ksb
Dünyanın sabahları gecen olduysa, gündüz yaşayanlara koşma, çıplak sokaklarda çırılyürek dolaşıyorsan, rakamların arasına karışma, dün ile yarının mengenesine sarılmadıysan, anı bilmeyenlerle coşma, aşkı sakin bir liman zannedenlerle delirmeye kalkma dedi birisi ama sesini duydum kendisini görmedim.
Bir kelime
uçumu zamanların yelkovanını arayanlar harfine bile dokunamazlar. İnce belli
yağmura şemsiye açanlar toprak kokusunu duyamazlar. Kırmızı gün batımını
fotoğraf zannedenler dolunayla konuşamazlar. Deniz kıyısını tarif görenler yosuna
basamazlar. Hayatın içine rakamları ekenler harfleri biçemezler, hangi rakama
ulaşması gerektiğini unutup sonsuzlukta kendilerinden kaybolurlar.
Bir sayfayı
çevirmek kadar kolay buluşmalar, açamadan arada kurumuş güllere dönüşünce,
beklemekte acılı olur. Kaçan vapurlar yirmi dakika sonra tekrar kalkar ama aynı
dalgaların koynunda iskeleye varamaz. Bir gülüşün, dokunuşun, bakışın,
anlayışın maliyeti yoktur, faiz getirmez, kiralık kasaya sığmaz ama yüreğe iyi
gelir. Bir şiiri vazoya koyup koklayamazsın ama onunda yüreğe iyi geldiği
görülmüştür. Paylaştığın güzellikler görev gibi algılanıyorsa, sıradanlaşır,
otomatik gibi görülür, hayat daralır…
Kendine kendinin
bile dokunmasına izin vermezsen, başkaları kadar görünürsen, başkaları kadar
konuşursan, başkaları kadar sevişirsen, başkaları kadar yaşarsan, yüreğinin
karşısında dimdik dikilen kime dokunsun, seni kimde bulsun, uykusuz gecelerde
tanımadığına dokunup hangi bulutlardan yağsın da sabaha güneş olsun…
Gözlerine baktığında
kendini ayna gibi sana gösterenden korkar mısın ?
Ellerini tuttuğunda
hayat çizgini sana gösterenden korkar mısın ?
Tenine dokunduğunda
teninin ahlaksızlığını sana gösterenden korkar mısın ?
Hayat,
sandığımız kadar uzun değil. Yüz sene yaşasak ta uzun değil. Sadece bir
yaşıtımız öldüğünde bir an için düşünülecek kadar da kısa değil. Başkalarının peşinden
koşarken ve tribünden kendini izlerken rüya zannedersin. Aslında gördüğün
kendinsin. Hep sevdiklerin için yaptığına inandığın şeyleri aslında kimin için
yaparsın ? kaç madalya daha taktığında kendinle kucaklaşırsın ? üç senede bu,
on senede şu olduğun sistemde, en azından geriye kalan zamanında kendin kadar
yaşasan, terfi etmen kaç sene gecikir ? kaç terfi sonunda ce’lere, o’lara
karışsan, tepende kinin bir lafına muhtaç mısın ?
Saatli maarifin
yaprakları odanı doldurduğunda içinden kaç yaprak sen sen kokuyor. O günün
çocuk adı kaç defa sana denk geliyor. Koşuyoruz, nereye koştuğumuzu unutuyoruz.
Biri silahı patlatıyor, biz de deliler gibi koşuyoruz. Her kilometrede
azalıyoruz ama rakamlarımız çoğalıyor. Tek başımıza yaşıyoruz, on odalı evde
oturuyoruz. Birileri gelecek, o odaları dolduracak diye umuyoruz. Ne kadarı
yeterli oluyor. Gerçekten bir yeteri var mı bilmeden , hep yetmezmiş gibi kendimizi
kaybederek, ne aradığımızı bilmeden inadına koşuyoruz. Bayrak yarışını
bilmiyoruz, elimizde bayrak sopasının nasırı, tek başımıza bayrak yarışı
koşuyoruz.
Hangi bedel
bir çocuğun gülüşüne denk gelir ?
Hangi bedel
bir sevgilinin yüreğinin heyecanla atmasına denk gelir ?
Son model
arabalarla otobanda hız rekoru kırarak gitmeye çalıştığın sahil kasabasına
yürüyerek gidilen kestirme bir yol var. Etrafı çiçeklerle, meyvelerle çevrili
toprak bir yol var. Tamam, canım ayakkabıların tozlanır, birkaç harfli gömleğin
ter kokar. Rüzgardan saçlarının ucu kırılır. Ama arabadan önce varırsın, duşa
girer temizlenirsin, gömleğini makineye atarsın, gerekirse ayakkabılarını
parlatırsın. Masayı donatır, deniz kokusunu içine çeker, güneşi gözlerinde
batırırsın. Hayat geçer, araba hala tam gaz otobanda senin vardığına varamasa
bile hız rekoru kırıyorum diye müziğini dinleye dinleye, senin orada olduğunu
bilmeden geleceği günü hesaplar, hesapsız…
Bas Gaza !
24.09.2013
1 yorum:
fidanzata
Yorum Gönder