24 Eylül 2013 Salı

Bas Gaza













ksb






Dünyanın sabahları gecen olduysa, gündüz yaşayanlara koşma, çıplak sokaklarda çırılyürek dolaşıyorsan, rakamların arasına karışma, dün ile yarının mengenesine sarılmadıysan, anı bilmeyenlerle coşma, aşkı sakin bir liman zannedenlerle delirmeye kalkma dedi birisi ama sesini duydum kendisini görmedim.


Bir kelime uçumu zamanların yelkovanını arayanlar harfine bile dokunamazlar. İnce belli yağmura şemsiye açanlar toprak kokusunu duyamazlar. Kırmızı gün batımını fotoğraf zannedenler dolunayla konuşamazlar. Deniz kıyısını tarif görenler yosuna basamazlar. Hayatın içine rakamları ekenler harfleri biçemezler, hangi rakama ulaşması gerektiğini unutup sonsuzlukta kendilerinden kaybolurlar.


Bir sayfayı çevirmek kadar kolay buluşmalar, açamadan arada kurumuş güllere dönüşünce, beklemekte acılı olur. Kaçan vapurlar yirmi dakika sonra tekrar kalkar ama aynı dalgaların koynunda iskeleye varamaz. Bir gülüşün, dokunuşun, bakışın, anlayışın maliyeti yoktur, faiz getirmez, kiralık kasaya sığmaz ama yüreğe iyi gelir. Bir şiiri vazoya koyup koklayamazsın ama onunda yüreğe iyi geldiği görülmüştür. Paylaştığın güzellikler görev gibi algılanıyorsa, sıradanlaşır, otomatik gibi görülür, hayat daralır…


Kendine kendinin bile dokunmasına izin vermezsen, başkaları kadar görünürsen, başkaları kadar konuşursan, başkaları kadar sevişirsen, başkaları kadar yaşarsan, yüreğinin karşısında dimdik dikilen kime dokunsun, seni kimde bulsun, uykusuz gecelerde tanımadığına dokunup hangi bulutlardan yağsın da sabaha güneş olsun…



Gözlerine baktığında kendini ayna gibi sana gösterenden korkar mısın ?
Ellerini tuttuğunda hayat çizgini sana gösterenden korkar mısın ?
Tenine dokunduğunda teninin ahlaksızlığını sana gösterenden korkar mısın ?



Hayat, sandığımız kadar uzun değil. Yüz sene yaşasak ta uzun değil. Sadece bir yaşıtımız öldüğünde bir an için düşünülecek kadar da kısa değil. Başkalarının peşinden koşarken ve tribünden kendini izlerken rüya zannedersin. Aslında gördüğün kendinsin. Hep sevdiklerin için yaptığına inandığın şeyleri aslında kimin için yaparsın ? kaç madalya daha taktığında kendinle kucaklaşırsın ? üç senede bu, on senede şu olduğun sistemde, en azından geriye kalan zamanında kendin kadar yaşasan, terfi etmen kaç sene gecikir ? kaç terfi sonunda ce’lere, o’lara karışsan, tepende kinin bir lafına muhtaç mısın ?



Saatli maarifin yaprakları odanı doldurduğunda içinden kaç yaprak sen sen kokuyor. O günün çocuk adı kaç defa sana denk geliyor. Koşuyoruz, nereye koştuğumuzu unutuyoruz. Biri silahı patlatıyor, biz de deliler gibi koşuyoruz. Her kilometrede azalıyoruz ama rakamlarımız çoğalıyor. Tek başımıza yaşıyoruz, on odalı evde oturuyoruz. Birileri gelecek, o odaları dolduracak diye umuyoruz. Ne kadarı yeterli oluyor. Gerçekten bir yeteri var mı bilmeden , hep yetmezmiş gibi kendimizi kaybederek, ne aradığımızı bilmeden inadına koşuyoruz. Bayrak yarışını bilmiyoruz, elimizde bayrak sopasının nasırı, tek başımıza bayrak yarışı koşuyoruz.


Hangi bedel bir çocuğun gülüşüne denk gelir ?
Hangi bedel bir sevgilinin yüreğinin heyecanla atmasına denk gelir ?


Son model arabalarla otobanda hız rekoru kırarak gitmeye çalıştığın sahil kasabasına yürüyerek gidilen kestirme bir yol var. Etrafı çiçeklerle, meyvelerle çevrili toprak bir yol var. Tamam, canım ayakkabıların tozlanır, birkaç harfli gömleğin ter kokar. Rüzgardan saçlarının ucu kırılır. Ama arabadan önce varırsın, duşa girer temizlenirsin, gömleğini makineye atarsın, gerekirse ayakkabılarını parlatırsın. Masayı donatır, deniz kokusunu içine çeker, güneşi gözlerinde batırırsın. Hayat geçer, araba hala tam gaz otobanda senin vardığına varamasa bile hız rekoru kırıyorum diye müziğini dinleye dinleye, senin orada olduğunu bilmeden geleceği günü hesaplar, hesapsız…


Bas Gaza !



24.09.2013