16 Ağustos 2012 Perşembe

Hayatı sektiriyorum











by UK

Gün doğumunun karşısında her gün yeniden doğarken, dolunayın kucağında her gece yeniden ölürken, hayatın nedensiz paylaşımlarına tütsü olup tüterken, yaşıyorum, gidiyorum.




Ilk ınganın peşisira nefesleri birbirine değdirip, o tenden, yürekten diğerlerine yaşama anlarındaki nereye kadar gidebileceğini bilmediğin dokunuşlarda bir şeyler gizli. Her bilinmeyenin cazibesi gibi, her yeninin davetkarlığı gibi, her başlangıcın umudu gibi giz de zaman içinde aleniyete kavuşuyor, acıtıyor. Her yaşadığın öğretiyor, bıktırıyor, uzaklaştırıyor. Insanı öğreniyorsun, sevmeyi öğreniyorsun, anlamayı öğreniyorsun, düşünmeyi öğreniyorsun, bıktırıyor, uzaklaştırıyor.




Anaokulunda ranzayı paylaştığın, yatak odanda tenini paylaştığın, hayatın ortasında yüreğini paylaştığın büyüyor, sen küçülüyorsun. Görünmez oluyorsun hayatın satırlarında, cümlelerinde, paragraflarında. Ne kadar anlarsan o kadar kayıp, ne kadar seversen o kadar kayıp, ne kadar düşünürsen o kadar kayıp olan hayatı eline alıp, havaya fırlatıp başlıyorsun sektirmeye…



Küçüçük bir bakışla, dokunuşla başlayıp, bütününü vermeye kadar giden dostlukların kucağında, ihtiyaç halinde dokunulacak kadar mertebesine ulaştığında, hangi yöne bakarsan bak aynı şeyi gördüğün anlarda kaldığında ve hala yaşamak istediğinde hayatı sektirmekten ve yoluna devam etmekten başka yön kalmıyor. Aşk içine yürekleme daldığında, bilmediğin ne kadar güzelliğin ve çirkinliğin varsa aşkın ortasına bıraktığında, çirkinliklerinden temizlen de gel ve geleceğe sakin sakin gidelim anlarında kaldığında ve hala yaşamak istediğinde, hayatı sektirmekten başka duruşun kalmıyor. Sektir yerine bir harf değişimiyle ( i ) koymak istediğin anlarda yine kıyamıyorsun, en azından kendi haline bırak belki bir gün diyorsun…




Karanlık gecelerin ortasında mum gibi duruşun, yitik paylaşımların kucağında derin nefes dokunuşun, kalabalığın acelesinde kaybolmuş kendisinin karşısında yüreğini ortaya koyuşun sadece an kadar değerini buluyor. Karanlılığı, yitikliği, kaybolmuşluğu kendi üzerine aldıktan sonra kendi kendine bırakılıyorsun. Kendi kendine kalmak iyi de, diğerlerinin kirlerini üzerine alıp kendi kendine kalmak ne demek. Şu demek, bütün dokunduklarının eksiklerini içine al, ayağını yerden biraz kaldır ve başla hayatı sektirmeye… Hayatı sektirmeye başladığında, dokunduklarını çokar çokar ardında bıraktığında, kendine doğru koşarken rekorları sepete attığında ve kendine sıkı sıkı sarıldığında kimse yerini bilmiyor, kalmadığı yerden devam etmek istiyor. Yokum diyorsun, harflerin kulaklara ulaşamıyor. Gittim diyorsun, işte karşımdasın diyor. Araf tayım diyorsun, beş dakika sonra kapındayım hazırlan diyor. Ne varlığın gözüküyor ne de yokluğun, sadece eksik kalanların gördüğü bir canlı haline dönüşüyorsun. Her gittiğin yerde, sıfırdan başladığında, seni tanımayanların ortasında tekrar tanınıyorsun ve nereye kadar gidersen git tekrar bulunuyorsun. Görünmezlik hapının çekmecesini açtığında içinde ayna buluyorsun. Kapını kilitlesen, panjurlarnıı indirsen, telefonunu kapatsan, yüreğini bilinmeyene yollasanda karanlık bir yerden sızıyor, yalnızlığın üzerine çöküyor, sen bu kadarsın ve bizim eksiklerimizin içinde var olansın deniyor.




Hayatı sektiriyorum sadece iki kelime olarak kalıyor. Sektirmeye başladığında beklenmeyen bir el gelip sektirdiğin hayatı havada iken eline alıyor, biraz ileriye fırlatıyor ve tam karşında duruyor. Bunca yıldır beni dinledin, anladın, içimi boşalttın, sırlarımı sakladın, sıkışmış yüreğimi rahatlığa ulaştırdın, bürüşmüş tenime tazelik öpücüğü kondurdun kondurdun da, bu hayatı sektirmek nerden çıktı? Bırak hayatı sektirmeyi, seninle konuşmam lazım. Bırak hayatı sektirmeyi, sana içimi kusmam lazım. Bırak hayatı sektirmeyi, bugün hemen sevişmem lazım. Bırak hayatı sektirmeyi, yine ayrıldım seninle tazelenmem lazım. Bırak hayatı sektirmeyi, ayrılmak için senden güç almam lazım. Herkese lazım, bana lazımlık…




Bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum…




Aynı şeyleri arka arkaya okumak ne kadar sıkıcı değil mi ?




Tekrarlamak, hayatın en sıkıcı eylemi tekrarlamak. Tekrarlamak, yaşayabileceğin güzellikleri sınırlamak. Tekrarlamak, hayatının zamanını kendi kendine çalmak. Tekrarlamak, biriktirdiklerinin kabının altını delmek. Tekrarlamak, kendini bitirmek. Tekrarladıklarını bıkmadan ve düşünmeden  anlatabildiğin insana anlatmak ve tekrarlamak.




Hayatı sektiriyorum. Sektirdikçe daha çok sektiriyorum. Sektire sektire uzaklaşıyorum. Ben sektirdiğim için dikkatli ve yavaş gidiyorum. Ardımda bıraktıklarım koşa koşa önüme geçiyor. Havada ki hayatı eliyle tutuyor ve biraz ileriye fırlatıyor… Hayatı sektiriyorum, bir harfini değiştiriyorum.




Yine aynı satırları tekrarlıyorum. Okuyarak kendinizi yormayın ya da okuyun, hissedin.




Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum. Günün ortası geliyor, bir sigara yakıyorum, üzerine rakı bastırıyorum. Günün ortasını akşama doğru uzatıyorum. Bastırdıkça bastırasım geliyor, akşam hızla yerine konuyor, bastırıyorum. Kendi içimde kayboluyorum. Etrafıma en derin bakışımı atsam bile görmüyorum, duymuyorum. Öylece kalmak istiyorum, güneş doğuyor. Ayılıyorum, kalmadığım yerden devam ediyorum…



16.08.2012

29 Temmuz 2012 Pazar

Kendine mutlu bak


















Kimsesizler sokağının eski azgınları kendi duvarlarında kimsesiz halleriyle oturuyorlar. Birbirlerini görmeden ayaklarını sallıyorlar. Kimi yaşadığı aşk sonrası kimi ise dokunduğu dostlar sonrası kendi duvarlarına kıçlarını armağan etmişler. Önceleri zifiri karanlık olan sokaklarına, kendi kendilerine kalmalarının ilk travmaları sonrasında ince ince ışıkları kabul etmeye başladılar. Düşündükleri için karanlık sokaklara gelenler düşünmeye devam ettikleri için ışığın kendileri üzerlerine yavaş yavaş düşmesini şaşırmadılar. Her kendine dokunuş sonrası bir ışığın göz kırpmasına gülerek dokunuşlarına devam ettiler…





Bir çok şeye dokunuyoruz. Her dokunduğumuzu hayatımızın bir köşesinde tutuyoruz. Kimini baş köşede kimini unutulmuş tozlu köşede büyütüyoruz. Dokunduklarımızı biriktirip hayat yapıyoruz. Bir insana dokunup büyütüyoruz dost yaratıyoruz. Bir sevdalıya dokunup büyütüp aşk yaratıyoruz. Tek başına büyümeyi beceremiyoruz. Dostlarımızla, aşkımızla büyüyoruz. Her dokunuşumuzda daha da kalabalıklaşıyoruz. Azın hakkını veremeden çokun ortasında nefes alıyoruz. Kaç kadını erkeği sevdik, büyütüp büyütüp öldürdük? Kaç insanı sevdik, büyütüp büyütüp vurulduk? Rakamlara gerek yok, herkesin vücudunun belli belirsiz yerleri aşk ve dost çizikleriyle dolu ve o çizikleri biraraya getirdiğinde biz kadar etmiyor, eksik kalıyor. Başkalarının fazlası kadar yaşayacağımıza kendimizin eksiği kadar yaşamanın gökkuşağı altından geçenler kendi oluyor…





Annemizin karnında onun yedik içtikleriyle beslendiğimiz için mi kendi karnımızı doyuramıyoruz?





Kendine mutlu bakmayı bilmeden hayata, insanlara, doğaya, bilinene ya da bilinmeyene nasıl mutlu bakacağız? Başkaları olmadan aldığımız nefese güvenmeden kendi soluğumuza nasıl dokunacağız? Ne yalnızlık karanlık ne de kendimiz ve kendimize bir bakış, bir dokunuş kadar yakınız. Başkalarını tanımaya, başka kadınları erkekleri sevmeye ayırdığımız zamanın çok azını kendimize ayırsak hem biz hem de dokunduklarımız daha mutlu olur. Başkaları suçlu olacağına kendimiz suçlu olur. Kendi suçumuzla büyüyüp, başkalarının suçlarını üzerimize almadan kendimiz kadar mutlu ya da mutsuz oluruz. Kendinden korkan başkasına nasıl güvenir?




Kendine mutlu bak.




Kendin olmadan düştüğün yollardan hep başkalarının yardımı ile kalkarsın. Hayatın sonsuz tümseklerinde, düşmeden yaşamanın imkansızlığında, her düştüğün zamanları ve kaldırırılmayı yerde beklediğin zamanları toplasan hayatına hayatlar katarsın. Hayatın sunduğu zamanlar az geliyorsa, kendin ile yola çıktığında kendi zamanını yaratırsın. Başkalarının zamanının içinde kaybolacağına kendi yarattığın zamanın güzelliğini yaşarsın. Tabi ki bu satırlar tek başına yaşa demek değil. Tek başına kendin ol, ondan sonra kime gidersen git, bittiğinde geriye kendin kalır yoksa geriye biten kalır demek olabilir…





En son ne zaman kendine mutlu baktın? Birisi sana güzel bir söz söylediğinde mi? Hayatında güzel sözleri içinden söyleyecek kaç kişi var? O güzel sözleri yaptıklarından sonra mı duyuyorsun sadece seni gördüklerinde mi? En güzel sözü insan kendine söyler. Hem içindedir hem de teninin hayata dokunan anlamında. Kendimizle konuşmuyoruz, bir bakışa bir söze aldanıp hayatlarca başkalarıyla konuşuyoruz. Söylediklerimizin o an için işe yarıyanları ayıklanıyor ve geri kalanı üzerimize fırlatılıyor. Bu kadar da yazmak istemiyorum ama harfler bu şekilde bir araya geliyor. Yazdıktan sonra okudum ve ben de ohaa dedim. Daha yumuşak yazsana diyorum, yazmaya başlayınca yine bu şekilde sıraya diziliyor harfler, kelimeler. Geriye dönüp silmek istemiyorum. Kendi göz yaşlarını döken yağmurla ıslanmak yerine yağan yağmuru kovada biriktirip başından aşağıya dökmek gibi geliyor…





Durdum. Geriye dönüp okumak elimin ucuna gelen harfleri yakaladı. Düşünüp, yakalandıkları yerden kurtarmam gerekiyor anı daha da derine götürüyor. Markete sigara almaya gidiyorum. Geldim. Kendin kadar dokunduğun her şey daha da güzelleşiyor. Kendin kadar dokunduğun sevgilin, sadece seni görüyor, seni hissediyor, seni seviyor. Kendinden fazla ya da eksik dokunduğunda tanımadığı birini görüyor, hissediyor, seviyor. Insan en çok sevdiğini kendinden mahrum eder mi? Kendinin yetmeyeceğini düşünüp, başkalarını kendine yapıştırıp yatağa girer mi?
Kendin kadar dokunacaksın sevdiğine, eksiğinle, fazlanla tanıştırmayacaksın…




Kendine mutlu bak.





Kendine mutlu bakmasanda yaşıyorsun. Aşık oluyorsun, dostlarla masanın etrafına serpişiyorsun, okulları bitiriyorsun, kazançlarını topluyorsun, evleniyorsun, büyüyünce ayrılıyorsun, en güzel okullara çocuklarını gönderiyorsun, yağan yağmurda ıslanıyorsun, aşkın bitiyor, ilk ve sondu diyorsun, bir daha aşık olduğunda utanmıyorsun ve onu da seviiyorsun. Hayat da her şey bitiyor. Her şey başlıyor. Her şey bitiyor. Kendine ilk dokunan ebeden sonra kimbilir kaç kadın, kaç adam dokunuyor, dokunuyorsun. O küfür de hayata gelmeseydin demek oluyor. Yazı da içki gibi çok sigara içirtiyor. Duman harflerin gözünü alıyor. El dinlemiyor, devam ediyor. Bir nefes, bir cümle birbirini kovalıyor. Kendine mutlu baktığında, hiç bir bitiş kendini bitirmiyor, onunla yaşadığını bitiriyor. Kendine mutlu baktığında, seni alıp geri vermeyen dostlar gelmeden gittiğinde sadece kendisi gidiyor, sen kendine kalıyorsun. Kendine mutlu baktığında, yüreğini alıp giden sevgilide kalmıyorsun, kendinle hayata devam ediyorsun.





Kendin olmadan düştüğün yollardan hep başkalarının yardımı ile kalkarsın.





Bir çok insan sevdim. Bir çok çocuk sevdim. Bir çok kadın sevdim. Bir çok erkek sevdim. Sevmeden, dokunmadan, anlamadan, paylaşmadan yaşayamayacağıma inandım. Inandıklarım birer kaya olup üzerime yuvarlandığında en derinde kendimle tekrar karşılaştım. Ondan özür diledim. Seni arkamda bırakıp yollara, insanlara düştüm. Onlar için seni unuttum, beni affet dedim. Boşver dedi, yine birlikte değil miyiz önemli olan budur. Yukarıya baktım. Kayaları üzerime armağan edenlere el salladım. En kısa zamanda kayaların altında kalmalarını diledim. Kayaların altında kalmayın, kendinize mutlu bakın. Yine insanları sevin, yine aşık olun, yine bütün güzelliklerinizi paylaşın. Insanlar bütün verdiklerinizi alıp gittiğinde kayaların altında kalmayın, kendinize kalın. Kendine mutlu baktığında insanlar acıtmaz, birine kızıp hepsinden vaz geçmezsin. Bir aşk bittiğinde bitmezsin, daha güzel aşklara koşarsın. Tek bildiğimiz gerçek ölmek. Her ilişki biter, her dost biter tıpkı bizimde biteceğimiz gibi, öyleyse önce kendimizin sonra hayatın içinde varolan herşeyin tadını çıkaralım, gülerek ölelim.





Kendine mutlu bak.



29.07.2012

27 Temmuz 2012 Cuma

Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız...










by UK


Aşk, sadece bugünde yaşıyor. Dün de kaldığında ölüyor, yarın da kaldığında ölüyor. Hayat, sadece bugünde yaşıyor. Dün de kaldığında soluk alamıyor, yarın da kaldığında adımlarını atamıyor.  Dünya bugün kadar, deliler gibi sevdiğin kadın, erkek bugün kadar, içinden sevdiğin çocuğun bugün kadar, yüreklerine düştüğün dostlar bugün kadar, aşk bugün kadar.




Istediğin kadar yetiş, istediğin kadar kazan, istediğin kadar unutma, istediğin kadar biriktir, istediğin kadar dün, istediğin kadar gelecek için yaşa, sadece bugün de harca sevgini, seni seviyorumu, seni özledimi, sensiz ölürümü, kucakladığın dostların nefesini, hayatını bugün de harca, dünün gölgesinde, yarının güneşinde bırakma. Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Bir yere gitmek istiyorsan, bugün git. Bir şey yapmak istemiyorsan, bugün yapma. Aşık olmak istiyorsan, bugün ol. Seni seviyorum demek istiyorsan, bugün söyle. Ayrılmak istiyorsan, bugün ayrıl. Özlemek istiyorsan, bugün özle. Anlamak istiyorsan, bugün anla. Sevişmek istiyorsan, bugün seviş. Çocuk olmak istiyorsan, bugün ol. Büyümek istiyorsan, bugün büyü. Unutmak istiyorsan, bugün unut. Ağlamak istiyorsan, bugün ağla. Kaçıp gitmek istiyorsan, bugün git. Yakalanmak istiyorsan, bugün yakalan. Affetmek istemiyorsan, bugün affetme. Kızmak istiyorsan, bugün kız. Özgür olmak istiyorsan, bugün ol. Aşık olmak istiyorsan, bugün ol. Dün ile yarının arasında kendini bırakma, bugünü yüreğinden taşana kadar yaşa.



Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…



Dün de biriktirdiklerin içinde kaybolma, yarın da gelecekler için anını harcama, bugün senindir, bugün hayattır. Kim dune uyanmış, kim yarına uyanmış, güneş bugün doğuyor, aydınlatıyor. Dolunay bugün açıyor, duygulandırıyor. Yağmur bugün yağıyor, toprak kokusunu bugüne armağan ediyor. Gökkuşağının altından geçen dün, yarın bugün olamıyor. Bugün susuyorsun, bugün acıkıyorsun, bugün sıçıyorsun. Kahveni bugün içiyorsun, rakına bugün dokunuyorsun. Bugün sıcak, yarının sıcaklığı bugün terletmiyor. Bugün soğuk, yarının soğuğu bugün üşütmüyor. Dün de biriktirdiklerinin mengenesini yüreğini koyma, yarın da yaşyabileceklerinin tütsüsünde yanma, bugün sev, bugün ağla, bugün anla, bugün düşün, bugün terk et, bugün başla, bugün bitir, bugün aşık ol.





Aşık olduğun kadın, erkek yarın öldüğünde ne diyeceksin? Bugün söyleyemediklerini arkasından mı söyleyeceksin? Aşık olduğun çocuğun yarın öldüğünde ne diyeceksin? Geleceğini kurmaya çalışıyordum ama göremedin mi diyeceksin? Aşık olduğun dostun yarın öldüğünde ne diyeceksin? Bak cenazen ne kadar kalabalık mı diyeceksin? Dün erken, yarın geç, bugün tam zamanı…




Aşk sadece bugün de yaşıyor. Dün öldürdüğün aşkı yarını taşıma, arada kalan bugünü unutma. Dün de ayrıldığın sevgilini bugüne taşıma, bugün yanındaki aşkı öldürme. Uzaktan gördüğün geleceğin aşkı için bugün yaşadığın aşkı öldürme, önce hakkını ver, veremiyorsan bugün ayrıl, gelecek aşk için kendini unutma. Bugün sev, bugün ayrıl. Sevginin geleceği olmaz, faizi olmaz, bugün harca. Yüreğini kekeme, dilini gelecek yapma, bugün geveze ol, bugün seni seviyorum de…



Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Yirmi yaşımda şu olacağım, otuz yaşımda bu olacağım, kırk yaşımda para biriktirmiş olacağım, kırkımdan sonra sahil kasabasına yerleşeceğim deme, bugün yerleş. Büyüyünce insan olacağım deme, bugün ol. Ne biriktir, ne de ertele, bugün yaşa, bugün yap. Kim söylüyor yarın yaşayacağını, kim söylüyor yarın seveceğini, kim söylüyor yarın mutlu olacağını, bugün yaşa, bugün sev, bugün mutlu ol. Eninde sonunda gideceğin bir yere gereksiz anlamlar, gereksiz kazançlar, gereksiz uzaklıklar, gereksiz kendinen kaçışlar, gereksiz kayıplar ekleme. Omuzuna taktığın bütün apoletler sökülecek, sevebildiğin kadar sev, aşık olabildiğin kadar ol, anlayabildiğin kadar anla, dokunabildiğin kadar dokun, gidebildiğin kadar git, kalabildiğin kadar kal, paylaşabileceğin kadar paylaş. Kimse anlamıyor deme, sen sensin. Yapmam gerekenler var deme, sen sen kadarsın. Dünün, yarının, başkalarının yükünü üzerine yapıştırma. Ne yaparsan yap, kendin için yap. Sevdiklerin sen mutlusun diye mutlu olsunlar, onları mutlu etmeye çalıştığın için değil. Bugün sev, bugün mutlu ol, bugün yaşa.





Aşk, sadece bugünde yaşıyor. Dün de kaldığında ölüyor, yarın da kaldığında ölüyor. Hayat, sadece bugünde yaşıyor. Dün de kaldığında soluk alamıyor, yarın da kaldığında adımlarını atamıyor.  Dünya bugün kadar, deliler gibi sevdiğin kadın, erkek bugün kadar, içinden sevdiğin çocuğun bugün kadar, yüreklerine düştüğün dostlar bugün kadar, aşk bugün kadar.




Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…



28.12.2012

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir çocuk doğsun adı aşk olsun











 
Gökyüzünün yıldızlarla kucaklaştığı bir gece değildi. Birbirini deliler gibi seven iki insanın adımları dar sokağın içinde yankılanıyordu. Yaşadıkları sahil kasabasındaki herkes onların aşkını konuşuyordu. İkiside bu kasabada doğmamıştı hatta bu ülkede bile doğmamışlardı. Aşklarının hayata ekleneceği bu kasabaya bir gün ara ile gelmişlerdi. Yaşadıkları yorgunluklardan, yalnızlığa mahkum kalışlarından yola çıkarak hiç bilmedikleri ülkenin, hiç görmedikleri sahil kasabasına, sadece sırt çantaları ile geldiler ve kaldılar.



Dar sokaklarının denize açıldığı, evlerini çiçeklerin sarmaladığı, insanlarının küçük dünyalarında mutluluğu paylaştığı, ihtiyacından fazlasına kimsenin dokunmadığı, bütün kapıların gönüllere açık olduğu bu kasabayı gördükten sonra başka yerde yaşamanın anlamı olmadığına inanarak burada kaldılar. Sevgi ile doğmuş insanlar ikisinede yüreklerini açtılar. Bogdan ile Maria Eleni, kıpkırmızı gün batımının tam karşısındaki ahşap iskelede karşılaştılar. Birbirlerini gördükleri anda ikiside oldukları yere oturdular. Dakikalarca hiç konuşmadan birbirlerine baktılar. Hiç görmedikleri ama hayatları boyunca hayal ettikleri insanla göz göze, yürek yüreğe gelmenin imkansızlığında ne söyleyeceklerini bilemediler. Hayat o anda başladı. Bütün bildikleri sıfırlandı. Artık her şeyi birbirlerinden öğrenecekler. Sevmeyi, dokunmayı, anlamayı, paylaşmayı, gülmeyi, ağlamayı, düşünmeyi, özlemeyi ve aşkı.



Önce Bogdan konuşabildi ama sadece “sen” diyebildi ve kaldı. Sonra Maria Eleni ayağa kalktı ve Bogdan’a doğru yürümeye başladı. Bütün hayatı boyunca sakladığı adımları atmanın heyecanı ile yürüdü. Bogdan da ayağa kalktı ve sımsıkı kucaklaştılar. Hatırlamadıkları kadar öylece kaldılar. Kelimeleri yine mühürlüydü ama birbiri için deliler gibi atan yürekleri iskelede yankılanıyordu. Sahilde ağlarını onaran yaşlı amca imkansız tebessümü ile onları izliyordu. Birbirleri için dünyaya geldiklerini hemen anladı. Yıllar önce kaybettiği sevgili eşi aklına geldi ve gözyaşları ağları utandırdı.



Yürek yüreğe iskeleden ayrılırlarken yaşlı amcaya el salladılar. Sahilde yürürlerken kelimeleri geri döndü. Birbirlerine ilk cümlelerini armağan ettiler. Güneş battı, dolunay yerini aldı, yıldızları aşk heyecanı sardı ama Maria Eleni ve Bogdan hala yürüyorlardı. Tekrar iskeleye geri döndüler. Hayatlarının başladığı yerde ilk gecelerini geçirmeye karar verdiler. Yaşlı iskele ikisinide bağrına bastı. Dolunay ve yıldızlarla üzerlerini örttü. Dalga sesleriyle heyecanlarını dinlendirdi. Aşka olan saygısından bütün Urla sessizliğe büründü ve sadece Maria Eleni ile Bogdan’ın yüreklerinin sesi duyuldu. İlk güneşleri üzerlerine doğduğunda yaşlı amca çoktan balıktan dönmüştü. Aşıkları kulübesine davet etti. İlk kahvaltılarını aşkı en derininde yaşamış olan Ahmet kaptanla yapmanın mutluluğunu yaşadılar. Bana yaşadığım imkansız günlerimi bir daha yaşattınız çocuklarım dedi Ahmet kaptan. Bütün hayatı boyunca tek sevdiği olan yürekdaşını anlattı. Üçü de göz yaşlarına sahip çıkamadılar ve toprağa doğru damlalarını bıraktılar. Sahile aşk kokusu yayıldı. Kaptanla kucaklaştılar ve ilk günlerine doğru yürüdüler.



Yolda karşılaştıkları herkesin yüzünde kaptanın imkansız tebessümünü gördüler. Yorgo Seferis’in doğduğu eve yerleştiler, üç kırmızı güvercini gördüler. İskelede Tanju Baba ile karşılaştılar ve Kadınım’ın tenine konuk oldular. Rakılar balıkları kovaladı, harfler aşk sözcüklerine dönüştü. Piri Reis’den alkışlar yükseldi. Dolunaya doğru seyrettiler. Tanju Baba’nın sesi yıldızları parlattı. Maria Eleni ve Bogdan’ın yürekleri Karantina’yı gülümsetti.


Her geçen gün yeniden doğdular, yeniden aşık oldular. Aşkları Urla sınırlarını aştı İzmir’e ulaştı. Kordon da dolaştılar. Yine kıpkırmızı güneşi batırdılar. Denize açılan dar sokaklara adımlarını bıraktılar. Sabahın altısında sıcacık boyoz yemenin mükemmelliğini yaşadılar. Kemeraltı’nın renklerini elele gezdiler. Agora’nın anlamlı mermerlerine dokundular. Havra sokağında geçmişi buldular. Kızlarağası’nda bildikleri geleceklerini kahvenin içinde gördüler. İzmir de onları aynı Urla gibi yüreğinde ağırladı.  Pasaport’dan vapura bindiler ve Karşıyaka’nın gerdanında soluklandılar.


Bana hayatımı verdin... Sen bana verdin... Sanki aynı hastanede aynı günde aynı anda dünyaya geldik... Canımsın... Kırçiçekleri kokan teninde büyüdüm... Ben de hayatı tarif eden gözlerinde büyüdüm... Harflerim seni görmeden biraraya gelemiyor, gözlerim yanımda sen olmadan dünyaya bakamıyor, sensizlik bensizlik, hiç... Sus hayatım bizsizlikten bahsetme, her anımızın tadını doyasıya yaşayalım, birbirimize armağan olan dokunuşlarımızda büyüyelim, Ahmet kaptan gibi olmayalım, öleceksek birlikte ölelim...

 
İki yürekle yol alan filika gibi denizin sevdasında dolaştılar. Uyurken bile birbirlerinin seyrine daldılar. Sevdiğini uyandırmadan sessizce güne kalkıp kahvaltı sofraları hazırladılar. Öpücükle uyandırılan, niye beni de uyandırmadın hayatım birlikte hazırlardık dedikten sonra kucaklaştılar. Sen h ben o, iki biz dediler hayatın aşk suyu oldular. Her geçen gün yaşları gibi aşklarıda büyüdü. Her gün yeniden birbirlerini keşfettiler. Tenlerine kıvrılıp hayatı anlamlandırdılar. Onları gören aşkı gördü. Herkes Bogdan’nını, Maria Eleni’sini aradı. Aşkla tanışmamışlara umut oldular. Sevda sözcüklerine değer kattılar. Yaşadılar, yürekleri içiçe hayatı güzelleştirdiler. Her gece aynı anda yattılar, birbirlerine sarıldılar, rüyalarında bile buluştular. Hayatın içindeki konuşmaları yetmedi, birbirlerine mektuplar yazdılar, pulu sevencikle yapıştırıp posta kutusuna attılar. Mecburi ayrılıkları bir gün bile olsa bir ömür gibi geldi. Sevdiği yanında olmayınca tedavülden kalktılar ancak sarıldıklarında hayata geri döndüler.


İmkansız aşkları sadece yaşayanların dikkatini çekmedi. Doğduğu yere geri dönen ve yaşadıklarını anlatmak isteyen yaşlı hayaletlerle karşılaştılar. İzmir’ın geçmişini dinlediler. Bütün dinlerin aynı sokak da yaşadığı günleri hayaletin gözünden gördüler.
Bir gece ansızın Saat Kulesi’nin hayaleti geldi ve kendini anlattı aşıklara...



1901 yılında hayata eklendim. Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümünü kutlarken verdiği emir sayesinde, Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından yaptırıldım. Boyum 25 metredir. Terasımda olan ve yükseldikçe incelen sivri kemerlerim ile kubbeciklerim, mukarnas işçiliği ve geometrik figürlerle donatılmıştır. Güzelliğime güzellik katan taş işçiliğim, adeta bir dantel gibi işlenmiştir. Dört köşemde bulunan çeşmelerim sayesinde değerli insanlarım yıllarca susuzluğunu gidermiştir. 


Saatimi ise, Alman İmparatoru II. Wilhelm hediye etmiştir. Ne yazık ki hepsini hatırlamadığım ve yazıtım olmadığı için ikinize daha detaylı bilgi veremiyorum. Bugün ise İzmir’in en çok bilinen sembollerinden biriyim. İnsanlar, benim
yanımda buluşmayı çok seviyor. Etrafımda her zaman kuşlar dolaşıyor…”


Ne zaman geldiğini ne zaman gittiğini hatırlamasalar bile, Saat Kulesi’nin anlamı artık Bogdan ve Maria Eleni için değişmişti. Her yanına geldiklerinde elleriyle suyunu içtiler, kuşlara hikayeyi anlattılar.


Birlikte nefes almalarının inanılmaz mutluluğu ile günlerini anlamlandırırlarken, birbirlerine armağan ettikleri dolunaylı bir gecede Asansör’ün hayaleti ile keyifli zamanlar geçirdiler ve hikayesini dinlediler…



Benim daha dünyaya gelmediğim günlerde, Mithatpaşa’dan Halil Rıfatpaşa caddesine çıkmak için insanlar 155 basamaklı merdiveni kullanmak zorunda kalıyorlardı. 1907 yılında, Musevi işadamı Nesim Levi sayesinde ben yapıldıktan sonra, insanları yürüyerek çıkmaktan kurtardım ve iki semti birleştirmiş oldum.

O zamanlar kulemde iki asansör vardı ve sol tarafımdaki buharla, sağ tarafımdaki elektrik ile çalışıyordu. Bugün de iki asansörüm var ama 1985 yılında Belediyenin gerçekleştirdiği restorasyon sonucunda iki asansörümde elektrikle çalışmaya başladı.1994 yılında yapılan ikinci restorasyonla birlikte sokağımında çevre düzenlemesi yapıldı. Ikinize birazda sokağımdan söz etmek istiyorum. Sokağımın iki yanını süsleyen Sakız Evleri sayesinde güzelliğime güzellikler eklenir. Ayrıca, dünyaca ünlü ses sanatçısı Dario Moreno sokağımda yaşadığı için onun adını almıştır…”



Asansör’ün hayaletinin sıcaklığını hiç bir zaman unutmadılar. İnsanlara yaşattığı anlamlar için mutlu oldular. Artık her iki tarafta da aşkları biliniyordu. Ziyaretcileri her geçen an çoğalıyordu. İzmir’e kendini ekleyenlerini dinlediklerinde kendileride güzelleşiyordu.


Bir akşam yine kıpkırmızı gün batımını yaşlı iskeleden tentene uğurlarken Agora’nın hayaleti geldi. heyecanla anlatmaya başladı…


Roma İmparatorluğu döneminde önem kazanan ve ticaret kenti olma özelliği gelişen bir yerde zamana eklendim. O günlerdeki değerlerimin, görkemimin, anlamımın, mimarimin bütününü bugünlere ulaştıramadığım için çok üzgünüm. Roma İmparatorluğu, benimle birlikte kentimize çok fazla değerli eser armağan etti. Cadde ve sokakları taş döşemelerle bezenen kentimiz Roma mimarisinin en güzel örneklerini yansıtıyordu. Mutsuzlukla söylüyorum ki, bu nadide eserlerin büyük çoğunluğu bugünlere kadar hayatta kalamadı.


Benim de yaşamış olduğum zararlara, düşüncesizliklere, bakımsızlıklara rağmen direnç göstererek büyük bir bölümümü bugünlere ulaştırabildim.


Antik dönemlerde, devlet agorası görünümümün içinde, politik toplantılar ile alışverişlerin yapıldığı bir merkezdim. M.S. 178 yılında yaşadığım depremle yerle bir olduktan sonra İmparator Marcus Aurelius sayesinde yeniden doğdum.


Dikdörtgen formumun ortasındaki geniş avlumun  etrafındaki sütun ve kemerlerimin büyük bir bölümü, 1932-1941 yılları arasında yapılan ilk dönem kazıları sayesinde ortaya çıkarıldı. Üç katımın önünde bulunan merdivenlerim ile birleşik bir yapı olduğum söylenebilir. Bu özelliklerim sayesinde, bugüne kadar bilinen en büyük Agora olduğum ortaya çıkarılmıştır.


Bugün, benimle ilgilenen insanların çalışmaları sonucunda sizlere sunacağım değerlerin gün ışığına çıkmasını bekliyorum…”



Agora’nın hayaleti gittikten sonra üzgün üzgün birbirlerine baktılar.
Artık her akşam bir hayalet gelmesine alışmışlardı. Aşkları için seçildiklerini bildiklerinden daha da heyecanla bekliyorlardı. Her zaman dolaşmaktan çok keyif aldıkları Kemeraltı hayaleti gelince en renkli gecelerini yaşadılar ve heyecanla dinlediler...


Bana anlattıklarına göre, çok eski günlerde, İpek Yolu’nun batı ucundaki ticaret merkezi olan İzmir limanı, Hisar Camii nin bulunduğu bölgeye kadar ulaşırmış. Limanın ağzında bulunan İzmir Kalesini, 12 yy. da Bizanslılar kurmuş. Bu kale tarafından korunan limanın sağ tarafında Frenk tüccarların dükkanları varmış. Limanın iç bölümünde bulunan Kervansaraylar misafirlerini ağırlarmış. İpek Yolu’nu kullanan deve kervanlarının getirdiği mallar burada boşaltılarak, Cenevizli tüccarlar tarafından gemilere yüklenerek limandan ayrılıp ihraç edildiği yerlere doğru yolculuğa çıkarmış. Ben de burada İzmir’in güzelliğine eklenmişim.

Varoluşumu gerçekleştiren ilginç olaylarıda ikinizle paylaşmak istiyorum. Eskiden iç liman olarak kullanılan bulunduğum bölgeyi ele geçirmek için bir çok saldırı düzenlenmiş. Osmanlılar, Yıldırım Beyazıt zamanında bir çok kez ele geçirmek istemişler ama başarılı olamamışlar. 1402 yılında,
Timurlenk ve askerleri , Kadifekale sırtlarından sürükleyerek getirdikleri taşlarla limanı doldurarak kaleyi savunmasız bırakarak ele geçirmişler. Ben de tam bu bölgede doğup büyümeye başlamışım.

Geçen zaman içinde gelişen yerleşim alanıma, hanlar, hamamlar, camiler, kiliseler, havralar, şadırvanlar yapıldı ve bir ticaret bölgesi olmaya başladım. Bütün yaşadıklarımı hatırlamasam bile kaynakların anlattıklarına göre, ana caddemi boydan boya aralıklarla süsleyen ve arasta denilen kemerlerimin sayesinde çarşım,
Kemeraltı Çarşısı adını aldı.

Bugünde, çarşım ile birlikte eskiden olduğu gibi en önemli alışveriş merkezlerinden birisiyim. Gizemli tonoz ve kubbeli dükkanlarımın sayısının azalmasına rağmen onların yerlerini alan modern iş merkezleri, mağazalar, sinemalar, restoranlar, alışveriş merkezleri ile birlikte gizli yaşamıma devam ediyorum.

Her saatimin hareketli geçmesini, sokaklarımda heyecanla dolaşan değerli insanlarımı, alışveriş yapanların mutluluklarını, günün keyfini bir sade kahve ile çıkaranları izlemeyi seviyorum. Ayrıca, Geleneksel Türk el sanatlarından seramik, çini panolar, ahşap ürünler, tombaklar, halı ve kilimler, deri ürünlerinin her çeşidini birarada sunmaktan keyif alıyorum…”

Kemeraltı’nın hayaleti gittikten sonra sevmek bu kadar kolay olmamalı dediler. İnsan kuru kuru sevmemeli sevdiğini, her santimini öğrenmeli, yaşadıklarına dokunmalı, bütününü görmeli, bütününü sevmeli dediler.


Ve nihayet o geldi. Tatlı imbatın tenlerini okşadığı, aşklarının daha da güzelleştiği Kordon’un hayaleti geldi. Sabırla dinlediler, her satırında bambaşka anlamlar buldular...


Dünya güzeli bir kadının, narin omuzunun kıvrımları arasında duran, bir kere görülünce akıllara ve yüreklere ömür boyu hatırasını bırakan, kıpkırmızı gün batımının karşısında bütün ihtişamı ile keyifle oturan bir halim olduğu söylenir. Hayatın anlamına eklenişim her ne kadar ihtiyaç nedeniyle olsada, ben de kendimi inanılmaz bulurum. Kendimi beğenmişlikten değil, hakkımda hissedilenleri bildiğimden…


Hikayeme gelince,


1860’lı yıllara kavuşuncaya kadar, İzmir’in yeterli bir limanı yoktu. Bu durum, hem gemilerin yükleme ve boşaltma işlemlerini zorlaştırıyordu hem de kaçakçılık yapılmasına olanak sağlıyordu. 1860’lı yılların ortalarında demiryolu hatlarının işletmeye açılmasıyla birlikte gelen malların artmasıyla büyük tonajlı gemilerin yanaşabileceği bir rıhtım ihtiyacını ortaya çıkardı. 1867 yılında, İngiliz tüccarları,
J. Charnaud, A. Baker ve G. Guerracino, kuracakları kumpanya için rıhtım inşaatının imtiyazını aldılar. 1869 yılında başlayan inşaatın büyük bir bölümü 1876 yılında tamamlanarak hizmete açıldı. Böylece ilk tohumlarım atılmış oldu.
Daha sonra İngilizlerin Alsancak Garı’nı yapmasıyla birlikte Gümrükten Alsancak’a uzanan bir rıhtım yapılarak tramvay hattım döşendi. Bütün bu gelişmeler sayesinde İngilizler ile ticaret ilişkilerimiz ilerledi. Döşenen tramvay hatlarında, gündüzleri yolcuları taşırken geceleride tren katarlarıyla, Alsancak Garı’ndan gelen yükleri İzmir limanına ulaştırıyordum…


Tarihin anlamlı günlerinden zamanımıza ulaşarak, İzmir’in gözalıcı kolyesi oldum. Bugün, benim için şarkılar besteleniyor, önemli iş anlaşmaları ile kutlamaları benimle paylaşılıyor, çimenlerimin üzerinde geleceğe mektuplar yazılıyor, gündüzleri iş için koşuşturanlar akşam olunca yorgunluğunu bana bırakıyor, restoranlar, cafeler, eğlence yerleri misafirlerini benimle birlikte ağırlıyor. Hayat, benimle devam ediyor…”




Bütün anlattıklarına gönülden katılıyorum dedi Bogdan ve Maria Eleni de onu öperek onayladı. Aşkları dünyaları aştığı halde onlar yine günün ilk ışıklarıyla birlikte sevmeye yeniden başladılar ve her gelen günle birlikte yepyeni güzelliklerini keşfettiler. Her dolunayın karşısında elele oturtular. Hayatın anlamını hep gözlerinde gördüler. Kışın dondurucu soğunda bile güzelim çiçeklerini açtılar, yaşattılar. Ve ziyaretine gelen hayaletleri bile duygulandırdılar. Günlerin herhangi birinin gecesinde en sevdikleri sokağın hayaleti geldi...




Adım, Havra Sokağı. 15. yy.dan beri Yahudi mahallesi olarak biliniyorum ve Yahudilerin İzmir’deki ilk yerleşim alanında bulunuyorum.1492-94 yılları arasında, İspanya ve Portekiz’den sürülen Yahudilere Osmanlı İmparatorluğu’nun kucak açmasıyla birlikte Yahudilerin bir bölümü İzmir’e yerleştiler. 19. yy.da, İzmir’in nüfusunun neredeyse
%25 ini Yahudi vatandaşlarımız oluşturuyordu. Benimle ve etrafımdaki bölgemde yıllarca yaşamaya devam ettiler.

Hayim Palachi, 1784 de İzmir’de doğdu ve burada hahambaşılık yaptı. Sadece bununla yetinmedi ve Yahudilik üzerine 26 tane felsefi eseri kaleme aldı. Oğlu Avram Palachi, Hibruca ve Yahudi İspanyolcası dillerinde toplam 17 eser yazdı. Her ikiside dünyadaki Yahudi Cemaati için çok değerli filozoflardı. Palachi, bugün Bet İlel diye adlandıran İzmir’deki evinde yaşadıktan sonra Gürçeşme’deki mezarına defnedildi. Ayrıca, Osmanlı döneminde büyük kitleleri etkisi altına alan Sabetay Sevi de benimle birlikte yaşamıştır.

Sokağımda ve etrafımdaki 500 metrelik bir alanın içinde,
Shalom, Etz Hayim, Algaze, Kadesh, Hevra, Signora, Bikur Halim, Portugal, Bet ilel ve Cemaat Evi bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki Havraların çoğu kaderlerine terk edilmiş olarak kendiliğinden yok olacakları zamanı beklemektedir. Ama, hayata eklenmeye çalışılan restorasyon projelerini duyunca umutlanmaya başlıyorum.

Geçmişte yaşanan bir olayı ikinizle paylaşmak istiyorum.
1841 yılındaki büyük İzmir yangınında tüm semtim alevler içinde kalmasına rağmen Shalom Sinogog’unun kapısında yangının söndüğünü hatırlıyorum.

Bir de gurur duyduğum bir konu var. World Monument Found tarafından, sokağımda bulunan tevası ortada olan Sinagoglar
“ Dünya Mirası” olarak kabul edildi…”




Bir sokağa bu kadar anlam sığar mı dedi Maria Eleni ve Bogdan onu öperek onayladı. Hayatın her anı, her sokağı değerli. Yaşanılan ne varsa hepsi değerli Bogdancığım… Elbette hayatım. Her gün düşünmeden attığımız adımlardan önce kimbilir ne anlamlar aynı noktaya adımını atmıştır. Bundan sonra her şeyin bütününü görelim hayatım. Tıpkı birbirimize baktığımız gibi hayata bakalım… Canım sevdiğim benim… İyi ki buraya gelmişiz, tam bir aşk şehiri di mi canım…  Zaten kendisi aşkın tarifi gibi hayatım. Dinlediğimiz hikayelere baksana, ayrıca beni buraya getiren yüreğime de her gün olduğu gibi bugün de teşekkür ediyorum. Çünkü bana hem seni hem de İzmir’i armağan etti… Seni seviyorum…



Hiç bilmedikleri, hiç görmedikleri bir yere onları yürekleri getirdi. Geldikleri yeni yaşam alanlarında aşk ile yeniden doğdular. Hem birbirlerinin hem de yeni yaşam yerlerinin mutluluğunu doyasıya yaşadılar. Aşkın tarifine kendi güzelliklerini eklediler. Aşkın, ülkesinin,  milliyetinin, mezhebinin olmadığını hayata kanıtladılar. Iki yüreğin birbirlerine dokunduktan sonra uzaklıkların yakınlaştığını, farklılıkların benzerliğini bilmeyenlere anlatabileceğini yaşattılar.




Bana hayatımı verdin... Sen bana verdin... Sanki aynı hastanede aynı günde aynı anda dünyaya geldik... Canımsın... Kırçiçekleri kokan teninde büyüdüm... Ben de hayatı tarif eden gözlerinde büyüdüm... Harflerim seni görmeden biraraya gelemiyor, gözlerim yanımda sen olmadan dünyaya bakamıyor, sensizlik bensizlik, hiç... Sus hayatım bizsizlikten bahsetme, her anımızın tadını doyasıya yaşayalım, birbirimize armağan olan dokunuşlarımızda büyüyelim, Ahmet kaptan gibi olmayalım, öleceksek birlikte ölelim...


Ve,
hayat onlara kıyamadı. En sevdileri yerlerinde, yetmiş yılı birbirlerine armağan ettikleri hayatta, birbirlerine sarılıp uyuduklarında bu hayattan aynı anda, aşkları yüreklerinde ayrıldılar. Yaşlı iskele, yaşlı kaptan, sahil kasabası, şehir hepsi hepsi onları anlattı.
Aşkın tarifinde isimleri geçti...



Bir çocuk doğsun, adı aşk olsun, dünyaya barış konsun,
insanlar sevdikleriyle sınırsız mutluluklarını paylaşsın.



Hayat, sevince güzel.

11.05.2012

20 Nisan 2012 Cuma

Karmaşk ( ı )













by GG



Aşk…


Hangi nokta onu durdarabilir, hangi virgül onu yavaşlatabilir ?



Aşk, yüreğine düştüğü anda sen çıkarsın bedininden, bilmediğin yerlerde kalırsın. Hiç girmediğin sokaklarda kendinle karşılarısın. Ne yaptıklarını ne de yapacaklarını tahmin edebilirsin. Aşk, bir evden içeri girdimi adımlarını başka diyarlarda dışarıya atarsın. Hiç girmediğin denizlerde yüzersin, hiç uçmadığın ülkelere göç edersin. Bazen martı bazen dalga olursun. Hiç karşılaşmadığın kendinle tanışırsın ve üstelik sana kendin gibi gelir. Artık sen değilsindir, aşıksındır.




Sadece onu görürsün, dünyada sadece onun yaşadığını bilirsin, daha önce hiç kimseye dokunmadığına inanırsın. Onunla birlikte doğduğuna yeminler edersin. Bir bakışıyla yüreğine hançerini saplarsın. Bütün içine çektiğin nefeslerin içinde o vardır. Her attığın adım seni ona götürür. Her içtiğin sigaranın dumanı onun siluetidir. Uyurken onu seyrettiğinde yüreğin güm gümbürt atar. Beş dakika geç kalktığında yüreğine hançerini saplarsın…




Onun için biriktirdiğin en güzel kelimeleri, nefesleri, dokunuşları, özlemleri yüreğine serersin. Artık sen yoksundur, aşk vardır. Her gün görsen, her hafta görsen, haftanın günleri üçyüzatmışbeş gün olsa yine de yetmez. Yeni zaman dilimlerini keşfetmeye çıkarsın. Sadece onun dakikası, saati, günü, ayı, yılı olur takvimler, hayatlar…







Birlikte gittiğin her yerin bir anlamı vardır. Içtiğiniz çorbanın, gözünüzü armağan ettiğiniz denizin, elele izlediğiniz filmin biletlerinin, sevgi sözcüklerinizi sildiğiniz peçetenin, ilk tatilinizde sizi ağırlayan sahil kasabasının, sabaha karşı Bambi de yediğiniz kaşarlı dürümün, AKM nin yanından ister sahilden ister ziverbey den bindiğiniz dolmuş şöforünün, Fenerbahçe de Baraka da içtiğiniz öğlen birasının, martıları simitle vurduğunuz Turan Emeksiz vapurunun kıç tarafının, Galata nın yeniden keşfedilen ara sokaklarının, Asmalımescit de aşkınız kadar yaşamış Yorgo nun, Birsen Tezer e hayranlığınızı bıraktığınız Haymatlos un, bembeyaz önlüğüne vurulup içli köfteleri içinize yuvarladığınız amcanın, Baylan da yediğiniz kup griyenin, köhne de başınıza düşen yaprakların, Moda da ufuğa gözlerinizi bıraktığınız Kemalin Yerinin, Kırıntı da tadına doyamadığınız gozo nun, Caddebostan da unutamadığınız zümküfülün, birlikte gezdiğiniz Tramvay Müzesinin, jölesini bir türlü yapmayı beceremediğiniz jumbo nun, Suadiye de günü birlikte batırdığınız Grup un, açıkta buluştuğunuz Moda Kadınlar Plajının, kahvenin içine kanyak doldurduğunuz Akdeniz café nin, 18 mart dan kiralıdığınz mavi sandalın, Göztepe de bindiğiniz faytonun tekerleklerinin, arkada duran abiden ilk biletlerinizi aldığınız Leyland ın, Sögütlüçeşme de içinden elele geçtiğiniz yuvarlak köprünün, yanından geçerken illaki uğradığınız Itır ın kır pidesinin, Kent sinamasında arka arkaya kaydığınız siyah mermerin, İkizler Yazlık Sinemasında mavi tahta sandalyelerin üzerinde içtiğiniz gazozların, elele denize atladığınız Teksin Plajı nın, saklambaç da kurt olup birbirinizi kurtardığınız Feneryolu Koru nun, Büyükada da nakış gibi işlediği köşk de birlikte tanıştığınız Çelik Gülersoy un, Kızıltoprak da yarıştığınız Go-kartların, ilk defa çarpıştığınız Göztepe lunaparkının, Top Pop da başınıza vuran atomun, Gazhane de cambaz izlerken gözlerinizi kapadığınız panayırın, ilk rugan ayakkabılarınızı aldığınız Reis in, Kagir de dinlediğiniz Suya Türkü nün, barbunları lüplettiğiniz Cumhur Kaptan ın, kıpkırmızı gün batımının karşısında sapsarı biraları içtiğiniz Kordon un, şiir yazan şair den aldığınız şiirlerin, varmidyeden yaptığınız kaçamakların, denize açılan dar sokakların, sabahın altısında sıcaklığına vurulduğunuz boyozların, Kıbrıs Şehitlerinin ara sokaklarında saklı kalmış gevrek fırının taburesinde geçirdiğiniz dakikaların, Miko turtanın ağzınızı alevlendirdiği anların, 1888 in bahçesinde içtiğiniz şarapların, Agora yı gezerken akıttığınız gözyaşlarının, Kadifekale nin surlarının kucağında buluşturduğunuz dudaklarınızın…
Gittiğiniz, durduğunuz, oturduğunuz, birlikte nefes aldığınız her yer hayattır, gerisi teferruat bile değildir.





Kendini tanıdığınımı zannediyorsun, aşık ol bakalım. Kendimden hiç bir şey gizlemiyorum mu diyorsun, aşık ol bakalım. Kıskançlık nedir bilmem mi diyorsun, aşık ol bakalım. Kendimi hayatta kaybetmem mi diyorsun, aşık ol bakalım. Hiç bir kadın hiç bir adam beni benden alamaz mı diyorsun, aşık ol bakalım. Hayatta ki an anlamlı sözcük sevgi midir diyorsun, aşık ol bakalım. Önemli olan benim gerisi hikaye mi diyorsun, aşık ol bakalım…





Kaç geceyi sabahın kucağına bıraktın, kaç günü panjurları bile açma ihtiyacı hissetmeden evin kucağına bıraktın, kalabalığın içinde insan olduğunu düşünürken kendini kaç aylarca onun kucağına bıraktın, bir bakışıyla kaç defa onu kucağından fırlattın ? Her yaptığın senden, bunu bana kim yaptırıyor diye sorma. Aşkın inanılmazlığında nefes aldığında artık sen sen değilsin, sadece aşıksın. Seni tanıyanlar artık seni tanıyamayacak ve anlamayacak. Böyle bin insan değildin ne oldu sana sorusu senin için bir anlam ifade etmeyecek. Bir anda yanından gideceksin, bir anda tekrar kendini onun yanında bulacaksın. Kendine kızacaksın ve bir dakika sonra kızdığın kendinin daha ötesine geçeceksin. Artık hayat böyle. Buna dayanamam dedikten sonra ne kadar dayanıklı olduğunu öğreneceksin. Kendinin bile bilmediği sokaklarda gezdiğine şahit olacaksın. Asla sözcüğünü bir daha kullamamayı bileceksin. Kısır döngü lafının ne kadar yetersiz olduğunu hayata bırakacaksın…





Bütün bu gidiş gelişlerin arasında bir kişinin yaşaması imkansızken iki kişi nasıl yaşamayı beceriyor dersen, aşktandır derim. Zannetme ki aşk kötü bir duygu. Bu hayatta ya da bir çok hayatta tanışacağın en anlamlı, en gerçek, en güzel, en yaşamaya değer ve tek duygu aşktır. Onu yaşamadan hayatı arkasında bırakanlar aslında arkalarında koca bir boşluk bırakmıştır. Aşkı yaşamadan attığın adımlar seni hiç bir yere götürmez. Aşk hayattır, hayat aşktır…





Karmaşk (ı) bir paylaşımın hayatın en anlamlı paylaşımı olduğunu bana söyleseler ve ben de aşkı en derinimde yaşamamış olsaydım hadi be ordan derdim. Yüreğimin vakti çok da karmaşk(ı) bir işin içine sokacağım derdim. Ama öyle değil. Aşk, hayatın her saniyesi içinde bile seni senden, yüreğini bedeninden, kendini kendinden, biriktirdiklerini kabından, bildiklerini aklından alacak kadar kendine özel bir dokunuştur, hayattır. Kıssadan hisse, aşkı yaşamadan yaşamayın. Yoksa hayata anyatacağınız hiç bir satır olmaz…




Neyse,
Aşık olun.



20.04.2012

3 Nisan 2012 Salı

gündüze ulaşamayan geceler



  









ksb


Hemen hemen her akşam barın köşesindeki yerine oturan, rakısı ile sohbet eden, arasıra başını kaldırıp etrafa bakmaz gibi gözlerini gezdiren, çok rakıdan sonra tuvalete giden, gecenin sonunda nasıl yaptığını kimsenin anlamadığı ama illaki bir kadınla kapıdan çıkıp uzaklaşan adamın anason kokulu satırları…





Güneş doğalı çok olmuştu. Bilmem kaçıncı kahvenin kokusuna sigara dumanı sarılmıştı. Çarşafın kırışıklıkları dün geceyi anlatıyordu ama evde yalnızdı. Odanın haline bakınca, uzun sevişmenin izleri her yerde görünüyordu ama kadın kokusu duyulmuyordu. Belki de dün gecenin izleri değildi. Telefonuna sürekli mesaj geliyordu. Sinir bozucu sese aldırmadan kahvesinin keyfini çıkarıyordu. Her sabah aynı güne uyanan birisinin ruh hali ile giyinmeye başladı. Yüzünde bir çok aşk yaşamış yüreğinin lekesi vardı. Çarşafları değiştirdi, odayı topladı. Arkasında iz bırakmak istemeyen bir katilin titizliği ile evi ilk haline getirdi. Kupasını yıkadı, kül tablasını kağıt havlunun içine dökerek ellerinin arasında sıktı ve çöp kutusuna attı. Evin açık olan bütün pencerelerini kapattı, kapıya doğru yaklaştı, arkasını dönüp son bir kez eve baktı ve kapıyı kilitledi. Hala bir şey yemediğinden anasonun izlerini merdivenlere bırakarak apartmandan çıktı. Bahçeyi sulayan kapıcı ile neşeli bir sohbeti kahkahası ile sonlandırarak sokağa ulaştı. Çok uzun yıllardır bu sokakta oturuyormuş gibi adımlarını kendi haline bıraktı. Sanki daha once sürekli adım attığı noktalara basıyormuş gibi ilerledi. Kimine el salladı, kimine merhaba gönderdi. Denize doğru gidiyormuş gibi bir hali vardı. Üzerine bir çok insanın asıldığı gömleği, kotunun üstüne düşmüştü. Dün gece hiç birşey yaşanmamış gibi mavi bulutların nefesini içine çekerek uzun uzun yürüdü...





Kalabalık hayatının kokusu yanında olmadan denize ulaştı. Ayakkabılarını çıkardı, çoraplarını itina ile ayakkabılarının içine yerleştirdi. Paçalarını kıvırarak denizin kucağındaki masanın yanındaki tek sandalyeye oturdu. Otururur oturmaz birası masanın üzerindeki yerini almıştı. Garsonla öpüştü, kelimeler aralarında gidip geldi ve ilk yudumunu martılara bakarak içti. Her tekne geçişinde ıslanan paçalarına aldırmadan tuzlu fıstık ve biranın aydınlığında gözlerini denizde sektirerek saatlerce oturdu.





Biz de mi masamızı denize kondursak ama şimdi ondan görmüş gibi oluruz cümlesiyle güzelliği kaçıranlara denize bakarak gülümsedi. Mesajları okudu ve sahibini aradı. Beni biliyorsun cümlesini kim bilir kaçıncı defa söyledi. Fıstıkların kabuğunu soymadan yerken birasınıda ihmal etmedi. Uzun zamandır tanıştığı martı masasının üzerine konar konmaz garson iki tane tost getirdi. Martı ile birlikte tostlarının keyfini çıkardılar. Martı, tostu bittiğinde gagasını masaya vurarak vedalaştı. Martı kadar olamıyoruz bakışlarıyla gökyüzünde attığı adımları izledi. Bir kaç defa telefonu çaldı. Kimi yaşadığı şehirden kimi gittiği şehirlerden aradı. Akşama ne yapıyorsun sorusuna akşam belli olur cevaplarını vermekten sıkılmadı. Arkasında oturanlar yalnızlığına acıdılar. Bazıları garsonlara sordular. Herkes tanıyordu ama kimse ismini bilmiyordu. Oysa bütün garsonları ismi ile çağırıyordu. Siz onun ismini bilmiyorsunuz ama o hepinizin ismini biliyor cümlesi ile ismini bize niye söylemiyorsunuz karmaşasına garsonların yanıtı, birbirimize seslenirken öğrendi herhalde oldu. Güneş tam arkasına geldiğinde cüzdanını çıkardı, her zaman ki hesabı ve bahşişi kül tablasının altına bıraktı.





Gerçekten bir çok aşkı hayatına armağan etmişti. Çocuklarını ayıran ana babalar gibi o da aşklarını ayırırdı. Sadece aşk yaşamamıştı. Bütün hayatı dokunabildiği kadar insanla paylaşmıştı. Her aşkıyla büyüdü, her paylaşımıyla çoğaldı. Gün geldi, teninde ve yüreğinde yer kalmadı. Her alınan parçadan sonra geriye kalan yamalı teni ve yüreğiyle kendi kadar dokunamayacağını anladı. Parçalarını geri istemedi. Kalanı alarak yalnızlığına doğru ilerledi…





Bira güneşi batarken rakı dolunayına doğru zaman ilerliyordu. Ezbere bildiği ara sokakların tenhalarında yürüyordu. Birisiyle karşılaşmamanın titizliğinde sigarasını içiyordu. Akşam oldu, telefonu çaldı, ne yapıyorsun sorusuna, bu akşam seninleyim cevabını verdi. Her zaman ki köşesine oturdu. Yalnızlığı ile rakısını yudumladı. Buradaki garsonlarında adını biliyordu ama onun adını kimse bilmiyordu. Bu adamı iyi izle, kimseye bakmayacak, rakısını içecek ama gecenin sonunda buradan bir kadınla çıkacak cümlesini o gece de duydu. Bir çok defa bardağının beyazlığı azaldı ve çoğaldı. Kalabalığın arasından bu akşam seninleyim gelerek yanına oturdu. Bana yine kızacaksın ama niye birlikte gelmiyoruz sorusuna beyazı bitirerek cevap verdi. Eve doğru yürümeye başladılar. Bari elimi tut sorusuna sigarasının dumanı karıştı. Bir tek sevişirken benimle olduğunun anlıyorum, artık dışarıda değil bari evde buluşalım cümlesine bir beyaz daha bitti. Yine sen de kalamayacağım di mi cümlesi bitmeden ama bak başka birisinin gece sen de kaldığını duyarsam bir daha seninle görüşmem satırları eklendiğinde evde yalnızdı.






Onca hayat zamanı boyunca kızdığım davranışları bana armağan eden sevdiklerime teşekkür ederim dediğini duyar gibi oldum ama emin değilim…




03.04.2012

30 Mart 2012 Cuma

yürek kolu

















ksb



Kordonumdan ayrılalı çok oldu.




Düzenler yuvarlağına konduğumdan beri  hiç durmadan çoğalmanın kucağında sürekli paylaştım. Tek başına insan olunamayacağına inandım. Alfabeyi öğrendim, çarpım tablosunu ezberledim, ali ye topu tutturdum. Trampet çaldım, müsamere zamanlarında siyah kilotlu çorap giydim. Ilk diplomamı aldım, çıkışımı aldım, sokaklara armağan oldum.




Paylaştıkça büyümenin basamaklarında sürekli çıktım. Çocukları sevdim, kadınları sevdim, insanları sevdim. Hepsinin beni bütünlediği büyüsüyle nefes aldım. Aşağıya bakmak hiç aklıma gelmedi. Her geçen günün sonunda yukarılara doğru ilerledim. Dostlarımla çoğaldım, sevgililerimle güzelleştim. Yüreğim herkese açık oldu. Çok eşli anlarımda tenim dokunabilene açık oldu. Gözlerim hep yakını gördü. Gölgelere bakmadım, yüzlerin çizgilerinde kaldım. Aşık oldum. Inanılmaz duyguların en halinde en deli halimle tanıştım. Iyi ki olmuşum, iyi ki hayatı anlamlandırmışım. Herkese yetişebileceğim inancımla tek başıma, çok kişilik koştum.




Düştüm.




Insan biriktirdim. Her şehirde, sahil kasabalarında, dağ köylerinde, düzenler yuvarlağının en ortasından en ucuna kadar insan biriktirdim. Zaman içinde değerlenirler ve satarım diye düşünmedim. Bazen bir gülüşe bazen bir göz yaşına kapılıp hayatımı yüreklere sundum. Insansız yaşayamacağıma inandım. Sevmeden sevişemedim. Saklambaçta kurt olduğumda herkesi kurtardım. Misketlerimi paylaştım, dokunuşlarımı paylaştım, yüreğimi paylaştım, tenimi paylaştım, kahkahalarımı paylaştım, gözyaşlarımı kendime sakladım, dostlarımın göz yaşlarını topladım.




Her geçen dakika çoğaldım. Gündüzüm, öğlenim, akşamım, gecem benim olmadı, sevdiklerime armağan oldu. Sürekli dinledim, sürekli anladım, sürekli yetiştim. Kalabalağımın arasında gözükmez oldum.




Düştüm.




Bütün sırları uzun ama ince bedenimin içine yerleştirdim. Yıllarca sakladım. Bildiklerimin karmaşasında, hiç bir sırrı birbirine dokundurmadan içimde kozaladım. Eski sevgili fotoğrafları, eski ve yeni sevgili yazılarını dolabımın ince yerine gizledim. Ne yazılan bildi ne de şimdi yanında olan. Sadece cümleleri değil hayatları içimde biriktirdim. Gerekli olduğu zaman geldiler, sırlarını, yazılarını, huzuru aldılar, gittiler. Paylaştıkça çoğaldım, çoğaldıkça yalnız kaldım. Bıkmadım dinlemekten, bıkmadım anlamaktan. Hayata kolları en ucuna kadar açık geldiğimden, en acayip yaşanmışlıklar bile bana kaldı. Nasıl olsa en manyağımız o, ona hiç bir şey garip gelmez cümlesinin içine hayatları sakladım. Kendilerinden utandılar, benden utanmadılar. Kendilerine söyleyemediklerini bana söyleyerek boşaldılar.




Yalnızlık, mutsuzluk, çaresizlik, kimsesizlik durumlarında gelip, yürek kolumu çektiler. Koştum, sarıldım, rahatlattım ve el salladım.



Kendimi, herkese yetişebilecek bir kahraman zannederek, bitmeyeceğine inandığım heyecanım ve sabrımla her an yüreğine asılınacak bir nefes alan olarak o odadan diğer şehire, kadınların karmaşasından erkeklerin yalnız kalamamalarına koşup durdum.
Nasıl dayanıyorsun diyenler oldu ama onlarda hayatlarının yorgunluklarını bana bıraktılar. Bütün yorgunlukları üzerime örterek yalnız gecelerimin uykusuzluğuna daldım.




Düştüm.




Bir bakışta sevildim, eksik kalanlara denk gelince sevildim, dinlemelerim ve anlamalarımla sevildim, yüzleri görünce içlerinde duranlara dokununca sevildim, en acayip yaşanmışlıkları sıradanlaştırınca sevildim, kimseler ortalıkta olmadığında sevildim, tenlerin nefes alan kıvrımlarında büyüyünce sevildim ve acaba kaç kişi gözlerimin rengini biliyor?




Yalnızlık, mutsuzluk, çaresizlik, kimsesizlik durumlarında gelip, yürek kolumu çektiler. Koştum, sarıldım, rahatlattım ve el salladım.




Bir çok insan zamanı boyunca böyle geldim, böyle devam ettim. Insanları taşıdıkça daha da güçlendiğine inanıldığı için bir kaç hayatlık insan biriktirdim. Bir gecelik, bir ömürlük paylaşımların arasında bir fark göremedim. Herkesi, kendimin bile sığmadığı bedenime yerleştirdim…




Bir gece arafta kaldım. Aylarca çıkmadım. Çağrıya geri dönmemek ayıptır dediler. Herkesi yorulmayacağıma inandırdım. Herkesi göz yaşımın olmadığına inandırdım. Herkesi derdim olmayacağına inandırdım. Herkesi anlatacak bir şeyim yok dinleyecek zamanım çok sözüne inandırdım. Insan olarak görünmeyecek kadar içlerine geçtim. Kalabalağın ortasında yalnız olduğumu biliyordum ama bu kadar yalnız olduğunumu neden anlamadım onu anlamadım.




Bu satırları şimdi yazıyorum ama şimdinin anlatımı değil. Başlıkları önceden yazmıştım. Denk geldiğinde bir tanesini alıp yazmaya başlıyorum. Sırada, Kendine mutlu bak, Karmaşk ( ı ), Hayatı sektiriyorum, Nasıl öğretirim sana üşümemesini, Gündüze ulaşamayan geceler, Kanepenin iki ucu, Ten taciri gibi başlıklar var. ne zaman yazarım, yazar mıyım bilmiyorum…




Aşağıya baktım ve herkesin yukarıda olduğunu gördüm. Yanıma denk gelen sadece gölgem oldu. Artık sevmeden sevişebiliyorum. Yalnızlığımın bana bir armağan olduğunu biliyorum. Yaşanacak ne varsa yaşadığımı ve artık tekrarlardan sıkıldığımı biliyorum. Bana dışarıdan bakınca her şey eskisi gibi görünüyor ama kendim kendi kadar. Yine dinliyorum ama sıkılıyorum. Yine anlıyorum ama yıllardır aynı sorunu yaşayanlardan sıkılıyorum. Bir hayat boyu bir ilişki sorunu kadar yol alamayanlardan sıkılıyorum. Bedenim ve ruhum bu duruma alışık olduğundan eskisi gibi görünüyorum. Düzenler yuvarlağında yalnız olmanın bir lütuf olduğunun biliyorum. Olmayanları olmuş gibi, yapmadıklarını yapmış gibi, kendini olduğundan pek çok gibi anlatanları hala dinliyorum ama umursamıyorum. Düzenler yuvarlağında benim için çözülecek bir sorun, bir insan yok. Herkes kendi kadar. Herkes aynı. Yorum farklı.




Yalnızlık, mutsuzluk, çaresizlik, kimsesizlik durumlarında gelip, yürek kolumu çektiler. Koştum, sarıldım, rahatlattım ve el salladım.



30.03.2012