17 Ekim 2013 Perşembe

Herkese yetişmek istiyordu ve herkes eksik kalıyordu...














ksb



Kim kadar kimlerin belirsizliğinde ufukda kaybolurken arkasına baktı.
Doğduğu güne kadar bakamadı. O günün üzerine o kadar çok kar yağmıştı ki beyazlıktan midesi bulandı. Bu noktaya nasıl geldiğini anlamadan, bu noktada olmasına şaşırmadan bir taşın üzerine oturdu. Artık çok geç olduğunu biliyordu ama yine de düşünmek istiyordu. Neleri kaçırdıklarıyla başlaması onu bir saniye bile ilgilendirmedi…




Herkese yetişmek istiyordu. İlgili ilgisiz, farkında olan olmayan, yaptıklarını gören görmeyen, hayat içinde ve altında baktığını yakalayan yakalayamayan, yıllardır hayatında olup bir sözüne dokunabilen dokunamayan, gerçekaltı sohbetlerin içinde görünmeyen flu kalanlara,
gördüklerinden görmediklerine, en uzaktakinden en yakınındakine, yolda gorse tanımayacaklarından dibinde olanlara, yüreğinde olduğunun atışlarını duyandan duymayanlara kadar herkese yetişmek istiyordu ve herkese eksik kalıyordu…




Kaçırdıklarının bu kadar kalabalık olmasına inanamadı, ben nerdeydim demekten kendini alamadı. Sanki başkasının hayatı gibi geldi. Hiç bir işe yaramayacağını biliyordu ama düşünmeye devam etti. Kaçırdığı insanı insanları, kaçırdığı anlamı anlamları, kaçırdığı aşkı aşkları, kaçırdığı dokunuşları sevişmeleri, kaçırdığı mutlulukları imkansızlıkları, kaçırdığı günü yılı, kaçırdığı imkansız geceyi geceleri, salaklıkların peşisıra kendini bırakmışken yüreğinin dibinden kaçırdıklarını, hele ki değmeyeceklerin peşinde koşarken kaçırdıklarını yüreğine sığdıramadı…




Bir günün içine onlarca yapılması gerekeni sıkıştırıyordu ve hiçbirinin hakkını veremiyordu. Yapmam gerekiyor, yapmam gerekiyor telaşından aynada kendini göremiyordu. Bir işin bir insanın yanındayken diğer işleri diğer insanları düşündüğü için yapması gereken işe ve yanındaki insana dokunamıyordu. Yetişemiyordu, ne kadar hızlı koşarsa koşsun yetişemiyordu. Ve bunu görmüyordu. Ben herkesi düşünüyorum, ben herkese koşuyorum, ben herkesi seviyorum, ben herkesi iyi görüyorum, ben herkesi hayatımın öznesi yapıyorum ama insanlar beni anlamıyor tekerlemesini her gün söylüyordu ama yetişemiyordu, eksik bırakıyordu.
Ağzından çıkacak bir cümleye onbeş tane öznenin sığmayacağını bilmiyordu. Bir insanın yanındayken sadece ona cümle kurup, o cümlenin öznesinin o insan olmasına yabancıydı, belki de hiç sevmemişti.  Onun için bir insanın dibindeyken, öznesiyken, diğer insanlara söyleyeceği cümleleri o öznenin etrafına sıkıştırıp hem yanında olana hem de yanında olmayanlara dokunamıyordu…



Hala taşın üzerinde oturuyordu ve kaçırdıkları etrafında fır dönüyordu. Seviyorum dediklerini düşündü ve onlarla birlikteyken yapması gerekenlere ve gerekmeyenlere dalıp kaçırdığı anları, dokunuşları, gözlere mıhlanışları, tenlerde doğuşları, yürekten nefes almaları gözgöre gore nasıl kaçırdığını düşündü. Oysa seviyordu, onunla ya da onlarla birlikte olmak istiyordu. Onun ya da onların yanındayken yüreği atıyordu ama diğer yapmak ve düşünmek zorunda olduklarını da yatak odasına topladığından sevdiğinin anlamını göremiyor, sevdiğine yüreğini gere gere dokunamıyor, yapması gerekenlerde kaybolup dibindekini kaçırıyordu. Taşın soğukluğuna aldırmadan oturuyordu. Kaçırdıklarının yangınından terliyordu…


 

Yetişemiyordu, kendine bile yetişemiyordu, kendine bile yetişemediğini görmüyordu. Mükemmeldi. Hiç bir şeyi eksik yapmazdı ve ne gerekiyorsa onu yapardı. Kimse eleştirmezdi, çünkü mükemmeldi. Yapması gerekenlerin altını çizer ve isteyip istemediğini düşünmeden en iyisini yapardı. Onu sevmemek imkansızdı. Özünü alıp hayata eksen dünya böyle olmazdı. Dimdikti ve hiç birşey onu eğemezdi. Siyahından bir kıble verip bir ton yaklaşamazdı. Bugüne kadar böyle yaşamıştı ve toplumun içinde değer görüyordu. Toplum, yüreğini gorse onu nerelere çıkaracağını şaşırırdı ama o yapması gerekenleri yapıp azıyla yetinmeyi seçmişti. Durmadan koşuyordu, canlı cansız ayırt etmeden durmadan koşuyordu. Bir çok nesneyi, bir çok başarıyı sıkı sıkı yakalamıştı. Onları üst üste koyduğunda dolunaya dokunuyordu. Yetişemiyordu, yapması gerekenlerin çokluğundan yetişemiyordu, sıradanları tamamlarken sevdiklerini eksik bırakıyor, dokunamıyordu. Böyle gelmişti ve böyle gideceğine inanıyordu. Arasıra kafasını ve yüreğini karıştıran anlar olsada önemi yoktu. En iyi bunu biliyordu ve en iyi bildiğini yapıyordu. Bunca çabanın ardından kendine herhangi bir laf gelmesini, düşünülmesini, bakılmasını istemiyordu. Yetişemiyordu, kendine bile yetişemiyordu, kendine bile yetişemediğini görmüyordu…





Ayağa kalktı, taşa baktı. Sanki taş kaçırdıklarını içine alıp dağ olmuştu. Niye taşa kadar bekledim demekten kendini alamadı. Geri dönüp tekrar başlamanın bir yolu olup olamayacağını düşündü. Ayaktaydı. Bütün kaçırdıklarına rağmen taşın bir adım önünde hala ayaktaydı. Hep ayakta olmamışmıydı. Ağlaması, yaşlarının nehirler gibi akmasına gerçekken güçlü olması gerektiği için kör tapa takmamışmıydı. Konuşmak ihtiyacı varken, ağzından çıkarabileceği bir harfe ihtiyacı varken susmamışmıydı.
Anlaşılmak isterken, anlatmak isterken güzel görüntüsünün aysberginde kalanları ortaya çıkarmak isterken zayıf taraflarının güneş ışığında görünmesinden korkmamışmıydı. Severken, deliler gibi severken ya yine hiç anlamadığım bir neden yüzünden terk edilirsem, yapayalnız ve çözemeden kalırsam diye sevgisini içine hapsetmemişmiydi. Hayatın en güzel satırlarını hakediyordu. Bir bakışıyla yürekleri canlandırıyordu. Olmayacak ilişkiler seçip olmayayacak kadar yaşıyordu ki bir kere daha terkedilmeye gücü yoktu. Daha ilk ve sonuncu terk edilişini yüreğine anlatamamıştı…


 

Kim kadar kimlerin belirsizliğinde ufukda kaybolurken arkasına baktı.
Doğduğu güne kadar bakamadı. O günün üzerine o kadar çok kar yağmıştı ki beyazlıktan midesi bulandı. Bu noktaya nasıl geldiğini anlamadan, bu noktada olmasına şaşırmadan bir taşın üzerine oturdu. Artık çok geç olduğunu biliyordu ama yine de düşünmek istiyordu. Neleri kaçırdıklarıyla başlaması onu bir saniye bile ilgilendirmedi…




Dünyanın en güzel günlerinde soluk almayı sonuna kadar hakediyordu.
Bir bakışı uğruna önünde eğilmeyi hakediyordu. Bir gülüşü için dünyanın bütün gözyaşlarının akıtılmasını hakediyordu. Mutlu olması için hayatta yapmayacaklarının seve seve yapılmasını en dibine kadar hakediyordu. İnsandı. Gerçek insandı. Düşüncelerinde bile yaşamak inanılmazdı. Kaçırdıklarını, yetişemediklerinİ önüne serip bütün eksiklerini tamamlamak ulvi bir anlamdı. Terk edİlişine anlam olup birlİkte bütünlenmek cennetlikti. Aysbergine dokunup, birlİkte gün ışığına çıkmak mutluluktu. Hayat devam ediyordu ve en güzelini yüreğince yaşamayı hakediyordu…




Kaçırdıklarınız, yetişemedikleriniz, eksik bıraktıkllarınız bir gün yüreğinize dolandığında onu silkelemeyin, oturun, konuşun…


11.10.2013

4 yorum:

Adsız dedi ki...

bir yazı bir insanı bu kadar mı heyecanlandırabilir??
çok enteresan.. okumayı bitirince bile mi kalbi atar bir şekilde fazladan??
bir yazı gerçekleri anlatmasına ve alışılagelmiş mutlu son alışılagelmiş betimsiz kalmasına rağmen bu kadar mı güzel olabilir ve gönüllere dokunur?

koto serdar bulgu dedi ki...

o gönül için hayat, o gönül için nefes, o gönül için gündüz, o gönül için gece, o gönül için göz yaşı, o gönül için kahkaha, o gönÜl için aşk... gönlünü sevdiğİm, heR satırında, her dokunuşunda yEnİden dOğdUĞUm, biz için, bir olmamızın anlamı için sana evEt hayatA evet...

Free Soul On The Run dedi ki...

Süperrrrr... sanki beni ve içimdeki beni anlatmışsın gibi geldi bi an :-)

koto serdar bulgu dedi ki...

hayatın bazı sokakları birbirine benzer hepsi farklı caddelere çıksa bile...