3 Nisan 2012 Salı

gündüze ulaşamayan geceler



  









ksb


Hemen hemen her akşam barın köşesindeki yerine oturan, rakısı ile sohbet eden, arasıra başını kaldırıp etrafa bakmaz gibi gözlerini gezdiren, çok rakıdan sonra tuvalete giden, gecenin sonunda nasıl yaptığını kimsenin anlamadığı ama illaki bir kadınla kapıdan çıkıp uzaklaşan adamın anason kokulu satırları…





Güneş doğalı çok olmuştu. Bilmem kaçıncı kahvenin kokusuna sigara dumanı sarılmıştı. Çarşafın kırışıklıkları dün geceyi anlatıyordu ama evde yalnızdı. Odanın haline bakınca, uzun sevişmenin izleri her yerde görünüyordu ama kadın kokusu duyulmuyordu. Belki de dün gecenin izleri değildi. Telefonuna sürekli mesaj geliyordu. Sinir bozucu sese aldırmadan kahvesinin keyfini çıkarıyordu. Her sabah aynı güne uyanan birisinin ruh hali ile giyinmeye başladı. Yüzünde bir çok aşk yaşamış yüreğinin lekesi vardı. Çarşafları değiştirdi, odayı topladı. Arkasında iz bırakmak istemeyen bir katilin titizliği ile evi ilk haline getirdi. Kupasını yıkadı, kül tablasını kağıt havlunun içine dökerek ellerinin arasında sıktı ve çöp kutusuna attı. Evin açık olan bütün pencerelerini kapattı, kapıya doğru yaklaştı, arkasını dönüp son bir kez eve baktı ve kapıyı kilitledi. Hala bir şey yemediğinden anasonun izlerini merdivenlere bırakarak apartmandan çıktı. Bahçeyi sulayan kapıcı ile neşeli bir sohbeti kahkahası ile sonlandırarak sokağa ulaştı. Çok uzun yıllardır bu sokakta oturuyormuş gibi adımlarını kendi haline bıraktı. Sanki daha once sürekli adım attığı noktalara basıyormuş gibi ilerledi. Kimine el salladı, kimine merhaba gönderdi. Denize doğru gidiyormuş gibi bir hali vardı. Üzerine bir çok insanın asıldığı gömleği, kotunun üstüne düşmüştü. Dün gece hiç birşey yaşanmamış gibi mavi bulutların nefesini içine çekerek uzun uzun yürüdü...





Kalabalık hayatının kokusu yanında olmadan denize ulaştı. Ayakkabılarını çıkardı, çoraplarını itina ile ayakkabılarının içine yerleştirdi. Paçalarını kıvırarak denizin kucağındaki masanın yanındaki tek sandalyeye oturdu. Otururur oturmaz birası masanın üzerindeki yerini almıştı. Garsonla öpüştü, kelimeler aralarında gidip geldi ve ilk yudumunu martılara bakarak içti. Her tekne geçişinde ıslanan paçalarına aldırmadan tuzlu fıstık ve biranın aydınlığında gözlerini denizde sektirerek saatlerce oturdu.





Biz de mi masamızı denize kondursak ama şimdi ondan görmüş gibi oluruz cümlesiyle güzelliği kaçıranlara denize bakarak gülümsedi. Mesajları okudu ve sahibini aradı. Beni biliyorsun cümlesini kim bilir kaçıncı defa söyledi. Fıstıkların kabuğunu soymadan yerken birasınıda ihmal etmedi. Uzun zamandır tanıştığı martı masasının üzerine konar konmaz garson iki tane tost getirdi. Martı ile birlikte tostlarının keyfini çıkardılar. Martı, tostu bittiğinde gagasını masaya vurarak vedalaştı. Martı kadar olamıyoruz bakışlarıyla gökyüzünde attığı adımları izledi. Bir kaç defa telefonu çaldı. Kimi yaşadığı şehirden kimi gittiği şehirlerden aradı. Akşama ne yapıyorsun sorusuna akşam belli olur cevaplarını vermekten sıkılmadı. Arkasında oturanlar yalnızlığına acıdılar. Bazıları garsonlara sordular. Herkes tanıyordu ama kimse ismini bilmiyordu. Oysa bütün garsonları ismi ile çağırıyordu. Siz onun ismini bilmiyorsunuz ama o hepinizin ismini biliyor cümlesi ile ismini bize niye söylemiyorsunuz karmaşasına garsonların yanıtı, birbirimize seslenirken öğrendi herhalde oldu. Güneş tam arkasına geldiğinde cüzdanını çıkardı, her zaman ki hesabı ve bahşişi kül tablasının altına bıraktı.





Gerçekten bir çok aşkı hayatına armağan etmişti. Çocuklarını ayıran ana babalar gibi o da aşklarını ayırırdı. Sadece aşk yaşamamıştı. Bütün hayatı dokunabildiği kadar insanla paylaşmıştı. Her aşkıyla büyüdü, her paylaşımıyla çoğaldı. Gün geldi, teninde ve yüreğinde yer kalmadı. Her alınan parçadan sonra geriye kalan yamalı teni ve yüreğiyle kendi kadar dokunamayacağını anladı. Parçalarını geri istemedi. Kalanı alarak yalnızlığına doğru ilerledi…





Bira güneşi batarken rakı dolunayına doğru zaman ilerliyordu. Ezbere bildiği ara sokakların tenhalarında yürüyordu. Birisiyle karşılaşmamanın titizliğinde sigarasını içiyordu. Akşam oldu, telefonu çaldı, ne yapıyorsun sorusuna, bu akşam seninleyim cevabını verdi. Her zaman ki köşesine oturdu. Yalnızlığı ile rakısını yudumladı. Buradaki garsonlarında adını biliyordu ama onun adını kimse bilmiyordu. Bu adamı iyi izle, kimseye bakmayacak, rakısını içecek ama gecenin sonunda buradan bir kadınla çıkacak cümlesini o gece de duydu. Bir çok defa bardağının beyazlığı azaldı ve çoğaldı. Kalabalığın arasından bu akşam seninleyim gelerek yanına oturdu. Bana yine kızacaksın ama niye birlikte gelmiyoruz sorusuna beyazı bitirerek cevap verdi. Eve doğru yürümeye başladılar. Bari elimi tut sorusuna sigarasının dumanı karıştı. Bir tek sevişirken benimle olduğunun anlıyorum, artık dışarıda değil bari evde buluşalım cümlesine bir beyaz daha bitti. Yine sen de kalamayacağım di mi cümlesi bitmeden ama bak başka birisinin gece sen de kaldığını duyarsam bir daha seninle görüşmem satırları eklendiğinde evde yalnızdı.






Onca hayat zamanı boyunca kızdığım davranışları bana armağan eden sevdiklerime teşekkür ederim dediğini duyar gibi oldum ama emin değilim…




03.04.2012

2 yorum:

Vladimir dedi ki...

ÇOk güzel anlatmışsınız. Ellerinize sağlık.

koto serdar bulgu dedi ki...

sizin de yüreğinize ve bakışınıza sağlık. teşekkür ederim.