10 Mart 2011 Perşembe
dünyanın sonu geçti
by UK
Dünyanın sonu geçti.
Kıyamet tavan arasında, biz neredeyiz?
Kendimize hızlı hayatlar seçip, ona yetişmek için kendimizi ve hayatımızdakileri arkamızda bırakıp, bitmeyen bir koşunun yere yığılan yarışmacıları olmaktan öteye ne zaman geçeceğiz?
Vapura yetişmeliyiz, işe yetişmeliyiz, tatile yetişmeliyiz, hayata yetişmeliyiz, bize ve sevdiklerimize kim yetişecek? Karar alma yetisini öğrenmeden hayatın kucağına düşenlerden enleri başarmasını bekleyen büyüklerin bir bildikleri var olsa gerek. Şu yemeğe yiyeceksin, bu okula gideceksin, şu insanla evleneceksin, bu gelinliği giyeceksin, şu mahallede oturacaksın cümlelerini duyanlar yaşamayı bırakır ve hiç birşey düşünmeden yürür. Nasılsa onun yerine karar veren, düşünen büyükler var. Onların dediklerini yapıp başarılı olamazsan suç üzerine kalır. Seçmediğin hayat yollarında tek başına kalırsın. En iyi mühendis olmayı beceremedin, ben seçmedim ki, evliliğinde mutluluğu yakalayamadın, ben seçmedim ki, yiyip yiyip obez oldun, ben seçmedim ki hep ağzıma doldurdun…
En iyi cep telefonu masal dinleme yaşında alınır, komşunun çocuğunun gittiği okula gidebilmek için saklambaç oynama yaşında kurslara başlanır, kurstan geldiğinde evde annen yerine özel ders hocasına sarılınır, eve bir misafir geldiğinde, nasılsın yerine dersler nasıl sorusu çocuğa sorulur, sistemin programına gore illaki bir spor aktivitesi hayatlarına eklenir, çocuk sudan nefret eder ama yüzme o sene popülerse yüzme okuluna gönderilir. Çocuk, hayatın karşısında hiç birşey yapmadan dikte edilenleri yapmaya çalışırken kendini aynada bile göremez. En küçük bir başarısızlıkta, en iyi telefonu aldım, en iyi hocaları tuttum, en ünlü spor okuluna gönderdim sen hiç birşey başaramadın. Bana bir gün nasılsın diye sordunuz mu? Insanlar sokakta yaşıyor, senin bir elin yağda bir balda, ne istediysen aldık, her şeyin en markasını önüne koyduk, bir de utanmadan bana sordunuz mu diyorsun. Anne benim gözlerim ne renk?
Kendi adına karar alma yetisi olmayan büyükler, bunu yapamadıklarını fark ettiklerinde çocukları adına karar almaya başlıyor. Büyükler düşünüyor, küçükler uyguluyor, küçükler büyüdüğünde büyük oluyor, onların küçükleri oluyor ve kısır döngü devam ediyor. Bir arkadaşıyla buluşmak istediğinde büyüğü izin vermeyen, eve bu saatte döneceksin geç kalırsan bir daha çıkamazsın sözlerini büyüğünden duyanlar, küçükken bakkala gidip ekmek almasına bile izin verilmeyenler, sürekli duydukları yemek ye, ders çalış, geç yatma, yıkan kokocaksın, sen adam olmazsın, o yırtık pantalonu giyme, çok oyun oynama cümlelerine sinir olanlar, kendimle ilgili hiç bir kararı ben alamıyorum diyenler, ben anne baba olduğumda bunların hiç birini çocuğuma yaşatmayacağım diye yemin edenler büyüyor ve aynısını hatta daha fazlasını çocuklarına yaşatıyor. Kendine yapılanın intikamını en çok sevdiği varlıktan çıkaran başka canlı var mıdır uzayın herhangi bir yerinde?
Mecburen en iyi okulları bitirdikten sonra en iyi şirkette işe başlayan dünün küçükleri birden bire kararlar dünyasına düşüyor. En iyi şirketin en iyi genel müdürü oluyor. Hayatınızda kaç tane genel müdür var karşılıklı oturup iş değil de hayatı konuşabildiğiniz? Hayat bilinmiyor, kendin olmak bilinmiyor, iş hayatının standart kuralları içerisinde kitapta yazanlar uygulanıyor ve en başarılı iş insanları seçiliyor. Kaç tane dünya markası şirketimiz var? Biz kendi çöplüğümüzde değerliyiz neden acaba? Kendinden bir şey katmadan yapılması gerekenleri yaptığında başarılı olunan bir iş dünyasından daha fazlasını beklemek ayıptır. Kendinle buluşamayan başarılı iş insanları evlerine erken gitmek istemiyor, toplantılar uzuyor, kendini bulmadan başladığı hayat, başladığı evlilik onlara dar geliyor. Yapılması gerekenler yapılıyor. Pahalı hediyeler alınıyor, eşlere, çocuklara, en iyi lokantalarda yemekler yeniyor kalabalığın ortasında, ne çocukla ne eşle başbaşa kalınmıyor, ne konuşulacak ki, paritemi, dow jones mu?
Ben büyüyünce hiç toplantı yapmayacağım…
Içeride bulunamayan mutluluk dışarıda aranıyor. Kendi eşinden daha çirkin, daha bilmez, daha anlamsız bir çok yeni insanla mutluluk arayışlarına girişiliyor. Aylardır sevişmiyorum eşimle, yıllarıdır ayrı yataklarda yatıyoruz cümleleri replik haline geliyor. Bunu duyan kadın, evde bekleyen kadın ve duyan kadın inanıyor, bazen duyduğu adamla birlikte oluyor ve evde bekleyen yerine geçiyor. Mutsuzluk içeride değil, içinde…
Evde bekleyen sıkılıyor. Dışarıya çıkmaya başlıyor. Evde bekleyen farklı, bütün olacağı birini arıyor, bazen iki kişi bir adam ediyor, bazen onu bütünlediği insana koşuyor. Eksikken yola çıkıldığında sadece eksiği dolduran bütün zannediliyor. Bir hüsrandan sonra diğerine geçiliyor.
Mutsuzluk içeride değil, içinde…
Hayat, bana hep mutsuzluklar sunuyorsun. Ben hepsini ortada bırakıyorum sen istediğini alıyorsun.
Ben büyüyünce hiç çalışmayacağım. Neden? Babam çalışıyor, hep toplantı yapıyor, her akşam otoparka giren her arabaya babam geldi diye pencereye koşuyorum ama gelmiyor. Ben okula giderken o uyuyor oluyor onu sabahlarıda göremiyorum. Uyandır o zaman. Yorgun geldiği için kıyamıyorum. Karar verdim, ben büyünce çalışmayacağım…
Niye hala evlisin? Çocuğun büyümesini bekliyorum. Büyüdüğünde mi mutlu olacaksın? Ne yapayım. Sende bir insansın, sen mutlu olmadan çocuğunada mutluluk veremezsin. Ayrıldık diye kendini yalnız hissederse. Servisteki çocukların yarısından fazlasının anneleri babaları ayrı…
Abi, her gece dışıradasın, bir çok kadınla birlikte oluyorsun, eve gitmek istemiyorsun, niye ayrılmıyorsun. Ben karımı seviyorum…
Canım, ne zaman ayrılacaksın karından. Doğru zamanı bekliyorum hayatım. Bir türlü gelmiyor bu doğru zaman. Biraz sabret hayatım, çocuklar var biliyorsun, onları kırmadan bir çözüm bulmaya çalışıyorum. Onları kırma beni kır. Anlayışlı ol biraz canım. Yıllardır anlıyorum ama sen beni anlamıyorsun. Evil olduğumu biliyordun. Ilk başta söyleseydin seninle ilişkiye girmezdim. Öğrendikten sonra da devam ettin. Seni sevdim, seninle bir yuva kurmak istiyorum. Çok mu şey istiyorum. Yuvayı madem bu kadar seviyorsun ve benim şu anda bir yuvam olduğunu biliyorsun, kolay kurulmuyor ve kolay yıkılmıyor bir yuva, biraz daha sabret canım. Biz yuva kurduğumuzda mutluluğu dışarıda aramayacaksın değil mi? Olur mu öyle şey hayatım…
Kendini bilmeyen, kendini bilmeyene inanıyor. Kendine yapılmasını istemeyenleri herkese yapıyor, kendine yapılınca kızıyor. Hayata ne veriyoruz ki ne istiyoruz. Kırk yaşında ben doktor olmak istemiyordum diye cümleye başlayan bir insanın kırk senesi nasıl geçmiştir? Onun hayatında olan insanlar gerçek kendine dokunabilmiş midir?.Aslında kim ile yaşadığımızı biliyor muyuz? Kocamız aslında kim, karımız aslında kim, çocuğumuz aslında kim, dostumuz aslında kim, annem babam aslında kim?
Ben kimim?
Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür ilanlarını görünce seviniyorum. Kimliğini bulmuş insanların varlığına inanıyorum. Bulmuşlar ki kaybetmişler…
Büyüyünce çocuk sahibi olmayacağım. Niçin? Ben de anneme babama benzerim diye korkuyorum…
Kocaman ülkemizin kocaman şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde her onbeş dakikada bir nikah var. Onbeş dakikada sevmek, onbeş dakikada hayatını geçireceğin insana karar vermek, onbeş dakikada bilmediğin hayatına çocuk eklemek çabuk değil mi? Yiyeceğimiz yemeğe bile daha uzun zamanda karar verirken, hep şikayetçi olduğumuz hayata, en değer verdiğimiz varlığımızı armağan etmek için onbeş dakikanın yetmesi yeterli mi? Devre arasında verilen karar belki ikinci yarıyı kurtarır ama hayatı kurtarır mı? Verdiğimiz kararlar sadece bizi etkilese ve hayatımızı karartsa bile ben ettim ben buldum deriz olur biter. Verdiğimiz kararlar başkalarınıda etkiliyorsa ben ettim ben buldum cümlesi yetirli olur mu? Sorular, cevaplarından utandıklarında soru hallerine dönemezlermiş…
Çektim bir sandalye, oturdum. Bugüne kadar yaşadıklarımı karşıma aldım. Insanları, kararlarımı, sevdiklerimi, nefret ettiklerimi, kaçırdıklarımı, bilmeden yakaladıklarımı, kahkahalarımı, göz yaşlarımı, hayallerimi, hayata eklediklerimi ve sağlama yapmaya başladım. Kimleri çıkarırdım hayatımdan, kimleri almak isterdim hayatıma, ne olmak isterdim, ne oldum, ailemi seçmek ister miydim, yaşadığım şehirden gitmek ister miydim, o kadar çok şey yaşamışım ki fark etmeden, bu sağlamayı bitirmek için kimbilir kaç hayat lazım dedim ve kaldığım yerden devam ettim. Aynanın karşısına geçtim ve gördüğümün ben olmadığını anladım ama olsun dedim bunca yaşanmışlığı sıfırlayamam. Zaten sıfırsa…
Çocuklar büyüyünce karar vereceğimize biz çocukken karar vermeye başlasak ne olur? Kendi aldığımız kararlarla mutlu ve mutsuz olsak, kendi kayıp ilanımızı gazette sayfalarında göreceğimize kendimiz farketsek, kırklı ellili yaşlarda kendimizi aramaya başlayacağımıza erken davransak, topluma, aileye, düzene, dünyaya kızacağımza kendimize kızsak, mecburiyetlere mahkum olmasak, yetişmek zorunda kalmasak, parasız saadet olmaz lafını söyleyenin hiç paraya ve kendine sahip olmadığına inansak, yapılması gerekenleri çıkartıp yapmak istediklerimizi yapsak, gitmek istediğimizde gitsek kalmak istediğimizde kalsak, göz yaşından kahkahadan korkmasak, ölümün kolay olduğunu yaşamanın zor olduğunu bilsek, hatta tek bildiğimiz gerçeğin günün birinde illaki öleceğimiz olduğunu tekrar bilsek, bir bakışın, bir düşüncenin, bir anlayışın, mutlu bir dakikanın bütün günü kurtacağını hissetsek, en çok paranın bile daha çoğu olduğunu görsek, özel jetle ulaşılan yerlere toplu taşıma araçlarınında gittiği öğrensek, sevmekle başlayan hayatın paylaşarak güzelleştiğini bir an için bile yaşasak şimdiki benlerimizin neresinde oluruz?
Hayatımızın kıyamını beklemeye gerek yok kendimizle buluşmak için. Kendimiz, dünyaya merhaba dediğimizden beri heyecanla içimizde bekliyor. Biliyorum onu görmememiz için bir çok kural, bir çok akıl veren, bir çok başarı diye adlandırılan, bir çok insan, bir çok aile, bir çok sistem var. Aslında sürekli onunla karşılaşıyoruz. Her olayda, her insanda, her başarıda, her başarısızlıkta kendini bize hatırlatıyor. Ben buradayım diyor. Onu duyuyoruz onca gürültünün arasından ama adımlarımız refleks olmuş, duysak bile kalmadığımız yerden devam ediyoruz. Bir gün sadece bir gün onu dinlesek ve anlatacaklarının ışığında yola devam etsek acaba ne olur?
Dünyanın sonu geçti,
kıyamet tavan arasında.
Biz de tavan arasına kavuşmadan hayat arasında kendimizle buluşalım. Bunca sene böyle yaşadım demeyelim, kendimizle rekabete girmeyelim. Belki kendimiz aslında mutluluğun yollarını biliyor. Herkesi dinlediğimiz kadar, herkese inandığımız kadar kendimizi dinlesek, inansak, kendimizle kucaklaşsak ve dünyaya kendimizi armağan etsek. Bugün doğuyoruz, bugün ölüyoruz, bugün sevişiyoruz, bugün çocuğumuz oluyor. Dünün yarının arasında sıkışacağımıza bugünde kendimizle buluşalım. Hem kendimizi hem de hayatımıza katılanları sevgiyle kucaklayalım. Birazdan ağlamaya başlayacağım. Bu satırları boş verin, kendiniz bilin.
10.03.2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
.... harika
dünyanın sonu geçti. kıyamet avanarasında, biz aşkın ortasında hayatız, geçmeyeceyiz, birbirimizi sevmeyene kadar mutluluğumuzla hayatı renklendireceğiz...
Yorum Gönder