14 Ocak 2012 Cumartesi

beştaş


















by UK



Biranın sarısının denizin mavisine karıştığı, martıların kendini insan zannettiği ve sadece sandalye yerine masanın üzerine oturduğu, ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp içiçe geçirdiğim noktanın az ilerisinde çıplak ayaklarımın denizin yüreğine armağan olduğu yerdeyim. Arkamdaki masalarda oturanların bazılarının imrendiği ama önce o yaptı şimdi biz yaparsak ondan görmüş oluruz harflerinin kulağımın içine girme çalışmaları yaptığı ya da kafayı yemiş, tek başına buraya gelmiş bir de utanmadan denizin içine oturup keyif almaya çalışıyor harflerinin adalara doğru gittiği yerdeyim. Öğlen birası mekanımdayım. Evden çıkıp, hayatımın uzun yıllarının geçtiği sokaklardan geçip, her sokakta biraz daha büyüyerek bugün ki yaşımla buluşmaya gidip, karşılıklı bira içerek, denizin, bulutların, martıların, adaların kokusunu içime çekerek, binbir hayali masama konuk ederek, birkaç bira zamanını geçiriyorum, hayatı ayağımda sektiriyorum.

Kendimle buluşma anlarımı seviyorum. O kadar kalabalık hayatımın izlerini kimsenin görmediği, bu adam yapayalnız dediği, her gün buraya tek başına geliyor ve kimbilir neler yaşadı da yalnızlığı seçti diye düşündüğü ama benim kendimle keyiflerin karşısında ve içinde oturduğumu anlamadığı, benimde umrumda olmadığı barakadayım.
Dört beş biralık zamanımda, kimi an denizin sesine kimi an aklıma davetsiz gelen ilginç düşüncelere kendimi bırakıp, doğduğum, büyüdüğüm yerlerin kıyısında oturup, anımı anlamlandırdığım ben zamanlarımın kucağındayım.



Kendisini kucaklamayı bilmeyen kimi kucaklasın?



Önce kendini eline alman lazım ki hayatın diğer taşlarını toplaya bil, beştaş. Hayat, geldiği gibi değildir aslında kendin aldığın kadardır. Hayatı almak için önce kendini alman gerekir, kendini almadan yollara düşersen başkalarının düşüncelerini, hayatlarını, mutluluklarını, acılarını alırsın ve başkalarına, topluma, düzenler yuvarlağına kızarsın. En iyisi kendine kızmaktır, kendine kızabilmek içinde önce kendini eline alıp, hayatı toplayıp, kendinden yola çıkıp sevdiğin ne varsa içine alıp, çoğalıp yaşamaktır. Bunu yapabilmek için kendimi benimle buluşturduğum yalnız anlarıma koşuyorum. Bazen denizin kıyısında bazen adımlarımı eklediğim yalnız yürüyüşlerimde kendimi ve beni buluşturuyorum. Onlar konuşuyor ben dinliyorum. Kendim, benden uzaklaştığını anlatıyor, benim kendini dinliyor ve kalmağı yerden devam ediyor.




Başkalarına dokunabilmek için, başkalarını sevebilmek için, başkalarını anlayabilmek için, başkalarını hayatından atabilmek için, başkalarını çoğaltabilmek için kendini eline alıp, hayatı toplayıp, kendinden hayat yapıp paylaşmanın güzelliğinde çoğalıp yaşamanın anlamında kalmanın suyunu kana kana içip, tabi ki rakı da içip, yüreğini uzatıp gitmek lazım,
kendine, kendinden öteye, bilinmeyeni bilinene çevirmeye…




Aşkın tazeliğinde büyüyebilmek için, sevginin doğurganlığında çoğalabilmek için, anlayışın bütünleyiciliğinde var olabilmek için, aklın sadeliğinde üretebilmek için beştaş oynamak lazım. Ilk taşı eline aldığında avuç çizgilerinin arasında hayat dolaşır, kendin benine karışır, ortalığa inanılmaz tınısı yayılır. Kendin kadar gidebildiğin her yere gitmişsindir. Kendin olmadan gittiğin her yerde gitmemiş gibi hissedersin, geldim ama olmadı dersin. Gittiğin yere, gidiş nedenine kızar, geldiğin gibi geri dönersin ve döndüğün yere de kızarsın. Kızarmış ekmeğin kokusuna benzemez hayata kızmak. Ne zaman ki kızma sırası kendine gelir, bir dilim ekmeğin mutluluğu dünyaya sarılır…



Kendini kaybetmenin tek güzel hali, aşk.



Bir tek aşk için kendimi kaybetmeyi yüreğime alırım ve sonuna, gidene, bitene, bitmeyene kadar bırakmam. Duyuyur musun aşk, sen nelere kadirsin. Bu paragrafa sığmayacak kadar büyük olduğun için şimdilik bu kadar satırla seninle vedalaşıyorum aşk. Ama sanma ki tekrar karşılaşmayacağız…



Kendini kaybetmenin en çirkin hali, çocuk.



Kendini bilmeyenlere, kendiyle yolda karşılaşanlara kızmam, üzülürüm. Ama kendini bilmeden dünyanın değerlisi çocukları hayatın kucağına atanlara kızarım. Kendini bulmadan hayatın eziyetlerine konuk olanlar için söyleyecek çok sözüm var ama kendini bulmadan çocuğunu bulanlara tek sözüm, yuhhh. Kendini düşünmemeni anlıyorum diyelim, sevgilini, kocanı, karını düşünmemeni anlıyorum diyelim, çocuğunu nasıl düşünmezsin. Ona sormadan, onu düşünmeden bulamadığın kucağına onu nasıl alırsın. Kendi yokluğunun içine onu nasıl sıkıştırırsın. Neyse, ben barakaya gideyim, kendimle kalayım…



Merhaba sevgili martı. Dün gelende sendin galiba, gözlerin aynı bakıyor bana. Biramla ilgilenip ilgilenmediği bilmiyorum ama tostumu seninle paylaşacağım. Belki beni sana tost veriyorum diye seversin, belki yalnızlığımı seversin. Gelirsin karşıma birbirimize bakarız. Bir yerde yazmıştım, aslında martıların karnı aç değil, insanları mutlu etmek için simitleri havada kapıyorlar tıka basa karınlarına diye, öylemi gerçekten? Cevabın olmadığından değil suskunluğun biliyorum. Sen de bizim hayatlarımıza şaşırıyorsundur. Şimdi bir laf ederim iyice kafası karışır diyorsundur. Olsun. Her zaman tostumun yarısı senindir. Ister tostçu abi de ister yalnız abi, ben sürekli buradayım bildiğin gibi, yine görüşürüz. Benim bira zamanıım bitti, gün batımı rakısına gidiyorum, hoşçakal.



Geldiğim yolların izinden geriye dönerken telefonumun çalmasını beklerim. Bir dost arasada dost rakısi içsek diye içimden geçiririm. Genelde çalar telefonum ama çalmazsa eve ulaşana kadar çalacak diye düşünürüm, eve girince telefonu kaparım. Bugün kendine kalma günün der, düşünceleri konuk ederim. Bazen sadece düşünürüm bazen de harflerim içimde durmaz tenimi yararak hayata çıkmak ister. Onları kırmam, sevecen halimle hayatın içine bırakırım. Bilinmeyen bir yerde çoğalırlar, onlara su vermem, ekmek vermem ama bir şekilde büyürler. Bazen bana benzemezler bazen de benden fazla düşünürler ama bendirler. Sessizce içimde çoğalırlar. Ne zaman tenimi yaracakları belli olmaz ama yarmadıkları zamanlar daha çok acı verir. Içimde çürümelerinden korkarım harflerimin sessizliğinde. Beştaş olarak biraraya gelen harflerim bana bunları anlattılar. Onları sevmemim nedeni içimden çıkmaları değil, bir şekilde biraraya gelip hayat olmaları, insansızlığın ortasında soluk vermeleri, beni kendime götüren yolların adını yazmaları…



Beştaş,
Önce kendini eline almanın mutluluğunu yaşayacaksın sonra hayatı toplamanın güzelliğini paylaşacaksın.



En güzel taş sizin olsun.


14.01.2012

Hiç yorum yok: