkları, kaçırdığı dokunuşları sevişmeleri, kaçırdığı mutlulukları imkansızlıkları, kaçırdığı günü yılı, kaçırdığı imkansız geceyi geceleri, salaklıkların peşisıra kendini bırakmışken yüreğinin dibinden kaçırdıklarını, hele ki değmeyeceklerin peşinde koşarken kaçırdıklarını yüreğine sığdıramadı…




Bir günün içine onlarca yapılması gerekeni sıkıştırıyordu ve hiçbirinin hakkını veremiyordu. Yapmam gerekiyor, yapmam gerekiyor telaşından aynada kendini göremiyordu. Bir işin bir insanın yanındayken diğer işleri diğer insanları düşündüğü için yapması gereken işe ve yanındaki insana dokunamıyordu. Yetişemiyordu, ne kadar hızlı koşarsa koşsun yetişemiyordu. Ve bunu görmüyordu. Ben herkesi düşünüyorum, ben herkese koşuyorum, ben herkesi seviyorum, ben herkesi iyi görüyorum, ben herkesi hayatımın öznesi yapıyorum ama insanlar beni anlamıyor tekerlemesini her gün söylüyordu ama yetişemiyordu, eksik bırakıyordu.
Ağzından çıkacak bir cümleye onbeş tane öznenin sığmayacağını bilmiyordu. Bir insanın yanındayken sadece ona cümle kurup, o cümlenin öznesinin o insan olmasına yabancıydı, belki de hiç sevmemişti.  Onun için bir insanın dibindeyken, öznesiyken, diğer insanlara söyleyeceği cümleleri o öznenin etrafına sıkıştırıp hem yanında olana hem de yanında olmayanlara dokunamıyordu…



Hala taşın üzerinde oturuyordu ve kaçırdıkları etrafında fır dönüyordu. Seviyorum dediklerini düşündü ve onlarla birlikteyken yapması gerekenlere ve gerekmeyenlere dalıp kaçırdığı anları, dokunuşları, gözlere mıhlanışları, tenlerde doğuşları, yürekten nefes almaları gözgöre gore nasıl kaçırdığını düşündü. Oysa seviyordu, onunla ya da onlarla birlikte olmak istiyordu. Onun ya da onların yanındayken yüreği atıyordu ama diğer yapmak ve düşünmek zorunda olduklarını da yatak odasına topladığından sevdiğinin anlamını göremiyor, sevdiğine yüreğini gere gere dokunamıyor, yapması gerekenlerde kaybolup dibindekini kaçırıyordu. Taşın soğukluğuna aldırmadan oturuyordu. Kaçırdıklarının yangınından terliyordu…


 

Yetişemiyordu, kendine bile yetişemiyordu, kendine bile yetişemediğini görmüyordu. Mükemmeldi. Hiç bir şeyi eksik yapmazdı ve ne gerekiyorsa onu yapardı. Kimse eleştirmezdi, çünkü mükemmeldi. Yapması gerekenlerin altını çizer ve isteyip istemediğini düşünmeden en iyisini yapardı. Onu sevmemek imkansızdı. Özünü alıp hayata eksen dünya böyle olmazdı. Dimdikti ve hiç birşey onu eğemezdi. Siyahından bir kıble verip bir ton yaklaşamazdı. Bugüne kadar böyle yaşamıştı ve toplumun içinde değer görüyordu. Toplum, yüreğini gorse onu nerelere çıkaracağını şaşırırdı ama o yapması gerekenleri yapıp azıyla yetinmeyi seçmişti. Durmadan koşuyordu, canlı cansız ayırt etmeden durmadan koşuyordu. Bir çok nesneyi, bir çok başarıyı sıkı sıkı yakalamıştı. Onları üst üste koyduğunda dolunaya dokunuyordu. Yetişemiyordu, yapması gerekenlerin çokluğundan yetişemiyordu, sıradanları tamamlarken sevdiklerini eksik bırakıyor, dokunamıyordu. Böyle gelmişti ve böyle gideceğine inanıyordu. Arasıra kafasını ve yüreğini karıştıran anlar olsada önemi yoktu. En iyi bunu biliyordu ve en iyi bildiğini yapıyordu. Bunca çabanın ardından kendine herhangi bir laf gelmesini, düşünülmesini, bakılmasını istemiyordu. Yetişemiyordu, kendine bile yetişemiyordu, kendine bile yetişemediğini görmüyordu…





Ayağa kalktı, taşa baktı. Sanki taş kaçırdıklarını içine alıp dağ olmuştu. Niye taşa kadar bekledim demekten kendini alamadı. Geri dönüp tekrar başlamanın bir yolu olup olamayacağını düşündü. Ayaktaydı. Bütün kaçırdıklarına rağmen taşın bir adım önünde hala ayaktaydı. Hep ayakta olmamışmıydı. Ağlaması, yaşlarının nehirler gibi akmasına gerçekken güçlü olması gerektiği için kör tapa takmamışmıydı. Konuşmak ihtiyacı varken, ağzından çıkarabileceği bir harfe ihtiyacı varken susmamışmıydı.
Anlaşılmak isterken, anlatmak isterken güzel görüntüsünün aysberginde kalanları ortaya çıkarmak isterken zayıf taraflarının güneş ışığında görünmesinden korkmamışmıydı. Severken, deliler gibi severken ya yine hiç anlamadığım bir neden yüzünden terk edilirsem, yapayalnız ve çözemeden kalırsam diye sevgisini içine hapsetmemişmiydi. Hayatın en güzel satırlarını hakediyordu. Bir bakışıyla yürekleri canlandırıyordu. Olmayacak ilişkiler seçip olmayayacak kadar yaşıyordu ki bir kere daha terkedilmeye gücü yoktu. Daha ilk ve sonuncu terk edilişini yüreğine anlatamamıştı…


 

Kim kadar kimlerin belirsizliğinde ufukda kaybolurken arkasına baktı.
Doğduğu güne kadar bakamadı. O günün üzerine o kadar çok kar yağmıştı ki beyazlıktan midesi bulandı. Bu noktaya nasıl geldiğini anlamadan, bu noktada olmasına şaşırmadan bir taşın üzerine oturdu. Artık çok geç olduğunu biliyordu ama yine de düşünmek istiyordu. Neleri kaçırdıklarıyla başlaması onu bir saniye bile ilgilendirmedi…




Dünyanın en güzel günlerinde soluk almayı sonuna kadar hakediyordu.
Bir bakışı uğruna önünde eğilmeyi hakediyordu. Bir gülüşü için dünyanın bütün gözyaşlarının akıtılmasını hakediyordu. Mutlu olması için hayatta yapmayacaklarının seve seve yapılmasını en dibine kadar hakediyordu. İnsandı. Gerçek insandı. Düşüncelerinde bile yaşamak inanılmazdı. Kaçırdıklarını, yetişemediklerinİ önüne serip bütün eksiklerini tamamlamak ulvi bir anlamdı. Terk edİlişine anlam olup birlİkte bütünlenmek cennetlikti. Aysbergine dokunup, birlİkte gün ışığına çıkmak mutluluktu. Hayat devam ediyordu ve en güzelini yüreğince yaşamayı hakediyordu…




Kaçırdıklarınız, yetişemedikleriniz, eksik bıraktıkllarınız bir gün yüreğinize dolandığında onu silkelemeyin, oturun, konuşun…


11.10.2013

4 Ekim 2013 Cuma

İskele

 



















Bir iskelede başladı hayat.




Duruyordum.
Ölmüşcesine duruyordum.
Terk etmişcesine duruyordum.
Hiç gelmemişcesine duruyordum.
Katlanma rakılarıncasına duruyordum.
Hayatın dışına düşmüşcesine duruyordum.




Yetmişcesine duruyordum. Bir büyük kadar duruyordum.
Hayatın karanlıklarına aşınaydIm. Tek ruhluk mum kadardım.
Gecelerin en karanlık sokaklarının daha karanlık odalarında tek mumun iki kişilik gölge oyunlarında hacıvatsız kara gözdüm. Güneşi görünce yok olan tenler diyarının karanlık şövalyesiydim…





Dokunuşsuz, sevişsiz, kokusuz, konuşsuz ama bağırışlı ilişkilerin yan masasında bile oturamıyordum. Bilmedikleri alfabelerle konuşan ilişkilerin
ortasında, kenarında, köşesinde, hiç bir yerinde duramıyordum, olamıyordum. Gitmiştim, ilişkilerin en uzağına dönmemek üzere gitmiştim. İlişkisiz kalabalığa bir büyük ile katlanırken ilişkiye bir büyük bile küçülüyordu.




İskele.




Bir iskelede başladı hayat.




Bayramdı. Hem de dünyanın en güzellerinindi.
Bizim de bayramımız oldu, bizi de güzelleştirdi.
Whatsapp ınız var mı dedi, yaşlı adam olursa haber veririm.
Tanımadan buluştular. Uzaklardan geldiler, buluştular.
Gülen gözlerle kucaklaştılar. Sanki aynı evden çıkıp gelmiştiler.
Onca uzaklığa rağmen bir nefes kadar yakındılar. Birbirlerini tartmadan kalmadIkları yerden başladılar. Bütünlerinin içindeki bir noktayı bilmeden bütün günü birlikte geçirmek için vapurla başladılar. Kendileri dışında herşey onları tanıyordu sanki. Vapurun arka tarafı, peşinden gelen martılar, fotoğraf çektikleri kareler, peşlerine takılan beyaz köpükler…




Birbirlerinin yanısıra hayatlarındaki ikinci iskeleye yanaştılar. Bilemediler, yürüdüler. Kelimeler çoğalıyordu, harfler gerçek anlamları buluyordu. Gözler birbirine görür görmez alışıktı, birbiri ardına yanan sigaralar birbirine kardeşti. Fener in yaşlı sokaklarında yürüdüler, rum kahvesinde cümlelendiler. Artık birbirlerinin hayatlarına farkında olmadan girmiştiler. Bütün uzaklıklarını bir bakış mesafesine yaklaştırdılar. Bütün gün nasıl geçecek derken gün başlamıyordu, zaman onlara kıyamıyordu. Kıyılarda adımlarken derinlerine dokundular. Hayatlarına birer değerli anlam eklediler. Pier Loti nin harflerine merhaba dediler. Altın boynuzu sandalladılar. Kıyısındaki halat da öğleni az geçen yudumları aldılar…




Hayatın en uzun günüydü. Dünyalarının etrafını beş farklı iskeleyle dolaştılar. Her iskelede biraz daha dokundular, paylaştılar, iki yabancı gibi başladıkları iskeleye çocukluk arkadaşı gibi döndüler. Birisi çok kalabalıktı, birisi demlenmiş sakinliğiyle yaşardı. Ne olurlarsa olsunlar artık İki kişi olmuştular…




Bıkmıştı. Salak nefeslerden bıkmıştı. Her gecenin sandalyelerini masalara başaşağıya yatırırdı. Her gece girdiği odaların sokak kapısını bulurdu. Onca kalabalığının içinde yalnızlığı kadardı. Çift kişilik yatağının tek kişilik tarafında yatardı. Bir sigara içimi gecelerin dumanına karışandı. Yaramazdı, ahlaksızdı, aitsizdi, ulaşılan ama kalmayandı. Kendinceydi.
Girilmeyen sokakların ıslığıydı. Yağmayan yağmurların ıslağıydı. Pazarın toplanma saati teninin çığırtkanıydı. Aceleciydi, hemen ölecek kadar aceleciydi. Harfleri, kelimeleri, cümleleri vardı. Başı sığlıklarda olsa bile ayakları derinlerdeydi. Dokunurdu. Dinlerdi. Anlardı. Paylaşırdı. Bilmesi kadar bilirdi. Boyunun uzunluğu kadar uzundu. Sesi kadar duyulandı. Bir büyük kadar katlanandı. Harfleri duyulmayandı. Yüreği sessizdi. Teni avaz avazdı. Yaramazdı. Tek ruhluk mumla gecelerce yanandı. Hiçliğin anlamında yalnızdı. Kendi kadardı…





Bir iskelede başladı hayat.




Duruyordum.
Ölmüşcesine duruyordum.
Terk etmişcesine duruyordum.
Hiç gelmemişcesine duruyordum.
Katlanma rakılarıncasına duruyordum.
Hayatın dışına düşmüşcesine duruyordum.




Aldın. Beni benden aldın.
Duruyordum. Beni ölmüşlüğümden aldın.
Duruyordum. Beni terk etmişliğimden aldın.
Duruyordum. Beni hiçliğimden umutla alıp çıkardın.
Duruyordum. Beni katlanma rakılarımının şişelerinin dibinden aldın.
Duruyordum. Hayatın dışına düşmüş yüreğimi sımsıcak anlamına aldın.




Bana beni armağan ettin. Bana seni armağan ettin. Bize bizi armağan ettin. Artık sana borçluyum. Sana bir hayat borçluyum. Sana mutluluğumuzla içiçe geçmiş biz hayatı borçluyum. Seninle doğdum, seninle mutluluklara büyümek istiyorum. Senin anlamına yakışmak istiyorum. Senin insanlığında çoğalmak istiyorum. Sen olmak, biz olmak, hayata anlam olmak istiyorum. Bizi istiyorum, delilerden öte bizi istiyorum. Seninle gitmek, seninle kalmak istiyorum. Her sabah yüreğimin dibinin dibinde nefesini duymak istiyorum. Her gece tenimin dibinin dibinde güzelliğinle yaşamak istiyorum. Seni istiyorum, bizi istiyorum…




Seni sevmelerde kaybolmak, yüreğinde bulunmak İstiyorum.
Seni kimsenin bilemeyeceği, hİssedemeyeceği kadar seviyorum.
Hayatımsın, bana kadar gelememiş mutluluğumsun, bensin…




Benim, senim, bizim.
Aşktanemsin, nar çiçeğimsin, bakışımsın, tutuşumsun, dokunuşumsun,
bensin, bizsin, hayatsın…




Bütün dileklerin gerçek olsun.



04.10.2013

3 Ekim 2013 Perşembe

Üç harflisin hayat





















Hayat,
ne enteresansın hayat.





Seni kapının önüne koyuyorum, aşktan giriyorsun.
Seni battal poşete koyup ipini çekiyorum, aşktan geliyorsun.
Seni çöp bacasından atıyorum, aşktan bakıyorsun.
Beni iyi tanıyorsun, nereden gireceğini biliyorsun.




Yazı tura atıyorum, aşk geliyor.
Fırdöndü çeviriyorum, aşk geliyor.
Tombala çekiyorum, aşk geliyor.





Loto oynuyorum, aşk çıkıyor.
Niyet kazıyorum, aşk çıkıyor.
Tavşana çektiriyorum, aşk çıkıyor.
Hayat, çok üç kağıtçısın hayat.




Yürüyorum, inadına otobanlarda yürüyorum. Arabalar üzerimden geçiyor, ezilmiyorum, yürüyorum. Son çıkışsız otobanların inatçı yayasıyım. Hayatın peşinden son hız gidilirken görünmüyorum, ihtiyaç molasında görünüyorum. İhtiyaçlarını gideriyorlar, yanıma uzanıyorlar, kendilerine geliyorlar, bahşiş bırakmadan son hız hayata koyuluyorlar.





Meyvesi bitmeyen ağaç gibiyim. Dalıyorlar dallarıma, meyvelerimi koparıyorlar, dallarımı kırıyorlar. Göz yaşlarımla kendimi suluyorum, dallarımı tazeliyorum, çiçeklerimi açıyorum, meyvelerimi büyütüyorum, yine dalıyorlar, yine kırıyorlar. Elleriyle ağızlarını silip, dert mevsimine kadar uzaklaşıyorlar.




Hayat,
Bi dur ya hayat.




Uz olup gidiyorum, aşkla yakalıyorsun.
Tuz olup dökülüyorum, aşkla yakalıyorsun.
Buz olup donuyorum, aşkla yakalıyorsun.




Taş olup dibe batıyorum, aşkla çıkarıyorsun.
Yeter olup derine dalıyorum, aşkla çıkarıyorsun.
Biter olup araflıyorum, aşkla çıkarıyorsun.
Hayat, üç harflisin hayat.




Gemilerimi yakıyorum, aşk yağmurları yağdırıyorsun. Rakılar dolusu katlanma geceleri biriktiriyorum, aşk güneşiyle ayıltıyorsun. Deniz kenarının yalnızlığına saklanıyorum, aşkla ebeliyorsun. KaranlIk kalabalığın ucra köşesinde kısık bir mumla yalnızlıyorum, aşk rüzgarıyla üflüyorsun. Sabahlara ulaşamayan gecelerde pazarın toplanma saati tenimi satıyorum, aşkla tezgahımı kapatıyorsun. Yüreğimi simsiyah ve kan akıtan bir poşetle kapının önüne bırakıyorum, aşkla kapıya astırıyorsun. Hayat, üç harflisin hayat.




Gidiyorum, kimsenin gitmediği yüreklere gidiyorum. Yüreğimin ölçüsünü alıp geliyorum. Dokunuyorum, kimsenin dokunmadığı tenlere dokunuyorum. Tenimin ölçüsünü alıp dönüyorum. Görüyorum, kimsenin görmediği gözlerin derinin görüyorum. Görmenin ölçüsünü alıp körlüyorum. Anlıyorum, kimsenin anlamadıklarını anlıyorum. Anlamanın ölçüsünü alıp daralıyorum. Dinliyorum, kimsenin dinlemediklerini dinliyorum. Dinlemenin ölçüsünü alıp sağırlıyorum. Hissediyorum, kimsenin hİssetmediği yürekleri hissediyorum. Hissetmenin ölçüsünü alıp dağlanıyorum. Saklıyorum, kimsenin yaşamak istemediklerini saklıyorum. Saklamanın ölçüsünü alıp taşıyorum. Biliyorum, kimsenin bilmek istemediklerini biliyorum. Bilmenin ölçüsünü alıp araflıyorum. Yaşıyorum, kimsenin yaşamak istemediği kadar yaşıyorum. Yaşamanın ölçüsünü alıp yalnızlığıyorum.




Hayat,
beni bana bırak hayat.




İnsan olup terkediyorum, aşkla döndürüyorsun.
Hiç olup yalnızlıyorum, aşkla delirtiyorsun.
Suç olup hapsoluyorum, aşkla azat ediyorsun.





Gölge olup saklanıyorum, aşkla güneşliyorsun.
Çekirdek olup çitleniyorum, aşkla günebakanlıyorsun.
Git olup gidiyorum, aşkla getiriyorsun.
Hayat, üç harflisin hayat.




Bütün biriktirdİklerim tavanarasında, bulunmaz sandıkta…
Dokunduklarım, anladIklarım, yetiştiklerim, bulup çıkardıklarım, paylaştIklarım, dinlediklerim, dostluklarım, dost sevgililerim, uzaklarım, yakınlarım, deniz kıyılarım, çıkmaz sokaklarım, martılarım, karabataklarım, bildiklerim, çözdüklerim, kendine getirdiklerim, kendimi verdiklerim, gündüzlerim, gecelerim, orgazm sigaralarım, tenimde çoğalttıklarım, yüreğimde büyüttüklerim, hepsi ve daha fazlası tavanaramda bulunmaz sandıkta…




Hayat,
Üç harflisin hayat.




Biliyorum bulunmaz sandığımı aşka bulduracaksın, buldurdun.
Biliyorum beni deliliğİn ötesinde aşkla yaşatacaksın, yaşatıyorsun.
Biliyorum yine aşktan her gün azar işittireceksin, işittiriyorsun.
Biliyorum sözcüklerimi harflerimi aşka anlaşılmaz yapacaksın, yapıyorsun.
Biliyorum ne yaparsan yap beni aşka koşturacaksın, koşturuyorsun.
Biliyorum beni aşk oyunlarının ortasında bırakacaksın, bırakıyorsun.
Biliyorum beni an ile yaşayan aşkın gelecek dokunuşlarında sınayacaksın, sınıyorsun.
Biliyorum bana en uzak aşkı yakınlaştırıp ikimizden bir yaratacaksın, yaratıyorsun.
Bİliyorum bir gökte bir yerin dibinde aşk çılgınlıklarında uçuracaksın, uçuruyorsun.
Biliyorum yüreklerimizi aşk düğümüyle birbirne bağlayacaksın, bağlıyorsun.
Hayat, üç harflisin hayat.




Seviyorum be hayat,
Aşığım be hayat,
Sadece onu görüyorum be hayat,
Sadece onu uyurken izliyorum be hayat,
Sadece ona nefes alıyorum be hayat…




Seni sevmiyorum be hayat,
Ama üç harfine tapıyorum be hayat !


03.10.2013

24 Eylül 2013 Salı

Bas Gaza













ksb






Dünyanın sabahları gecen olduysa, gündüz yaşayanlara koşma, çıplak sokaklarda çırılyürek dolaşıyorsan, rakamların arasına karışma, dün ile yarının mengenesine sarılmadıysan, anı bilmeyenlerle coşma, aşkı sakin bir liman zannedenlerle delirmeye kalkma dedi birisi ama sesini duydum kendisini görmedim.


Bir kelime uçumu zamanların yelkovanını arayanlar harfine bile dokunamazlar. İnce belli yağmura şemsiye açanlar toprak kokusunu duyamazlar. Kırmızı gün batımını fotoğraf zannedenler dolunayla konuşamazlar. Deniz kıyısını tarif görenler yosuna basamazlar. Hayatın içine rakamları ekenler harfleri biçemezler, hangi rakama ulaşması gerektiğini unutup sonsuzlukta kendilerinden kaybolurlar.


Bir sayfayı çevirmek kadar kolay buluşmalar, açamadan arada kurumuş güllere dönüşünce, beklemekte acılı olur. Kaçan vapurlar yirmi dakika sonra tekrar kalkar ama aynı dalgaların koynunda iskeleye varamaz. Bir gülüşün, dokunuşun, bakışın, anlayışın maliyeti yoktur, faiz getirmez, kiralık kasaya sığmaz ama yüreğe iyi gelir. Bir şiiri vazoya koyup koklayamazsın ama onunda yüreğe iyi geldiği görülmüştür. Paylaştığın güzellikler görev gibi algılanıyorsa, sıradanlaşır, otomatik gibi görülür, hayat daralır…


Kendine kendinin bile dokunmasına izin vermezsen, başkaları kadar görünürsen, başkaları kadar konuşursan, başkaları kadar sevişirsen, başkaları kadar yaşarsan, yüreğinin karşısında dimdik dikilen kime dokunsun, seni kimde bulsun, uykusuz gecelerde tanımadığına dokunup hangi bulutlardan yağsın da sabaha güneş olsun…



Gözlerine baktığında kendini ayna gibi sana gösterenden korkar mısın ?
Ellerini tuttuğunda hayat çizgini sana gösterenden korkar mısın ?
Tenine dokunduğunda teninin ahlaksızlığını sana gösterenden korkar mısın ?



Hayat, sandığımız kadar uzun değil. Yüz sene yaşasak ta uzun değil. Sadece bir yaşıtımız öldüğünde bir an için düşünülecek kadar da kısa değil. Başkalarının peşinden koşarken ve tribünden kendini izlerken rüya zannedersin. Aslında gördüğün kendinsin. Hep sevdiklerin için yaptığına inandığın şeyleri aslında kimin için yaparsın ? kaç madalya daha taktığında kendinle kucaklaşırsın ? üç senede bu, on senede şu olduğun sistemde, en azından geriye kalan zamanında kendin kadar yaşasan, terfi etmen kaç sene gecikir ? kaç terfi sonunda ce’lere, o’lara karışsan, tepende kinin bir lafına muhtaç mısın ?



Saatli maarifin yaprakları odanı doldurduğunda içinden kaç yaprak sen sen kokuyor. O günün çocuk adı kaç defa sana denk geliyor. Koşuyoruz, nereye koştuğumuzu unutuyoruz. Biri silahı patlatıyor, biz de deliler gibi koşuyoruz. Her kilometrede azalıyoruz ama rakamlarımız çoğalıyor. Tek başımıza yaşıyoruz, on odalı evde oturuyoruz. Birileri gelecek, o odaları dolduracak diye umuyoruz. Ne kadarı yeterli oluyor. Gerçekten bir yeteri var mı bilmeden , hep yetmezmiş gibi kendimizi kaybederek, ne aradığımızı bilmeden inadına koşuyoruz. Bayrak yarışını bilmiyoruz, elimizde bayrak sopasının nasırı, tek başımıza bayrak yarışı koşuyoruz.


Hangi bedel bir çocuğun gülüşüne denk gelir ?
Hangi bedel bir sevgilinin yüreğinin heyecanla atmasına denk gelir ?


Son model arabalarla otobanda hız rekoru kırarak gitmeye çalıştığın sahil kasabasına yürüyerek gidilen kestirme bir yol var. Etrafı çiçeklerle, meyvelerle çevrili toprak bir yol var. Tamam, canım ayakkabıların tozlanır, birkaç harfli gömleğin ter kokar. Rüzgardan saçlarının ucu kırılır. Ama arabadan önce varırsın, duşa girer temizlenirsin, gömleğini makineye atarsın, gerekirse ayakkabılarını parlatırsın. Masayı donatır, deniz kokusunu içine çeker, güneşi gözlerinde batırırsın. Hayat geçer, araba hala tam gaz otobanda senin vardığına varamasa bile hız rekoru kırıyorum diye müziğini dinleye dinleye, senin orada olduğunu bilmeden geleceği günü hesaplar, hesapsız…


Bas Gaza !



24.09.2013

23 Eylül 2013 Pazartesi

Bir sigara içimi...














ksb


Bir sigara içimi gecelerin kelebek dokunuşlarında ne oluyorsa o anda olur. Geleceğe yaymadan, hesap kitap yapmadan, kendine benzetmeye çalışmadan, kariyerine bakmadan, gördüğün kadarıyla, dokunduğun kadarıyla bİrlikte olursun. Ne alacağInı bilirsin ne de vereceğİni bilirsin.
O anda tanışırsın, o anda karar verirsin, üzerine elbiseler dikmezsin, yarın ne yapacağını düşünmezsiin, o anda aldığın keyif sana yeter, muhasebe dersine girmezsin…





Geleceğe ve topluma, kendine yakıştırdığı anlama, yapmaması gerekenlere sıkı sıkı bağlı olanlara bir gecelik dokunuşlar yetmez. Aslında hep merak ederler, bir kaç defa da deneyip keyif alıp kendilerinden koırkmuşlardır ve gecelik ilişkilere lanetle bakarlar. Koca hayatlarına bir gecede yaşanacak dokunuşların toplamını ekleyemeden düzeyli ilişkiler yaşarlar. Ve merhabadan sonra sevişenleri taşlarlar…





Kaç merhaba gerekir sana bakan gözleri görmek için ?





Bİr sigara içimi gecelerde tanıdığın insanlar hayatında kalır. Canı sigara içmek isterse bilir ki sonuna kadar dokunacağı biri vardIr. Onca anlamın, onca sözün, onca kararın olmadığı bir geceye nelerin sığabileceğini yaşamıştır. Ne sevgilisinin ne de aşkının yanında o kadar rahat, o kadar kendi olamamıştır. Bir gecelik mutluluklar düzeni korkurtur. O kadar gereksiz şey biriktirip, apoletleri yüreğine asıp, kendini aynada kaybedip,
başkaları kadar yaşayanların sistemini çökertir bir gecelik dokunuşlar. Bir şeyin değerli olması için yılların geçmesi gerektiğini öğrenmiştir. Bir şeyin anlamlı olması için çok şeyler alması gerekir. O nedenle bir sigara içimi geceleri yaşayanlara, bir dokunuşa hasret hayatlarIndan zayıflık olarak bakarlar. AslInda hepsi bir gece yaşamıştır ve tanımadıkları kendilerinden korkmuşlardır…






Onun için sevgilileriyle rahat sevişemezler. O geceyi yaşadığı ya da hayal ettiği anlaşılır diye korkarlar. Orgazm olmadan kaç çocuk doğurduklarını unutmuşlardır. Kendini kimseye sonuna kadar vermemesi gerektiğini biliyordur. Yapmaması gerekenleri sonuna kadar yapmak istese de yapmaması gerektiğini bİliyordur. Bu hayatta her şeyin bir planı vardır. Atılması gereken adımlar bellidir. Kendini tanımadan kendine uygun, aİlesini tanımadan ailesine uygun, çevresini tanımadan çevresine uygun, vücudunu tanımadan vücuduna uygun, parasını tanımadan parasına uygun, geleceği bİlmeden geleceğine uygun, son noktanın vurulacağı anı bİlmeden hayatına uygun birisiyle birlikte olması gerektiği için bir geceye onları sığdıramaz. Kaç yaşındayım, bu güne kadar kendime uygun olduğunu dÜşündüğüm kaç ilişkiyi öldürdüm diye düşünmez, çÜnkü o mükemmeldir, yapılması gerekenleri yapmıştır ama salak olan karşı taraf anlamamıştır. Ve o kadar şansızdIr kİ karşısına hep salaklar çıkmıştIr…






Kendine dokunmadıktan sonra bir sigara içimi gecede başkasına dokunsan ne olur ? İncilerin dökülür, toplamazsın. Hayatı sonsuz zannederek yaşayanlar hiç kimseye yetişemezler. Bitmeyeceğine inandıkları önceliklerine güvenceyi, kariyerı, sıfırları, malikaneleri, yüz kilometreye kaç saniyeleri, geleceği koyarlar ama madem bitmeyecek gibi yaşıyorsun o zaman gelecekte gelmeyecek. Çocuklar büyüklerinin gelmesini cama yapışarak beklerler ama büyüğü çocuğun geleceği için çalıştığı için bugünde onu görmez ve gelecek gelirse çocuk da büyümüş olur. Camda bekleyen çocuk büyür, öğrendiği gibi yaşar, o da cama yapışık bir çocuk büyütür, geleceğini güvence altına almak için…






Kendine dokunmayan, kendini sevmeyen başkasına nasıl dokunsun, sevsin. Hayat, gerekenleri yapınca mı hayat olur, derin bir nefes alınca mı? Kuralları kim koyar ? Ya da kuralları yapanlara mı, onları hayatlarının baş köşesine koyanlara mı kızmalI ? Elli yaşında, bir an için koşmaktan vazgeçip durduğunda yanında, arkanda neler görürsün ? Biriktirdİklerinin kabı delikse ve düşürdüklerinden kimse seni takip etmiyorsa nereye bakarsIn ?






Kendine bir insan belİrlersin, onun peşİnden gidersin, başka bir şey görmezsin, onun için kendinden, apoletindeki sırmadan vazgeçersİn,
onun gidebileceği yerin muavini olursun…






Bir sigara içimi gecelerin kelebek dokunuşlarında ne oluyorsa o anda olur. Geleceğe yaymadan, hesap kitap yapmadan, kendine benzetmeye çalışmadan, kariyerine bakmadan, gördüğün kadarıyla, dokunduğun kadarıyla bİrlikte olursun. Ne alacağInı bilirsin ne de vereceğİni bilirsin.
O anda tanışırsın, o anda karar verirsin, üzerine elbiseler dikmezsin, yarın ne yapacağını düşünmezsiin, o anda aldığın keyif sana yeter, muhasebe dersine girmezsin…






Kimsin ?






Sevişin gitsin…




24.09.2013

Boşluktayım.


Derin mavinin dibinde karanlık bir noktayım. Daha derinlere, kendime doğru düşüyorum. Kendinden uzaklaşmanın mengenesinde duruyorum.
Yüreğimde mengene izleri kendime doğru düşüyorum. Bir sigara yakıyorum, ruhumdaki deliklerden üflüyorum. Derinlere, yalnızlığın kendine dokunduğu lacivertlere düşüyorum. Kendinden uzaklaşmanın idamlarında sallanıyorum. Ben kendim kadar, insanlar kendileri kadar, hayat geldiği kadar mantramı unuttuğumu hatırlıyorum. En dip derin karanlığa düşüp, kendime dokunup, yeniden kendim kadar nefes almanın yalnız ve inatçı mumluğuna düşüyorum…





Kendin kadarını sevemeyenlerin bahçesinde yabani otlar gibi yakılıyorum. Yeniden çiçek açıp, bahçenin düzenine yakışmam için sulanıyorum. Bahçedeki kalabalığa benzeyip, çitlerle çevrilmiş güvenli alanda gerekenleri yapıp, çiçekliğini ziyaretçilere sunup, düzenin içinde bÜyüyüp, bahçenin düzeninde önemli bİr yerde kendini sergİlemenin heyecanlarına zerk ediliyorum…

Boşluktayım ama kendi boşluğumdayım. YalnIzım ama kendi yalnızlığımdayım. Hiçlikteyim ama kendi hiçliğimdeyim. Yanıyorum ama ateşi kendim yakıyorum. Yokluktayım ama kendi yokluğumu kendim yaratıyorum. Düşlerdeyim ama kendİ düşümü kendim çiziyorum. Düşüyorum ama kendimi itiyorum. Düzen içindeki halim idama mahkum oluyor ama kalemi kendim kırıyorum. Topluma dokunmuyorum ama kendime delİler gibi dokunuyorum.Tensiz yürüyorum ama derimi kendim yüzüp tavanarasına katlıyorum. Yüreksiz dolaşıyorum ama yüreğimi kendim söküp çekmecesine kilitliyorum.





Kendine yakıştırıp sevdiklerine yakıştıramayanlardayım. Rodin gibi taşın fazlasını alanlardayım. Düzenin içindeki rengi farkedip karaya boyayanlardayım. Gerçeğe dokunmayı unutup, yaılnızlığı taç yapıp,
tanımadığı bir dünya yaratıp heyecanlı mutluluklar sunan sanallardayım.
Kendini bir köşede bırakıp, başkaları kadar yaşayan, başkalarının gittiği yerlere kadar giden, başkalarına yetişip kendinin yanından geçenlerdeyim. Otomatik mesajlardayım…






İki yalnızın, yalnızlar meyhanesinde oturup, hesabı ödeyip, sokağa çıktığında birisinin kolunda sevdiği diğerinin kolunda yalnızlığı olan hikayenin neresindeyim ? Kim kadar yaşayınca kim kadar ölenlerin cenazesinde miyim ? Bir harfi çok görenlerin cümlesinde miyim ?
Yazarların gerçek işlerinde miyim ? Bir arabanın yüz kilomeye ulaştığı saniyede miyim ? Otomatik mesajların, tanımadıklara kurulan cümlelerin,
şarkılı günaydınların yazılmamış kelİmelerinde miyim ? Bir görünüp bir görünmeyen bedenimin kanepeye bıraktığı silik izlerin bir telefonla silinip uçarak uzaklaştığı gecelerde miyim ? İskelede unutulan kara bir çanta mıyım ? Kiralık kasaların ortasında satılık olan mıyım ? Bir yıl ömrü kalan kelebek miyim ? Kendine yakıştırıp sevdiklerine yakıştırılamayan takım elbiselerde miyim ?..



Boşluktayım.




Derin mavinin dibinde karanlık bir noktayım. Daha derinlere, kendime doğru düşüyorum. Kendinden uzaklaşmanın mengenesinde duruyorum.
Yüreğimde mengene izleri kendime doğru düşüyorum. Bir sigara yakıyorum, ruhumdaki deliklerden üflüyorum. Derinlere, yalnızlığın kendine dokunduğu lacivertlere düşüyorum. Kendinden uzaklaşmanın idamlarında sallanıyorum. Ben kendim kadar, insanlar kendileri kadar, hayat geldiği kadar mantramı unuttuğumu hatırlıyorum. En dip derin karanlığa düşüp, kendime dokunup, yeniden kendim kadar nefes almanın yalnız ve inatçı mumluğuna düşüyorum…





Sevdiğinizi sever misiniz ? O bir adım attığında siz de atar mısınız yoksa kendinize bir adım çekilİp yeni bir adım atmasını mı beklersiniz ? Kendinizden bir kaç gram keser misiniz ?  Büyüttüğünüz yalnızlığınızın arasIna sevdİğinizi sıkıştırır mısInız ? Renkli kalpler dünyasındaki mutluluğa bir saniyede konup, heyecanlı mutlulukların keyfini cenazede yaşayıp, işte hayat budur, ne tenin ne kokun, ne bakışın ne de yüreğin renkli kalplerin yanına bile yaklaşamaz uzaklığında mıyız ?





Budur.
Hayat budur. Rakamların arasında harflerin görünmediği, deli aşkların güvenli geleceklerin ipinde boğulduğu, bir güzel cümle kurmak için kalabalIğın gerektİği, yüreğinde yazanın değilde kartviziitinde yazanın muteber olduğu, sevgisini gösterebilmen için yıllar gerektiği ama anında sevilmek istendiği bir hayatın tam ortasına sıçıp, sİfonu çekip, kendine dokunup, katlanma katsayına rakılar ekleyip, bir bakışı, bir dokunuşu, bir satırı anlamayanların çitlerinden atlayıp, yalnIzlığa düşüp, kendinle sevişip, kendine şiirler yazıp, başkalarıyla sevişİp kendinle uyanıp, Istanbul erkeği olup düzenli, hatasız, önemli, edeplİi nefeslerden uzak durup, ahlaksız ama gerçekten ohhh diyen gecelerde dolaşıp, derinine dokunabİlen sabahlarda uyanıp, biriktİrdİklerinin reposunu bozamayanlardan kredi almayıp bir sigara yakacaksın, insanları mutluluk oyunlarında bırakacaksın ve kendi güzelliğinin farkında olacaksın, unutturmaya çalışanların tam ortasında…






Aynada gördüğünü tanıyor musun ?



23.09.2013

19 Eylül 2013 Perşembe

Kül
















 



byFE

 


Beni her anlamadığında benden bir nefes çekiyorsun, bir sigara gibi yanıyorum, yüreğim külleniyor, yere doğru uzanıyor, toprağa bile düşemeden dağılıyor. YalnızlığInın alışkanlığıyla benimle yaşadığında
kül tablasına bastırılan, senin kıvrıldığın boynum kırılıyor…






Küçükken dinlediğin ve unuttuğun masallar gibi, göster pipini günlerinden kalan utanç gibi, kan kardeşine yetişemediğin günler gibi,
babanın iş yerinin kapısının üzerine asılmış küçücük ayakkabalar gibi, en sevdiğİn misketinin üzerine göz yaşının düşmesi gibi, duvarın üzerine oturup çekirdek çitlemek gibi, pasonu onsekiz yapıp kahveye girmek gibi, saklambaçta kurt olup sevdiğini kurtarmak gibi, vapura binerken içinden geçtiğin çocuk köprüsü gibi, tramvay müzesinde kaybolmak gibi, göztepe den faytona binmek gibi, şifa yokuşunun dibindeki kahya gibi, kalamıştaki ev teknesinde yanan kaptan gibi, köhnenin tahta masalarına düşen yapraklar gibi, fenerbahçe plajının girişindeki kiralık mayolar gibi, kızıltoprağa demir atmış motorsikletli artist polis gibi, elvan gazozunu lıkır lıkır içmek gibi, taka takayla kemiğini dövmek gibi, karanlıktan korkmak gibi geçmişte kalmamızı istemiyorum.
Bugünde yaşamak, bugünde seninle yaşamak, bugünde seninle mutlu olmak istiyorum. Dün ile yarının, ihtiyarlığı ya da doğmamışlığında değil, bugünde aşkımızı yaşamak istiyorum…



Senin yalnızlığının içindeki yangına elimdeki benzin variliyle birlikte koşarak girip, kendimle birliktede olsa yalnızlığını yakmak istiyorum.
Geriye ben bile kalmasam seni yalnızlığından kurtarmak istiyorum.
Yalnızlığını sıyırıp, seni sana bırakıp, kendinle büyümeni, çoşmanı, uçmanı, kendİnin dibine varmanı istiyorum. Benden sonra bile dlsa mutlu olmanı istiyorum. Önemli olan ben değilim, ben yeterinden fazla hayatın içinde deliler gibi koşturdum, yaşanmamış, yaşanamayacak hayatlara tur bindirdim. Aşkı, sevdayı, ahlaksızlığı, duygusallığı, sınırları delip geçmeyi, girilmeyecek sokaklardan caddelere kelimelerle çıkmayı, şehirlerden küçük kasabara bütün evleri dolaşmayı, ağır yaralı yüreklerin içinde nefes olmayı, bakılamayacak gözlerin derininde oturmayı, tutulamayacak ellerin terinde solumayı, kendim kadar yürümeyi, dokunmayı, anlamayı, bilmeyi, unutmayı, hatırlamayı, silmeyi, yeniden çizmeyi, hayatı dibine kadar yaşadıım. İstiyorum ki sen de kendin kadar yaşa, sen de kendin kadar anla, sen de kendin kadar nefes al, sen de kendin kadar koş…






Bir ömür boyu dost olacaktık. Hayatın içindeki her halimizi paylaşacaktık. Senin gözlerinden yaş aktığında benim yanağıma düşecekti. Benim kahkahalarım senin yüreğine denk gelecekti. Sabahlara kadar oturup birbirimize bizi anlamayan sevgililerimizi anlatacaktık. telefonda ses tonunun anlamını farkedip birbirimizin yanına koşacaktık. Bu hayat çekilmez, herkes salak, katlanmak istemiyorum diye düşündüğümüzde gözlerimizi görüp birbirimize umut olacaktık, hiç bir zaman için kendimizi yalnız hissetmeyecektik, birbirimize sarıldığımızda bütün yorgunluklarımızı terk edecektik, gözlerimiz farkında olmadan derinlere daldığında benim farketmediğimi sen, senin farketmediğini ben farkedecektik, karanlıklarımızın içine birer inatçı mum olacaktık. Yaralarımızın üzerine büyülü şifalar sunacaktık. Kimler gelirse gelsin, kimler giderse gitsin, biz yine yanyana olacaktık. Hayatın hiç bir sürprizi aramıza giremeyecekti. Birlikte çoğalıp, birlikte yaşlanacaktık…


Biz, bu güzelliklerden, bu anlamlardan vazgeçtik. Daha güzelini, daha anlamlısını yaşamayı seçtik. Daha doğrusu kendimizi birbirimİzin yüreklerinde bulduk…






Yalnızlık paylasılır, İki yalnız birbirinin yalnızlığına dokunmadan aylarca aynı evde yaşayabilir ama sevgililerse en azından birisi yalnız değildir.
O zaman yalnızlık paylaşılamaz. Tam tersine yalnız olmayana tarifsiz acılar yaşatır. Sevdiğinin yalnIzlIğı onu yakıp kavurur. Yalnız olmayan, yalnız olanın derinine inip, elini tutup birlikte su yüzüne çıkmak ister. Aslında bu büyük bir risktir. Çünkü yalnIz olanda daha o derinliğine inmemiştir. Çözmenİn cazibesi ve mükemmelliği kadar çıkan sonucun acıtıcılığıda vardır. Yalnızken, tek başınayken karar verip atlayamadığın bilinmezliğine, yüreğini acıtanlara, seni eksİk bırakanlara ve öylece yaşarken günün birinde birisi çıkagelİr ve birlİkte atlayalım der ve o anda yalnızlık daha da güzelleşebİlir…






Sevdin mi, gerçekten sevdin mi bütün kapıların açılır. Alışık olmadığın için ceryanda kalırsın, her tarafın tutulur. Yalnızlığa alıştIn mı ondan ayrılmak zor olur. Senin için kocaman olan adımlar, karşı taraf için farkedilmez olur. O zaten o adımları koşarak geçmiş, aşka sarılmış, tek vücut olmuş, hayatın sonunu bile görmüştür. Onun için aceleci olur, yarın ölecekmiş gibi yaşamak ister ve her seferinde yalnızlık duvarına çarparak yürek üstü yere düşer. Eğer inatçıysa her iki taraf içinde yorucu günler bitmek bilmez. İnatçı değilse her iki tarafda fazla yorulmaz, benden bu kadar, senin duvarlarIna çarpmaktan salak oldum, hiç bir kelimem gerçek anlamıyla kulağına ulaşamıyor senin savunmalarına çarpıyor, hiç bir sözüm gerçek anlamıyla sana ulaşamıyor senin biriktirdiklerine çarpıyor, ne kendimi sana ne de seni sana anlatamıyorum, hatta tam tersini düşünmeni yaşatıyorum. Her sözüm eleştiri, her kelimem ağzına sıçmak oluyor. Aslında ben ve sen bu dünyadaki nadir iyi insanlardan ikisiyiz. Dost olsaydık ömürler boyu bir sevgiliye bile ihtiyaç hissetmeden hayatın güzelliklerini paylaşabilirdik. Birbirimize yeterdik. Ama sevgili olduk, hayatın tam ortasına iki yürek düştük. Artık yerden kalkıp mutluluğumuzla koşmak hakkımız ama yalnızlığını yarıp derinine dokunamıyorum. Ne seni ne de beni bir saniye bile yormak istemiyor ve göz yaşlarıma aldırmadan gidiyorum…





Niçin en çok sevdiğimizi en çok acıtırız ? Niçin en sevdiğimiz bizi en çok anlamaz ? Niçin en çok sevdiğimize bir gram sabrımız yoktur ? Sıradanlara yıllar boyu katlanırken niçin en çok sevdiğimizin bir anlık yanlışı dünyalarımızı karartır ? Soru işaretlerinin sonu yok. Adı üzerinde,
en çok sevdiğin, en çok gördüğün, en çok hissettiğin, en çok özlediğin, en çok sarıldığın, en çok birlikte ölmek istediğin… Bir insan bir insandan başkasını göremeyecek kadar o insan olduysa, artık bütün dünyanın güzellikleri, iyilikleri, mutlulukları, acıları, suçlarıda onun olur. Sağlıklı bir bakış mıdır ? Aşk, bir diyet değildir, sonuna kadar birbİrini yiyip kilo almamaktır…





Bütün harflerim biraraya geldiğinde adını yazıyor, bütün kelimelerim adının üzerine yemin ediyor, bütün cümlelerim adın kadar ediyor, bütün noktaların gizinde, üzerinde, içinde adın yazıyor, bütün nokta noktalar sadece adın yazınca doluyor, bütün üç nokta yanyanaların sonsuzluğu sana kadar gidiyor, bir de benİ düşün…





Beni her anlamadığında benden bir nefes çekiyorsun, bir sigara gibi yanıyorum, yüreğim külleniyor, yere doğru uzanıyor, toprağa bile düşemeden dağılıyor. YalnızlığInın alışkanlığıyla benimle yaşadığında
kül tablasına bastırılan, senin kıvrıldığın boynum kırılıyor…




Seni Seviyorum…



20.09.2013

Gidiyorum





 

ksb


Gidiyorum




Ela gözlerim sensiz ışıldamaz, bensiz bakmaz dedikten sonra üzerinden yıllar geçti. Ağır ağır, acı yorgun, yalnız kalabalık, loş geceli flu sabahlı, mektuplu pullu, dingin azgın, rakılı alfabeli, aslında eskisi gibi ve üzerinden yıllar geçti. Aslında bazen bir gün bile bir yıldan uzundu, anlamlıydı, aşktı, tendi, bakıştı, dalıştı, özlemdi, uyurken seyredişti, gözlerinde büyümekti, yüreğinde çoğalmaktı ve yıllar geçti.





Geldiği yere, terk ettiği yere, vedalaştığı yere, kalabalığın içindeki yalnızlığına geri döndü ve ilk değildi, son mu belli değildi. A dan başladı, ben döndüm telefonlarını etti, buluştular, alışıktılar. Gidip gelmekten bıkmadın mı dedi birisi, sadece bakması yetti ve konuşma başka dokunuşlara doğru ilerledi. O odadan diğerine, gecelerin ahlaksızlığında sabahın kibarlığında, denız kıyısı dalgalarında, öğlen rakılarında, merhaba sonrası çarşaflarında, gün batımı gruplarında, evli dostlarının kaçamaklarında, göz yaşlarına mendil olup tenine hafif yorgan oluşlarda, sabaha ulaşamayan gecelerde, tanımadık sokaklara adım atışlarda, küçük kıyı kasabası akşamlarında, bir gecelik dokunuşun şaşırtan anlamlarında, sen bu sun sözlerinin ona kadar gelemeyişlerinde yaşadı, alışıktı, çift taraflı mont gibiydi…




Bir yıl…




Sigarası ağzındayken kahvesini yudumladı. Birbirinin en uzağı olan iki hayatı, nasıl bir hayata sığdırdığına şaşırmadan bir sigara daha yaktı. Biraz sonra Hüseyin in gelecek olması paketin içindeki yalnız sigarayı rahatlattı. Bir rakı bir de yazmak bu sigarayı azdırıyor diye yazdı. Aslında an dı ama bilinen geleceklere tavdı. Belirsizliğin içinde yaşardı ama bakmasını bilene en bilinendi. Sorusuz cevaptı, açıılmadan okunan mektuptu, çözülmemiş bulmacaların eksik kalan son kelimesiydi, kışın göbeğinde odalara açan güneşti ve pencereyi açınca bulutlara kaçan geceydi, an dı, yirmi yıl öncede an dı ve hala yanında durup yine an dı, yanında yokken bile yanında olacağı bilinendi, mengenenin orta çizgisinde kaldığında yürek koluydu, yetişirdi, bütün kalabalığına yetişirdi, o şehirden diğer odaya, çocuktan yaşlıya, tabi ki kadına, sıradandan muhteşeme, kahveden rakıya bulunmaz hint kumaşı değildi, mahmutpaşaydı…





Bir yıl…





Yalnızlığın armağan ettiği güçle, ilişkisi bile olsa yalnız kararlar almaktan çekinmezdi. Ben onun için yalnızlığımı terk ettim, ben ne dersem o olur diye bile düşünmezdi, isterdi, karar alırdı, yapardı ve peşinden gelinmesi gayet doğaldı. Uzun yalnızlıktan sonra içine düşülen ilişkilerde, yalnızlığın kolaylığı insanı terk etmez. Her gece sarılarak yatsa bile sabaha yalnız yatmış gibi kalkar ve yanında yatan sevgilisini görünce bu da kim diye korkar. Yalnızlık gerçekten güzeldir. Hele aralara keyifli kaçamaklar serpiştirdin mi inanılmazdır. İlişkisi yıllarca sürse bile hala yalnızmış gibi yaşayan insanlar etrafımızda dolaşır ve bu onlar için doğa kadar doğaldır. Diğeri, yani bir ilİşki yaşadığını düşünen, durmadan anlatmaya çalışır, güzellikler yaparak çaktırmadan alıştırmaya çalışır ve sonunda bıkar, kabullenir. O gün şunu duyar, “sen benimleyken yalnızmışsın gibi yaşıyorsun”. Boş boş baktıktan sonra ağzından şu cümle çıkar, “sen öyle istiyorsun sandım hayatım”. Ve şunu duyar,
“nerden çıkartıyorsun böyle saçma cümleleri”.





Kadını anlamak zordur der erkekler,
bir de yalnızlığına alışmış bir kadına dokunsunlar bakalım…





Sürekli konuşuyorlardı. Kelimelerine yular takmayı sevmezdi. Ilk yazıldığı gibi konuşurdu. Beyaz derdi, canım beyaz dedin derdi, o da beyaz dedim ama o beyaz değil derdi. Söylediğinin ne anlama geldiğini düşünmezdi, çünkü onun söylediğiydi. Yalnızken de aynı cümleyi kurardı ama kimse öyle anlamazdı. Yalnız bir kadını sevmek istilorsanız ona önce bir sevgili bulun, ayrılmasını bekleyin, ayrıldığı gün karşısına çıkıp sevgili olun. Üzerinden biraz yalnızlık kokusu dağılmış olur belki siz de aradan sızabilirsiniz…





Bir yıl…




Ben gideceğim dedi. Madem gidecektin neden bu kadar derinlere daldık, sığlıklarda keyifle yaşardık dedi. Hemen gitmeyeceğim ki, ayrıca bu benim önceden aldığım bir karar ve yapmayı, hayatıma bu deneyimi eklemeyi hep istemişimdir dedi. İstemen kadar doğal bir şey yok ki, ama bunu istediğinde iki kişi değildin dedi garibim. Zaten daha bir yıl var, hem yarın ölmeyeceğim ne malum, hani sen anı severdin… Ölüp ölmeyeceğimiz belli değil ama bir yıl sonra belli… Boşver şiimdi bunları, o gün geldiğinde konuşuruz… Sıradan olurduk, kendimizi bu kadar yormazdık, keyfimize bakardık, her günümüz üzerimizde aşk deliliği olmadan eğlenerek geçerdi, kendilerimizi yontmak zorunda kalmazdık… Boşver, daha bir yıl var, o gün geldiğinde konuşuruz…






Yalnızlığın ilizyonlarında keyifle yaşarken, rahat rahat osurmanın rahatlığını yaşarken, kocaman yatağına kendini bile zor sığdırırken, her kararınızın, her düşüncenizin doğru olduğuna eminken, konuşmayı unutmuş tuşlarla eğlenirken, kendi yalnızlığının içine, dokunmadan çok iyi, anlamlı, değerli insanlar yerleştirmişken, yer bildirimlerinde yanına başka isim yazma ihtiyacı hissetmezken ve mutlu bir hayatın olduğuna inanırken bir insan niçin sokağa çıkar? Hadi çıktı diyelim, niye hala içerdeymiş gibi yaşar? Gereksiz sorular, cevap almaya değmeyecek sorular sormayın. Eğer bir yalnızla birlikteyseniz kendi bildiğiniz gibi yaşayın. Ne onu yorun ne de kendinizi. Bu da ona yetmeyecektir, senden bir ilişkide gİbi yaşamanı isteyecektir, aldırmayın. Ne yapsarsanız yapın hiç bir anlamı olmayacaktır, taa ki yalnız olmadığını anlayana kadar. Bunun da kısa bir sürede ya da olacağına inanarak kendinizi yormayın.Yalnızlık güzeldir ve ondan ayrılmak kolay değildir. İllaki bir ilişki yaşamak istiyorsanız, karşınızdaki insandan yalnızlık takvimini isteyin ve yanyana duran y leri çoksa uzayın.





Ela gözlerim sensiz ışıldamaz, bensiz bakmaz dedikten sonra üzerinden yıllar geçti. Ağır ağır, acı yorgun, yalnız kalabalık, loş geceli flu sabahlı, mektuplu pullu, dingin azgın, rakılı alfabeli, aslında eskisi gibi ve üzerinden yıllar geçti. Aslında bazen bir gün bile bir yıldan uzundu, anlamlıydı, aşktı, tendi, bakıştı, dalıştı, özlemdi, uyurken seyredişti, gözlerinde büyümekti, yüreğinde çoğalmaktı ve yıllar geçti.






Bir gün, otlu keklerin kokusu arasından güneşi doğurduğun bir gün,
kocaman yatağına sığmadığın bir gün, kolunu sola doğru attığında üzerine düştüğü daha kocaman boşluğun acıttığı bir gün, tavana asılı duran ela gözlerin ışığını düğmeye basıp açtığın bir gün hayat çok uzakta olacak ama bir rüzgar gibi geçecek. Kalkacaksın, duşunu alacaksın, sigaranı yakacaksın, gömleğini giyeceksin ve gitmen gerekene gideceksin, dünyanın şehirlerine dokunup gelişeceksin ve hayat her zaman ki gibi devam edecek…






Kendin kadar olduktan sonra gerisi teferruat bile değildİr…






Yaşayın gitsin !




19.09.2013

18 Eylül 2013 Çarşamba

Hayatın iki ucu

 

 









ksb


Hayatın iki ucu





Sevmesini unutmuşlardı. Gidebildikleri kadar gidiyorlar ve kalmadan geri dönüyorlardı. Iki uçtaydılar ve aralarında sonsuz kelime boşlukları vardı.
Birbirlerinin farkında olmadan, görseler bile farketmeyecek kadar, kendi hayatlarının içinde yaşıyorlardı.




Akla karadan bile uzaktılar, birbİrlerine tuzaktIlar. Biri hayatın giriilmeyecek sokaklarında dolaşırken diğeri başka alemin uzaktan ama samimi, tanımadık ama mutluluk verici sokaklarında dolaşıyordu. Ikisi de bir şekilde vazgeçmişti. Biri yalnız kalabalığI diğeri sadeliği seçmişti.





Birileri kırmıştı, eksik bırakmıştı, zamansız ve anlamı imkansız gitmişti, yetmemişti, onun kadar olamamıştı, biriktirdiklerine dokunamamıştı, yapması gerekenlerden kendine kendi kalmamıştı, yalnızlığıa alışmıştı, evinin içinde başka bir nefes duymayı ardında bırakmıştı, doğruları ile yaşarken başkalarını üzmemesi gerekiyordu, kendi kadar yaşarsa sevdiklerini kırması gerekebilirdi ve sustu…
Yalnızlığa çekildi, kendine uzak ama içinde varolacağı, samimi ve iyi ama hayatında olmayacağı, keyifli ve mutlu ama bir tuşla yok olacak kadar güvenli, sokağa çıkıp paylaşacağına oturduğu yerden, dokunmadan, hayatına almadan ama hayatını kaplayacaık kadar, yalnIzlığını unutturacak, eksiklerini bir beğeni ile kapatacak, tanımadığı kısa kelimelerle mutluluk verecek bir dünya yarattı ve yeti…




İster çıkmaz ister dipsiz sokak çocuğuydu. Kimsenin girmedİği odalarda dolaşırdı. Kimsenin dokunmadığı yaralarda soluk alırdı. Bir telefon kadar yakındı, hayat kadar uzaktı. Kalabalığın tam ortasında yalnızlığına dokundurmadan yaşardı. Geceleri sabaha ulaşamadan gece olurdu. Aşkı neredeyse çocukluğunda bırakıp, dost sevgililerinden bir hayat yaratıp, rakının katlanma katsayısını çoğaltan anosonuna sarılıp, sadece mutsuzluk anında görünen gül cemali ile kalabalağın tam ortasında yalnızlığı kucağında kendi kadar yürürdü.




Uzaktılar, alIştıkları hayata tuzaktılar…




Sistemdi, delendi… Markaydı, isimsizdi… Düzendi, isyandı… Güvendi, rahattı… Yaşardı, bıkmıştı… Umudu vardı, terk etmişti… Toplumdu, kendiydi… Beyazdı, zifiriydi… Gelecekti, an dı… Ciğerciydi, sokakdı…
Akıllı telefondu, daktiloydu… RakamdI, harfdi… Güzeldi, yakışıklIydı…
Aileydi, insandı… Siteydi, ara çıkmazdI… Yaşardı, katlanırdı… Sadeydi, kalabalIktı… Club dı, salaştı… Doğruydu, arayandı… Bİlendi, çözendi…
Mükemmeldi, sıradandı… Bilmezdi, unutmuştu… Gizliydİ, aleniydi…
Ketumdu, cıvıktı… Sevgiydi, aşktı… Mohitoydu, rakıydı… İnsandı, insandı… Hayattı, arafdı… İmkansızdı, imkansızı severdi… Kıyıydı, dalgaydı… Simit atandı, martıydı… Köklüydü, rüzgardı… Zamandı, yelkovansızdı… Akıllıydı, deliydi… Gülen gözlüydü, tapandı… Yalnızdı, dibiydi… Hakimdi, bırakmıştı… Unuturdu, kazırdı… Huzurdu, aşktı… Belirlİlikti, karmaşaydı… Konandı, uçandı… Kalandı, gidendi… Sabahtı, geceydi… Arıydı, kelebekti… Ankaraydı, istanbuldu… Bulvardı, dar sokaktı… Nişantaşıydı, arnavut kaldırımıydı… Güzeldi, tavaf edendi…
MantIktI, hayaldi… Vadeliydi, vadesizdi… Kındı, kIlıçtı… Beklerdi, sabırsızdı… Bildirimdi, ansızındı… Akıllıydı, delİydi…





Uzaktılar, yüreklerine tuzaktılar…





Karşılaştılar. Hayat, onunla ne kadar dalga geçersen geç illaki ben ne dersem o olur anını yaşatır. Karşılaştılar. Gözleri gözlerine değdi, yok artık dediler. Günün içine kendilerini bıraktılar. Hayatıma iyi bir insan dediler. Kimsenin aklına gelmezdi, onlarında aklIna gelmedi. Hayatlarına güzel bir gün eklediler zannettiler ama aslında hayatlarına hayat eklediklerinin farkında değildiler. Aslında farkındaydılar ama yok artık dediler. Yılın en uzun gününü yaşadılar, geceye ulaştılar, ayrıldılar. Saatli Maariften bir yaprak kopmadı, öylece kaldı. Bilemediler, nasıl olacağını bilemediler, sustular. Arasıra kısık kısık konuştular, bağıramadılar…





Buluştular. Sessizliğin kokusu dağılmadan buluştular. Sürekli konuştular ama söylemek istedikleri kelimeleri yüreklerinde düğümlendiler. Hala içlerinden yok artIk diyorlardı. Yürek kelimelerinin sessizlİğine gecenin kılıçla ikiye ayrıldığı anda dudaklar isyan etti. Önce birbirlerine göz kırptılar, bunların yok artıkları bİtmeyecek dediler ve imkansIzca buluştular. İkiside önce ben öpmedim dedi ama ikisininde öpmediğini bilmiyorlardı. İçlerinde gizledikleri derini görme anlamının dudaklara verdiği heyecanla, o anda dokunamadıkları derinlerinin güzelliğine geldiler.Ikiside birbirini öpmedi ama öpüştüler. O andan İtibaren artık hayat eskİsİ gibİ değildi. Dİrendiler. Gece direndiler, sabahı direndiler, birbirlerine sarılacaklarına yok artıklarına sarıldılar.




Bilemediler…



Sevmesini unutmuşlardı. Gidebildikleri kadar gidiyorlar ve kalmadan geri dönüyorlardı. Iki uçtaydılar ve aralarında sonsuz kelime boşlukları vardı.
Birbirlerinin farkında olmadan, görseler bile farketmeyecek kadar, kendi hayatlarının içinde yaşıyorlardı.




Bilemediler. Deliler gibi bildiklerini bilemediler. Haklıydılar. Yok artıkları kadar haklıydılar. Karla güneşin kolkola yürümesi kadar haklıydılar. Yazı ile turanın yanyana durması kadar haklıydılar. Ama yapacak bir şey yoktu. İmkansız dudakları yüreklerine mıhlanmıştı. Direndiler, yok artık kadar direndiler. Hem de varolduklarını bile bile direndiler. Yıllarca sürebilirdi, dostluğun tepesinde yaşayabilirlerdi, aşkın unutulmuşluğunda gerek görmeyebilirlerdi, bir daha görürsem dayanamam deyip kaybolabilirlerdi, kendilerinden bile saklanabilirlerdi. Yapamadılar, içlerine düşüp, her saniye büyüyen anlamın karşısında duramadIlar, birbİrlerinİn karşısında durdular, içlerine geçtiler öylece kaldılar…




Aşk, ikİ yüreğe düştü mü birini yakar, tek yürek yapar…




Kolay olmadı. Bildiklerinden bile, yok artIklarından bile zor oldu. Karla güneş yürekyüreğe girdi, donmadan, erimeden yürüdü. Ya eritirsem, ya dondurursam diye diye yürüdüler. Unuttukları, açılmayacak çekmeceye koydukları aşk, yüreklerine taç oldu, hayatlarını karıştIrdı. Hala da karıştırıyor…




UzaktIlar, gerçekten en uçtan bile uzaktılar. Yazarken bile zor, yaşarken tarifsiz… Bİr gökte oldular, bir yerin dibinde… Kararlar almak istediler…
nerde… Beyin fırtınası ( ne kadar kaldıysa… ) yaptIlar, biri öneri getirdi diğeri reddetti, diğeri öneri getirdi biri redditti… Biraz uzaklaşalım sakinleşelim dedİler, bir gün birbirlerini görmeseler yok olacaklarına inandıkları için yapamadIlar. Hep ne yapabİlİrİz dedİler,ama hİç birşey yapamadan yaşadılar.




Aşkın deliliğinde yaşarken mutluluğun tarifsiz, acın sonsuz oluyor…




Biri özgürlüğün, çılgınlığın, yaşanmamIşların, anın daniskasından geldi.
Biri sadeliğin, düzenin, geleceğin, güvenin, belİrliliğin sakinliğinden geldi.





Geldiler. Yok artık derken aşık oldular. İlişkiyi bile unutmuşken aşk ateşinin kırmızılığının tam ortasına düştüler. Kendilerini akıllı zannederlerken delirdiler. Biri delİlİğe alışıktI, her ne kadar yaşamak istemese bile karşIsına çıkmasına alıştıktı. Ve delirdi mi gerçekten delİleri kıskandIracak kadar delilirdİ. Biri, delirmek istemezdi, düzenli hayatının içinde, ilişkisininde kendİ yerinde olmasını isterdi. Sankİ aşk laf dinlermiş gibi…





Ne birbirlerine söz geçirebildiler ne de aşka. Yoruldular, yeter artık dedikleri anları oldu ama yetmedi, ne kadar dokunursalar dokunsunlar yetmedi, sakinlik gelemedi. Derken geldi, derken gitti. Derken geldi, derken gitti. Derken geldi, derken gittİ…





Yok artık derken hala yaşıyorlar. Günler geçiyor, aylar geçiyor hala yaşıyorlar. Artık çoğu zaman gökteler ama yerin dibinide ziyaret ediyorlar. Bİrlİkte büyümeyi öğreniyorlar, ortak harfleriyle bambaşka alfabeler yaratıyorlar. Her İkisininde eksikleri olduğunu biliyorlar ama ikiside kemik olduğu için her zaman kabullenmiyorlar. İkiside kendi hayatında çok sevildiği için dIşarıdan bakIldığında olmayacak duaya amin gibi duruyorlar. Galiba herkes aşkı unutmuş, neler yaptırabİleceğini, yaşattığı imkansızlıkları unutmuş. Herkes sıradana koşmuş, delilikten vazgeçmiş sisteme kurulmuş. İşime gideyim, alıştığım hayatı, kadını, erkeği yaşayayım, iş toplantılarımı uzatayım, kendimi bir köşede unutayım, elli yaşımI geçtim ama geleceğimi garanti altına alayIm, koştura koştura yaşayayım ama kimseye yetişemeyeyim ve bunlar yetmez ama ben dışarıdan da beslenirim, düzenimi bozmadan yaşarım derdirde…





Aşk, sen üzülme, biz seninle delirmekten çok mutluyuz. Senden vazgeçmek şöyle dursun seninle büyüyerek bir olmanın mutluluğuna koşmaktayız. Tabi ki tümseklere takılıp, düşüp elele yerden kalkıyoruz ve her kalkmamızda daha da büyüyoruz. Sen merak etme, bİzim yüreğimizde hep yaşayacaksın, evimizin başköşesinde keyifle oturacaksın…







Aşık Olun.



18.09.2013

27 Ocak 2013 Pazar

Hayat yanımdan geçti








by BG


Hayat yanımdan geçerken göz kırptı. O kırpış saniyesinde biriktirdiğim bütün düşünceler, yaşanmışlıklar, yaşanamamışlar içime geldi. Hayat, biraz ilerideki banka oturdu. Bende olduğum yerde kendimle kalakaldım…





Bu şiiri yazmıştın dedi birisi, ben de bu şiir değil düz yazı dedim ve yazmaya devam ettim. Uzun süredir düz yazı yazmadığımı, dün gece bana söyleyen insana teşekkür ederim. Belki de onun sayesinde bu satırlar uzayacak ve bitecek…




Düşüncelerimin üzerine oturdum. Hepsini birer birer içime aldım. Teker teker onlarla konuştum. Kimini kaçırmışım, kimini yakalamışım. En anlamsız olanı yakalarken, hayatımın seyrini değiştirecek olanı kaçırmışım. Şaşırdım kendime, hele bunu şimdi farketmeme daha çok şaşırdım. Tanışmadığım düşüncelerimle karşılaşınca kalakaldım. Bu kadar mı kendimden uzakta yaşamışım. Tanışır tanışmaz sevdim düşüncemi ve hemen hayatıma ekledim. Herkesi bilirken, tanırken kendimize niye bu kadar uzak yaşıyoruz satırlarını bile yazdım.
Korka korka hayata baktım. Hala bankta oturduğunu görünce rahatladım. Yalnız kaldığımıza şaşmamalı, daha kendimize dokunamamışız ki başkalarına nasıl dokunacağız. Şığlıklarıma ayak basarak derinlerime doğru ilerledim. O kadar gittim ki o kadar olur. En derinimde kozaladığım değerlerin sığlıklarda boğulduğunu gördüm. Hemen suni teneffüs yaparak hak ettikleri yerde canlandırdım. O kadar bilgiyi, hayatı biriktirip sığlıklarda oyalandığım zamanların çokluğuna kızdım. Madem sığda yaşayacaksın ne diye o kadar uğraşıp kendini derinleştiriyorsun dedim. Bütün hayatımı önüme serdim. Bütün satırlarıma tek tek dokundum…




Yine o çocuğu gördüm. Cama buğu olmuş halde otoparka giren arabalara heyecanla bakan çocuğu gördüm. Uzaktan gördüğü her arabada ayağa kalkan ve üzüntüyle sandalyesine oturan, bir türlü babasının arabasını göremediği için kendine kızan çocuğu gördüm. Yine bitmek bilmeyen bir toplantısı var nakaratını en hüzünlü melodi ile söyleyen çocuğu gördüm. O çocuk ne bendim ne de benim çocuğumdu. Hala niye satırlarıma girdiğini bilmiyorum. Bir toplantıda alınan hangi karar cama buğu olmayı kazandırır ?




Neyse, bazı gittiklerimi ve gitmediklerimi içime konuk ettim. Bazılarına niye gittiğimi ve gitmediğimi bugün ki aklımla anlayamadım. Ona gideceğime niçin gitmediğime gitmemişim bilemedim. Ama biraz sonra bileceğim ve bazı gittiklerimi unutup bazı gitmediklerime gideceğim. Aslında gitmeyi hep sevmişimdir. Arkamda bırakmayı sevdiğimden değil gitmenin ve varmanın verdiği keyiften gitmeleri sevdim. Gitmedikçe hayatına yenilikler katamıyorsun. Kaldıkça aynı yerde hayatı sektiriyorsun. Gitmek lazım. Bazı kaldıklarımı ve kalamadıklarımıda karşıma aldım. Bazı kaldıklarımda niçin bu kadar kaldığıma şaşırdım. Bana hiç birşey eklemeyen kaldıklarıma hayatımdan bu kadar zamanı niye ayırdım diye düşünürken kendimi yakaladım. Tabi ki bunun yanında bazı kalamadıklarımda beni şaşırttı. O gün kalsaymışım bugün bile hala orda kalabilecekmiş gibi hissettiren kalamadıklarımı gördüm. Hemen onlarıda kaydettim ve haklarını vermeyi hayatıma ekledim. Bütün bunlara hayatım yetecek mi diye düşünürken aklıma hayat geldi. Kafamı sağa çevirdim ve bankta.



Birikenlerimin içinde hiç hatırlamadığım bir kadın gördüm. Gözlerimi ovaladım bir daha baktım. Yuh dedim kendime, bu güzelliği bu anlamı nasıl farketmezsin. Kimbilir kime bakıyordum o zamanda ve bu anlamı görmeyecek kadar kör oldum. Ve bugün o baktığımı hatırlamıyorum bile.
Bugüne kadar kiminle nefes alıp yollarda yürümüşüm diye iç geçirirken yıllarımı verip saniye alamadığım dostlarımı gördüm. Her an yanlarında olup, her sıkıntıda gevşetici olup, yüreğini, aklını, sevecenliğini, tenini, gecelerini, gündüzlerini, hayatını verdiğin ve bir saniye alamadığın halde katlanılan dostları gördüm. Hemen baş aşağıya durup hepsini silkeledim.
Içimde biriken bakışlarla bakıştım. Inanılmayacak kadar çok biriken bakışın arasında bakmam gerekenlerin olmadığını saydım. Kime, nereye bakacağımı bile karıştırmışım. Hayat, bana ne sunarsan bana layiktir diye sağıma doğru fısıldadım. Tenimde, içimde biriken dokunuşları hissettim. Ne kadar çok dokunmuşum, dokunmatik olmuşum. Sabaha ulaşamayan gecelerin karanlığında kalmışım. Neyse ki aynı zamanda bir gecede dört mevsimi yaşatan dokunduklarımla ferahlamışım. Herkese dokunmanın sonunda yetemeyeceğin kadar insan, ten biriktirdiğinde azını dağıtıyorsun hayata…




Aşık oluduğumu anlayamadığım kadını gördüm. Işte bu son nokta oldu. Aşk aşk diye nefes alırken aşık olup da fark edememenin mengenesinde dakikalarca kaldım. Bir yuh daha çektim kendime. Bu defa daha çok korkarak sağıma baktım ve bankta. Şaşkınlığım sınırlarını aştı, bütün bedenim parka dağıldı. Bunun üzerine yazamayacağım bile. Bir defa daha yuh…




Sevdiklerime eksik, sevemediklerime fazla kaldığımı gördüm. Ne kadar dengesiz bir sevgi paylaşıcısı olduğumu farkettim. Bu dengesizliğim yüzünden sevdiklerimin eksik kalmasndan bu yana sevemediklerime verdiğim fazla yüzünden eksik kalmasına kızdım. Sevemediklerimin ne işi var hayatımda dedim. Bir kere daha baş aşağıya durdum ve silkeledim.
Tanımam gerekenleri tanımadığımı, tanımamam gerekenleri baş köşeye koyduğumu gördüm. Madem karşına kadar gelmişler neden içine almadın dedim kendi kendime. Hadi onları olmadın, neden tanımamam gerekenleri başına taç yaptın diye de devam ettim. Bir kırpış saniyesine bu kadar şeyin sığması imkanlımı diye düşünürken, baktım ve bankta.



Sevmemen gerekenleri sevdiğimi, sevmem gereken bir çoğunu görmediğimi gördüm. Şaşırdım. Zaten bu satırlar boyunca şaşırmaktan başka bir şey de yapmadım. Üzerine bir de yetişmem gerekenlere yetişemediğimi, kaçırmam gerekenleri yakaladığımı gördüm. Kimlere boş yere yetişemediğimi yavaş yavaş ama tiz bir şekilde akan film şeridi gösterdi. Kaçırmam gerekenleri niçin yakaladığımı hala bilmiyorum. Onlara ayırdığım zamanı kimbilir hangi sevdiğimden çaldım. Nerdeyse yanımdan hayat yerine kendim geçip göz kırpacakmış noktasına geldim.
Ertelediklerimin üst üste duruşunu görünce, dünyayı göremedim. Madem yapmaya, gitmeye, dokunmaya, yaşamaya karar vermişsin ne diye erteliyorsun be adam dedim. Bir kere içine düştümü bırak hayatına hemen girsin, erteme dedim kendime parmağımı sallayarak. Bu vapuru kaçırmaya benzemiyor ki onbeş dakika sonrakine bin. Gitti gidiyor hayat, ertelemek yok.




Hayat yanımdan geçti. Bana göz kırptı. Biraz ilerideki banka oturdu satırları sonuna biraz sonra ulaşacak…




Düşüncelerimi, yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı, birikenlerimi ayıkladıktan sonra heyecanla kalakaldığım yerden zıpladım. Koşa koşa banka doğru hızlandım. Hayatı kucakladım, kendime sarıldım. Hayatı yanıma alıp kolkola yürümeye başladım. Artık çok eğleniyoruz hayatla. Bütün satırlarım kendimden doğuyor. Bütün kaldıklarıma kendimle kalıyorum. Bütün sevdiklerimi kendimle seviyorum. Bütün gittiğim yerlere kendimle gidiyorum. Bütün dokunduklarıma kendimle dokunuyorum. Bütün yetiştiklerime kendimle yetişiyorum. Bütün gördüklerime kendimle bakıyorum. Bütün aşklarımda kendimle deliriyorum. Artık hayatla çok eğleniyoruz…




Siz de yürüyün.


27.01.2013