30 Eylül 1994 Cuma
itirafname
by GG
Bu bir adet itirafname değildir.
Sayılı ve de sayısız, birbiri ardına ya da birbiri ardına olmayan günlerin anlaşarak bir zaman birimi oluşturdukları, mutsuzluklarla yorulup kimi zamanlarda kendini kaybeden, çoğu zamanlarda kendini kendi olarak hissettiren ve de yaşayan bir zamanlar topluluğudur.
Tibet ‘in beyinsel olarak ulaşılması zor olan noktalarında yaşayan rahiplerle birlikteyken huzurlu ama eksiklik hisseden, yeni dünyadaki
her şeyi bilen ve en iyi şekilde yaşadıklarına inanan züppelerle yollarda gezerken anlamsız ve de rahatsız ama yine yollarda yürüyen,
Mısır ‘da ki piramitlerin yüzellisekiz merdiven indikten sonra ulaşılan salonunda firavunlarla briç oynarken kontur çekebilen ve kendini unutabilen, uzaydaki dostlarımızla küçük kır kahvesindeki kır çiçeklerinin arasında sohbetteyken kendinden emin ama yinede meraklı bir yaşam içinde bir çoklar ilişki, aşk, meşk, mutluluk, kaçış, yakalanış, üzüntü, haykırış, dostluk, gözyaşı, özlem, sıcaklık, bekleyiş gibi sayısız isimlenmiş kelimelerle uğraş halindeyim.
Bütün yaşadıklarımın yaşamam gerekenler olduğuna inanan ya da inandıran, pişmanlık duygusunu kapısından içeriye girmesine izin vermeyen, yaşadıklarına devam etme halinde seyir ederken karşılaştığım bir çift gözden sonra şöylesine düşünmeye başladım.
Kimdim ben, neler istiyordum, nasıl yaşıyordum, yoksa bunlar önemli olmayan birkaç sorumuydu, tabi ki biliyordum.
İnsan olmak yetiyordu her zaman bana. Onca ilişkiden, ister dost ister sevgili ya da her ikisi de birlikte olsun bu insan olmak fikri bana yetiyordu.
Oysa şimdi diye bir soru sordum kendime ve aldım kalemi elime yaz oğlum dardar dedim, o da beni kırmadı yazmaya başladı.
Şu an sadece insan olmak yetmiyor.
Baktığımda sevginin derinliklerine beni sevgiye indiren, bütün vücudumu ve benliğimi sevgisiyle sarmalayan, onun sevgisizliğiyle yaşanan günleri sadece gün kelimesiyle sınırlayan o bir çift gözü hissettikten sonra sadece insan olmak yetmiyor.
Onunla birlikte olan insan olmak istiyorum. Bunun benim için belki çok zor günler belki de çok kolay günler anlamına gelebilir. Ama hangisi olursa olsun mutlu ve sevgi dolu günler olacağını biliyorum ve de gerisini düşünmüyorum. Seni sevdiğimi düşünmekle geçiriyorum günlerimi ve de çok mutluyum. Onun için sadece mutlu bu günlerimizi yaşarsak sürekli mutlu olabiliriz diye bir tez yazma çalışmalarına başlayabilirim.
Çünkü yarında bugün olacağına göre bugünde bugünümüzle ve sevgimizle mutlu olabileceğimizi düşünmenin yanında seni seviyorum.
Bunu her geçen gün bütün noktalarında hissedebileceğini bile düşünmekteyim. Neyse bütün bu satırların özü
Seni seviyorum.
30.09.1994
25 Eylül 1994 Pazar
hepsi hepsi
by OM
Güz günleri hızla dökülmeye devam ederken bir filizcikte gitgide büyüyordu. İki damla sevgi ile ekilmişti üç dünya ayı önce.
Dış görüntüsü üç aylıktı ama sevgileri onu sonsuzluğa taşıyordu.
Yoktu zaman kavramı, çevrenin a’ ları ve b’ leri, kendileri vardı, inandıkları sevgileri, birlikte kurdukları hayalleri, aynı anda hissettikleri düşünceleri, her gün yeniden birbirlerini keşfetmeleri ve sımsıcak vücutları vardı. Gözü gözüne değdiği anda dünya duruyordu ve her gün yeniden doğuyorduk. Yüzlerce kilometrenin araya girmesi nafile idi, elini uzatımı yakalıyordum onu sevecen ellerimle. Her geçen gün işte bir bütün böyle oluşturulur derken yeni gelen günle beraber daha güzel bir bütünlük yaşıyorduk. Yağmurun okşadığı sokaklar, çocuk suratlı çocukluk fotoğrafları, birleşen yataklar, boğazlı kazaklar hepsi hepsiydi.
Mükemmellik kimi zaman korkutur insanı ama bu sefer dört elle sarılıyorum mükemmelliğimize ve daha ileriye de götüreceğimizi biliyorum sevdiğim kadınım.
Gözlerim bir başka görüyor, kulaklarım çok farklı duyuyor sesleri, kalbim başka türlü atıyor, burnum kokuları bir başka duyumsuyor, vücudum bütün olarak yepyeni tepkiler veriyor. Evet evet seviyorum seni hiç bilmediğim bir şekilde ve seninim artık hiçbir şartım olmadan.
Ne sinema ne pilavla karışık patates umrumda değil sen yanımda, içimde, kalbimde olduktan sonra canım sevgilim.
İşte böyle canım. Her zaman söylediğim gibi seni seviyorum, seni seviyorum.
1994
15 Eylül 1994 Perşembe
altmışıncı gün
ksb
Gün yine doğdu her zaman ki yerinden, yarın da doğacak aynı yerden öbür günde. Göz kırpar gibi günler geçerken diğer insanlar için bizim için atmışıncı defa kırptı gözlerini bugün. Seni seviyorum. Duvarların içinden fışkıran kırçiçekleri gibi bu çirkin dünyanın içinde nefes alıyoruz. Deniz kenarındaki kulubemizde yaşıyormuş gibi, hamağımızda birbirimize sarılmış sallanıyormuş gibi, kırmızı güneşi batırdığımız tahta iskelemizdeki gibi, elele kumsala uzanıp yıldızlara kaydırak armağan eder gibi, en güzel birliktelimiğimizi yaşayarak geçireceğiz günlerimizi bu şehirde. Havaya fırlatılan bir buket çiçeği senin yakalaman dileğimle seni seviyorum. Günler akıp akıp giderken hayatın içinden, masanın altından bakarken masum gözlerinle, sallarken sandalyemi sevecen ellerinle iyi ki yanındayım diye haykırıyorum dünyanın denizsiz şehirinde sevdiğim kadınım. Yeni günler sadece eski günü değiştirecek. Sevgimi ise bilinen ve de bilinmeyen hiç birşey değiştiremeyecek. Dün, bugün, yarın da olduğu gibi seni seviyorum bilinen bilinmeyen tüm güzelliklerle seni seviyorum.
15.09.1994
tek başıma
ksb
Lapa lapa karın yağdığı, karşı kaldırımda yüreklerinde sevginin sıcaklığı, dudaklarında mutluluk ıslığı, gözlerinde çaresizliğin sıcak gözyaşları bulunan yaşlı insanların koşuşturduğu sokak ve gün değildi.
Seni seviyorum.
Bütün insanları, hem Romalıları hem de sizleri, canlıları cansızları, maviye boyanmış tahta masayı, bol hardallı sosisli sandviçi ve sevmeyi seviyorum. Sevmekle bu kadar yakından ilgilenmemim nedeni, kendimi seviyorum.
Ama seni seviyorum.
Kendilerini kral ve kraliçe ilan etmiş insanların ülkesinde yaşarken diğer ülkelerede baktığımızda sadece isimlerinin değişik olduğunu anlamak için ilim irfan yuvalarında yuvarlanmanın gerekli olmadığı aşikardır.
Şatolardan bir tanesinde, nehirin üstüne örtü olan tahta kapağın örtü olmadığı bir anda bağırmıştım cılız olmayan bir sesle alacakaranlıktan az önce “ nehirin örtüsünü örter misiniz ” diye ve örtünün üzerindeki belli belirsiz yazıları okumayarak girdim üçgen olmayan kapıdan içeriye.
Büyük bir kalabalık beklerken, büyük bir insanla karşılaştım avluda.
Çok ilginç bir avluydu büyük adamla karşılaştığım ilginç avlu.
Bir köşesinde boks ringi vardı üstünde kimsecikler olmayan ve de hiç olmamış hissi uyandıran.
Boks ringi olmayan diğer köşede daha önce bir sirk kurulmuştu sanki ve hala bilmem niçin sirk kurulmuş gibi geldiğini.
Öbür köşede ise tahta bir masanın yanında üst üste istiflenmiş odun tapınağı vardı.
Son köşede, karmakarışık şekilde bir sürü harf duruyordu.
Büyük insanla birlikte avluyu terk ettik ve kendi dünyasına beni davet etti ki kendimi orada buldum.
Insanlar, bilinen bilinmeyen bir çok nedenden dolayı kendi odalarına çekildikleri ve yaşadıklarıyla değilde odalarında kurdukları düşleriyle hayatlarını sürdürdükleri bir zaman boşluğunda nefes alma işlemi yapıyordum sevgili çocuğum.
Uzun uzun çıkılan kıvrımlı yüksek merdivenlerin, kırmızı gölgeli çayırlarda özgürce koşturan atların, karların üstüne doğan güneş ışınlarının sekerek gözleri okşadığı, küçük küçük evlerle süslenmiş, yemyeşil sofrasını masmavi sularla bezemiş doğanın yüreğinde, yüzü asık mı değil mi diye düşünmeyen insanların yaşadığı, ürettikleri korunma silahlarını satabilmek için mecburen savaşlar yaratan tacirlerin yüzlerinin güldüğü, sevginin sadece şiirlerin satırlarında yaşadığı düzenler yuvarlağı hakkında seni bilgilendirdikten sonra hadi anneni kandırdık diyelim seni nasıl kandıracağız ?
Evet, anneni seviyorum.
Onadır bu satırların bütün anlamları ve anlamsızlıkları.
Odam olmadı hiç bir zaman ama olabileceğini düşünerek yazılar yazdım.
Sadece odamız mavi kaldı.
Neyse, düşlerimi kuracak odam olmadığı için direk yaşamayı seçtim.
Devamlı sokaklarda olmak, bütün sokakların isimlerini öğrenmek, sokakları tamamlayınca şehirden şehire gidip gelmek, her ulaştığım değerli noktada sıcak ilişkiler kurarak ve onlarla sevgiyi paylaşarak zamanları ardımda bıraktım.
Böylece, kendi odamda değil ama paylaştığım insanların odalarında, tek başıma değil ama sevdiklerimle düşler kurduk.
Bir çok odam oldu, bir odam olmasın diye uğraşırken.
Hiç olmazsa insanlarla içiçeydim.
Doğal olarak insansız yaşayamaz duruma geldim.
Gayet doğal olarak bütün sevgimi paylaştım.
Insanlar o kadar aç kalmışlar ki sevgiye, o kadar alışmışlar ki şiirlerde okumaya, şaşırdılar ve dostluklarım yaşamaya başladı.
Kimi zaman kullanıldım ama olsun, kimi zaman öğütlerle karşılaştım, böyle bir yere ulaşamazsın, iyisin, hoşsun ama dünya değişiti, para ister, kariyer ister, ister de ister dediler…
Çok güzel ilişkilerim oldu beni hayatın içinde tutan.
Belki on denemede bir oluyordu ama yüz denemede bir de olsa yeni bir insan daha tanımak için yollara düşmeme yetiyordu.
Içeriye girdiğimizde ansızın masmavi bir tablo ile karşılaştım gibi geldi ama yürümeye devam ettik.
Bomboş salonun kenarında duran iki tek koltukları doldurduk.
Masanın üzerindeki renkli sıvıyla iki kadeh doldurdu, kadehleri birbirine vurduktan sonra kadehleri değiştirip birer yudum alıp tekrar kadehleri değiştirdik.
Bu ana kadar hiç konuşmadan yaşadık ve uzun bir süre konuşmayacakmış gibi durmuyorduk.
Öyle bir görüntüsü vardı ki, illaki ilk konuşmayı onun yapması gerekiyordu.
Merhaba dedim.
Tek başıma yaşamayı seçtim dedi bana gülen gözleriyle birlikte.
Ben de tek başınalıktan kaçtım dedim kadehimdeki son yudumdan sonra ve renkli sıvıyla kadehimi doyurdum.
Ikimizinde sorunu aynı, sen kalabalık içinde tek başına olduğunu anlayıp tek başına olmayacağın yeni kalabalıklar peşine düşmüşsün ki ben de düşmüştüm, işte buradayım.
Evet ama şimdi iki kişi olduk, bizim gibi ikiden fazla insan olduğuna inanıyorum.
Inanmanın iyi mi kötü mü olduğuna karar vermiş değilim ama binlerce şatonun içinde benim yapmış olduğum gibi seni bekleyen binlerce insan var aramaktan yorulmuş ama umudunu kaybetmemiş.
Kendimi bir kenara koyup sevgimle birlikte yeni insanlar peşinden koştum, sokaktan şehire dolaştım durdum.
Tabi ki ailemi mutlu edemedim.
Düzenli bir işim olmadı, kariyer uğramadı, adam olamadım, okulu bitirme ihtiyacım gelmedi ve savaşa gitmedim.
Evdekiler mutsuz oldular, akrabaların, komşuların yüzüne bakamadılar.
Umursamadım çünkü onları seviyorum.
Bir baba bir anne modeli çizip, benim annem, benim babam böyle olmalı deme ihtiyacı hissetmiyordum ve onları seviyordum.
Bu sevgimi hiçbir zaman yeteri kadar gösteremedim, söyleyemedim.
Yüreğim onlara karşı sevgi dolu olduğu halde dilim hep çaresizdi.
En iyi başardığım sevgimi göstermek olduğu halde çaresizliğim devam etti.
Şiirler yazmak istedim ama tam olarak anlatan kelimeleri bulamamaktan korktum ve elimde çaresiz kaldı.
Çocukları çok seviyorum.
Dokuz ay bekler dururuz, karanlık ama huzurlu ve hareketli yumuşak tenin içinde çok rahatızdır.
Armutlar pişer içimize düşer.
Herşey başımıza merak yüzünden gelir ya uzatırız başımızı merak ettiğimiz ve aydınlık zannettiğimiz dünya denilen düzenler yuvarlağına.
O anda sadece sağlıklı bir canlı olarak dünyaya gelmemiz yeterlidir.
Hep öyle olacağını düşünerek yeni yaşam alanımıza atlarız ve belki bir an için hissederiz başımıza gelecekleri, ınga deriz ilk merhabamızda.
Günler geçtikçe anlamsız istekler karşımıza çıkmaya başlar.
Birisine benzemek çok önemlidir.
Her gelen bir yorum yapmadan gitmez.
Daha doğar doğmaz birisine benzemek ile başlar mücadele sanki bizim yetkimizdeymiş gibi sürer gider.
Bir an önce konuşmanı isterler, bizim ki daha önce konuştu yarışını kazanmak isterler.
Ve inadına konuşmak istemezsin, direnirsin ama ihtiyaçlarını anlatmanın en kolay yoludur konuşmak.
Karnın acıktığında ağlarsın ya da gazın olduğunda ama anlamazlar ve sinirinden ateşin çıkar, bir telaş sarar evi, anneler, teyzeler aranır ve doğru doktora gidilir.
Eşcinselliğe ilk adımı atarsın, dereceyi yumuşak ve duygulu bir şekilde poponun içinde bulursun.
Bu böyle devam etmez dersin ve konuşmaya başlarsın.
Yürü yürü diye tuttururlar, tay tay gibi anlamsız kelimeler kullanarak seni motive etmek isterler.
Bıkarsın ve yürümeye başlarsın.
Şikayetlerde hemen başlar, aman canım buda ayaklandı fena oldu, bir an olsun yalnız bırakmaya gelmiyor, evi talan ediyor.
Artık büyüklerin çelişkili dünyasına hoş gelmişsindir.
Eğer daha büyükler bize bakıyorsa anane deriz önce onları kırmamak için.
Bir de erkeksen göster pipini, kızsan göster kukunu derler bilinmiz niye.
Okuyanların göster kukunu adeti biz de yoktur sesleri duyuluyor.
Feminist ailelerin göster kukunu dedikleri de duyulmuştur.
Kendimizi birdenbire istekler dünyasında buluruz.
Geriye dönmek isteriz ama sığamayacak kadar büyümüşüzdür.
Çişimizi söylememizi isterler, sanki sidikli sidikli dolaşmak hoşumuza gidiyormuş gibi, kızarlar.
Geleceğini önceden haber verse tabi söyleriz ama kafamız yapmamız ve yapmamamız gerekenlerle o kadar meşguldür ki, bırakın çişimizin geldiğini yaşadığımızı anlayacak halimiz yoktur.
Gizli gizli konuşmalarını dinlersin, birisi doktor diğeri müzisyen olmanı ister hatta tartışırlar.
Tek tek sorduklarında bir sorun olmaz, cevabı bildiğin için bingo, kalabalık bir ortamda sorarlarsa doktor olacağım ama hastalarımı müzikle tedavi edeceğim diyerek kurtulup bir sorunu daha çözmüş oluruz.
Yavaş hızlı dış dünyaya adımlarımızı atarız.
Oyunlarını sokakta oynama çalışmalarına başlarsın ve öyle ya da böyle oynarsın.
Tanımadığın kimselerle konuşmamanı isterler ve güvensizlik tohumu içimizde büyümeye başlar.
Tanımadığın insanlarla konuşmaya bilirsin ama konuşmadan nasıl tanırsın?
Ve ne yazık ki düşündükleri gibi insanlar yaşamaktadır, masum olarak bir tek çocukların kaldıklarını bildikleri için tam hakimiyeti sağlamak adına bizleri de kirletmeye çalışırlar.
Oyunlarında yaşarsın istediğin dünyayı, hayallerine gore kurarsın oyunlarını ve bilmezsin hayal olarak bile kalamayacaklarını.
Okul okul dedikleri dipsiz kuyuya düşme zamanı gelir.
Kara önlükleri giyersin bembeyaz olduğun yaşlarında.
Okulda olmak keyif verir, sadece senin başına gelmediğini anlarsın, yalnız olmadığını bilmek biraz rahatlatır ve kaynaşmaya başlarsın kendine benzediğini zannettiğin benzerlerinle.
Seni seviyorum.
Küçük kıyı kasabasının kıyısında pürtelaş koşuşturan insanların içlerini titreten rüzgarlı bir gün değildi o gün.
Tatlı bir imbatın okşayaşını bekliyordu insanlar kordon da ve bizden habersiz.
Biz ise biz olmaya çalışıyorduk onlardan habersiz.
Sevdim seni, önce insanlığını sevdim, yumuşak ve sevecen ellerinle sevgini uzatmanı sevdim, insanlara değer vermeni sevdim, babana karşı benim gibi dilinin çaresiz olmasını sevdim, dolunaylı ve hilalli gecelerde yakamoz gözlerini sevdim, gülücükler açan ilkbahar yüzünü sevdim, bütün vücuduna itina ile bezenmiş güzelim benlerini sevdim, düşlerinden çıkıp gelen çaresiz bakışlarını sevdim, kilitlenmiş kalmış insanların üstüne sevgi olup yağan gözyaşlanını sevdim, sabahları sana sarılmış olarak uyanmayı sevdim, kırçiçekleri gibi kokan taze tenini sevdim, tüm insanlık için umut olan düşüncelerini sevdim, tümünü sevdim ve bütünümü sana vermek istedim.
Yüreğimdeki kilitin senden başka anahtarla açılmayacağını öğrendim.
Yarın görüşürüz diyerek ayağa kalktı ve istediğim odada kalabileceğimi söyledi.
Kadehimdeki son yudumu içtikten sonra girerken gördüğüm tablonun yanına doğru gittiğimi farkettim.
Içtiğimiz renkli sıvının alkol olduğunu anlamak için adımlarım izlediği yolu takip etmek yeterliydi.
Tablo, bizim gibi insanların mavi rengi sevdiğinin bir kanıtı olarak karşımda duruyor.
Her yeniden dünyaya gelişimde resimden anlamak istemişimdir ama nafile.
Sadece mavinin hakim olduğu resimlerden anlam çıkarabiliyorum.
En yakındaki sandalyeyi aldım, ters çevirerek oturdum.
Büyük adamın günaydın demesiyle başımı sola çevirdim ve günaydın.
Avlunun anlamın sormak istedim ama vazgeçtim.
Bugün yürüyüşe çıkacağımızı ve beni sevdiği mekanlardan bir tanesine götüreceğini söyledi.
Umutlu bir çok insan var demiştim.
Evet ama herkes şatosunda beklerse tek başına kim gelebilir ?
Sen burada değil misin ?
Buradayım ama ben de sizler gibi şatomda bekleseydim…
Senin hiç şaton oldu mu ?
Hayır.
Kimilerinin şatoları olur kimilerinin olmaz, kimileri değerli taşların, kağıtların kölesi olur kimileri olmaz, kimileri insanları sıcacık sevgisiyle sarar kimileri üstlerine basar yukarıdan bakar ve şatoları olur ya da olmaz.
Yani bunlar birer kural mı ?
Hayır, hiçbir kural yok, kurallar yapılanları haklı göstermek için ortaya konulan aciz çırpınmalardır ve zaman için kendi ürettikleri kuralları yoktan var olmuş gibi görüp inanmaya başlarlar.
Niçin şatonda bekleyerek bu güzel düşüncelerini sadece duvarlarla paylaşıyorsun ?
Benim de şatom yoktu, sokaklardan başladım, çıkmaz sokaklara girdim, yılmadım illaki bir aralık buldum, bitirdim şehirlere başladım, tekrar tekrar başladım ve kalan son canımla şatoma geldim.
Hımm.
Sevgimi en sevecen ve samimi halimle paylaştım, çok güzel dostluklarım oldu bana güç veren, bunun yanında basit keyifleri tanıdım, onlarla elele dolaştım, hiç bir zaman tam olarak adayamadım kendimi düşüncelerime o basit keyiflerimle birlikte ama yaşadım.
Anlıyorum.
Insanları her zaman sevdim ve kalan son canımla şatoma gelerek en azından buradan geçenlerle paylaşmak istedim.
Diğer şatolardaki insanlarda hep mücadele ettiler ve son canları kaldığında şatolarına geldiler ki düşünceleri tamamen ortadan kalkmasın.
Öyleyse ileride benim de bir şatom olacak.
Elbette ama belki de sen şato insanları köyü yaratabilirsin bu dünyanın üzerine.
Sevdiğinden uzaktasındır, hüzünlenirsin ama bilmezsin uzaklarda ve sevgilisiz olmayı, yağmuru sevmezsin sevdiğinle ıslanarak yürümediğin için, dolunaylı gecelerde sadece kurt adam aklına gelir, onun için sevdiğimden uzakta olmanın tadını çıkarırım.
Uzaklardan, sevdiğimin yanına mutlu ve huzurlu dönerim.
Sevgi garip bir canlı, bütün güzellikler ve çirkinlikler onun yüzünden hayatımıza geliyor.
Özgürlüğümüzü seviyoruz ve kısıtlanmasını istemediğimizde başımıza gelmedik kalmıyor.
Insanları seviyoruz, onlara haksızlık yapılmasın istiyoruz, sorunlar yaşıyoruz, bir yazarı seviyoruz en saf duygularla yine olmuyor.
Sevginin var olmaması için bütün servetlerini verecek nefes alanlar vardır gibi geliyor, sevmek için yaşayanların yanısıra, Ne garip değil mi?
Sevgi, alt tarafı beş harfli bir kelime ama üst tarafı öyle değil.
Sevgi için yaşayanlar gördüm, sevgi için ölenler gördüm.
Bende sevdim, bende aşık oldum şu anda olduğum gibi.
Şiirler yazdım, kırçiçekleri aldım, gökte bir yıldız, kasette bir şarkı seçtim, bütünümü sunmaya çalıştım en sevecen halimle, nasıl daha da çok mutlu olabileceğimizi düşündüm, sadece bugünümle yaşarken geleceğe bakmanın, bir süre için bile olsa gerekli olduğunu öğrendim.
Evet çocuğum anneni sevdim, annenle birlikte yaşadım bu duyguları ve yaşamaya devam ediyoruz.
Daha başlangıçtayız.
Tek başına, sadece bugününü yaşayarak nefes almaya karar vererek uygulayan bir insanın tabi ki gelecekli ve ikili yaşama ayak uydurması kolay olmadı.
Gökyüzüne bakarken, aniden bir yıldızın kaydırağa binerek yol almasına dilek tutmaya benzemiyor yaşamak.
Sevmekle, şiirler yazmakla, mis kokulu kırçiçekleri almakla, tatlı surprizler yaşatmakla, iyi insan olmakla, sevdiğini mutlu etmekle olmuyor bu hayat, yetmiyor.
Önce toplumu tatmin etmek gerekiyor, çekirdek aileyi tatmin etmek gerekiyor.
Evet, sevmekle başlıyor herşey ama o kadarla kalmıyor.
Ama onun gözlerini görmedin daha, hissetmedin sevgisinin sıcaklığını, dalmadın onun düşler alemine, dört mevsim ilkbahar yüzünü görmedin, güz yaprakları dökülen yaşlarına değmedi ellerin, kırçiçeklerini kıskandıran güzelim kokusunu duymadın, ne pofuduk ellerini tuttun ne de dudaklarının tadına baktın ve değişmeye çalışıyorum.
Özüme sahip çıkarak, birazcık toplumun gözünü boyamaya uğraşıyorum.
Tabi ki kolay olmuyor, kendi inandığın rotada yol alırken tornistan yapmaya benziyor.
Kalabalıklarda yaşamaya alıştıktan sonra tek başına, ikili bir yaşama geçmek zor.
Aklına estiğinde istediğin deniz kenarındaki şehire zıplarken, denizsiz şehirde yaşamaya başlamakta zor.
Bağımsızlık kanı damarlarında dolaşırken, aşk serumu takılı yaşamak.
Ama sevginin tadını aldıktan sonra, bir insanla bütünleşeceğini görüp yaşadıktan sonra ikilem yaban kelime.
Ikisinin birarada olmayacağını bilmek tabi ki teslimiyeti kolaylaştırıyor.
Seni seviyorum.
Sen benim bağımsızlık damarlarımda dolaşan kanımsın, sen benim kalabalığımsın, denizi olmayan şehirde kıyımsın, uzun yılların üzerine yakaladığım mutluluğum ve bütünlüğümsün.
O neden ve nedenlerle seninle birlikte yaşamaya devam etmeye karar veriyorum.
Bu günümde ve seninle.
Yürürken büyük adamla birlikte doğanın sahnesinde, tek bir insanın ayak izleri ile açılmış yolda, görüntünün ve seslerin dışındaki bütün beynimizi her dakika daha geride bırakarak ilerliyorduk.
Ağaçların güzelim yaprakları arasından süzülerek geçen güneş ışınlarının oyunlarını kuşların orman konserinin eşliğinde izleyip ayakta alkışladıktan sonra az ilerideki kayalıklara gözlerim yakalandı.
Kayaların arasından düş gibi kırmızı bir çiçek açmış bütün hayata rağmen, karanlık geceye açan dolunay gibi.
Çiçek mi kayalara güzellike katıyor yoksa kayalar mı çiçeği anlamlaştırıyor belli değil.
Zaten her güzellikte bir anlam bulmaya kalkmasak olmaz, güzelliği yaşamak varken.
Büyük adamda ilk defa geçiyor gibi gülen ve sevecen gözlerle doğanın hediyelerini izliyor.
Ve diyorum ama vazgeçiyorum.
Bir ara duraklıyoruz, elimizle topladığımız böğürtlenlerle gözlerimiz ve kulaklarımızdan sonra tadımızıda unutulmaz bir ziyafet çekiyoruz.
Gördüklerimi ve hissettiklerimi aynen sizlere yaşatmak istiyorum ama olmuyor.
Hayatı, insanın kendinin yaşaması ve görmesi gerekiyor, aynı bu imkansız doğa gibi.
Doğa ve güzellikler çok uzakta değil, nerede ve ne durumda olursanız olun.
Insanın ruhunu dinlendiren bir çok seslilik duymaya başlıyorum.
Birkaç dakika sonra iki kardeş şelale ile karşılaşıyorum.
Aralarında fazla mesafe olmamasına rağmen ayrı kaynaklardan geldiğini öğreniyorum.
Aralarından yemyeşil sarmaşıklar su gibi aşağıya dökülüyor.
Iki şelalenin kucağında, mavi masanın üzerine yatırılmış iki sandalyenin olduğu adacık heyecanla bizi bekliyor.
Bulunduğumuz topraktan adacığa ulaşan iki ince yol var.
Topraktan iki kola ayrılan ince yollar, dışa doğru yuvarlak yaparak ilerliyor ve adacığa iki noktadan değerek suya doğru kıvrılıp biraz ileride kavuşuyor.
Ben soldaki yoldan, büyük adam sağdaki yoldan yürümeye başlıyoruz.
Duygulu at adımalarını bu ince yolda, bir kalp kadar duyarlıdır.
Suların ve görüntünün verdiği serinlik ve sıcaklığın temasıyla adacığa çıkıyoruz.
Oturmamı isteyen bir bakışla bana baktıktan sonra sandalyelerden birine oturmuş buluyorum kendimi.
Aniden bu günün otuz nisan olduğunu farkediyorum ve bütün otuz nisanların bu ortam kadar duygulu ve güzel olmasını diliyorum.
Büyük adamın suyun içinden testileri çıkardığını görüyorum.
Yardım edeyim mi ?
Gerek yok hallederim.
Bütün şatolar böyle güzel doğanın içindemi hayatını yaşıyor ?
Tabi, hayatı tek başına yaşamayı seçmiş olanlar güzelliklerden kaçmaz, aksine güzelliklerin peşindedir.
Yaşam alanlarınız gerçekten mutluluk ve huzur verici ama yine de tek başına olmak imkansız geliyor.
Kadehlerimizi masanın üzerine koyup doldurursan renkli sıvılarımızı hafiften içmeye başlarız.
Masamızı mezelerimiz ve renkli sıvılarımızla donattıktan sonra kadehlerimizi tokuşturduk, değiştirdik, birer yudum aldık, tekrar değiştirdik.
Öyle bir dünya hayal ettik ki, kılıç ustalarının ürünlerinin sadece duvar süsü olarak kullanıldığı, tarlalarda, ormanlarda ya da şatolarda çalışanların insan olarak değer gördüğü, değerli taşlar ya da üzerine bir şeyler karalı kağıtların uğruna her şeyin göze alınmadığı, bir çocuğu dünyaya getirip getirmemeyi düşünmediğimiz bir dünya hayal ettik durduk.
Dolaştık arnavut kaldırımlı sokaklarda düşüncelerimizi paylaşmak için, yetmedi şehirleri dolaştık.
Dedik ki onlar nasıl çoğalıyorsa biz de biraraya gelebiliriz.
Kiminle konuşsak bizim gibi düşünüyordu ama insanlar düşündükleri gibi yaşamamaya alışmışlardı.
Hayatlarını, yaşadıklarım ve düşündüklerim diye ikiye ayırmışlırdı.
Yorulduk, düzene uyamadığımız için sevdiklerimizi kaybettik.
Sevdiklerimizi kadınlardan seçiyorduk ve kadınlar, önlerinde bizden çok engel olduğu için düzene pek karşı çıkacak alanları olmuyordu.
Karşı çıkan kadınlarda erkekleri yeterli bulmuyordu.
Yoksa bende en azından sevdiğim bir kadınla paylaşmak isterdim şatomu ama olmadı.
Bende sevdiğim insanı arkamda bırakarak yola çıkmak zorunda kaldım.
Hala onun boşluğunu oynuyor yüreğim kapalı gişe.
Sana sormayı düşünüyordum, geride bıraktığın insan ya da insanlar için hiç pişmanlık duydun mu diye.
Her gece onu rüyamda görüyorsam otuz senedir, şu mavi masanın yanına iki sandalye koyuyorsam, salondaki masanın, girişteki tablonun karşısında iki sandalye varsa, iki kişilik yatağımda yastığa onu düşleyerek sarılmadan uyuyamıyorsam, gökyüzündeki yıldızımıza bakarak sevgiler yolluyorsam her gece, bu güzel ve temiz doğanın içinde yaşamama rağmen olduğumdan daha yaşlı gözüküyorsam, her gün belirsiz zamanlarda burçlara çıkıp acaba gelir mi diye bakıyorsam, senin bile ondan bir haber getirmiş olabileceğini düşündüm dersem sorunu cevaplamış olur muyum ?
Uzun bir süre konuşamadım.
Koşarak geriye dönüp ona sarılmayı düşündüm.
Bizim de yıldızımız vardı, hiçbir zaman tek başımıza bakmayacağımızı hayal ederdik elele yıldızımıza bakarken ve otuz sene tek başıma yıldızımıza bakacağımı düşünmek, yüreğimin kuruması demek.
Bir şiir yazdım sana sevgilim.
Belki her zamanki gibi değil.
Sana olan sevgimi dile dökmeye çalışan birkaç dize duygularla içiçe.
Içinde yine kırçiçekleri var taze kokularıyla, belirlilikler var hayatıma dair, masmavi bir masa ve bizim için iki sandalye var yanında, yakamoz gözlerin dolunaylı gecede yıldızımızı aydınlatıyor, kuşlar şarkılarını mırıldanıyor sevgi dallarında, arnavut kaldırımlı yollar ıslanıyor yağmur damlalarının okşayışıyla, çocuklar hayallerini yakalıyor bizimle elele.
Uçurtmalar yağmur olup yağıyor sevgi dolu küçük ellerine, süzülüyorlar birlikte sevgi ülkesine.
Hep arayacakmıyız sevgi ülkesini, hayal etmek zorunda mı kalacağız bugünkü gibi, sevgi üstüne yeni dinler kurulacak onlar mı getirecek sevgi uzayını yeni kitap ve kurallarıyla, yoksa sevmeklemi başlayacak herşey bunca ilgisizliğe rağmen.
Büyük adam dedi ki,
Ama çocuğum seninde gözlerinden belli ki o da sarmalamış seni, çocuğum inan gözlerindeki ışıktan belli bu karanlıkta bile parlayan ve tek yapacağınız sevmek birbirinizi, tüm insanları.
Inanın yüzyıllar sonra bile sevgiyi göremeyecek aciz insanlar olacak.
Onlar sizi ilgilendirmesin, elbet bir gün tek çarenin sevgiden geçtiğini her canlı anlayacaktır ve siz yüzyıllardır sevgi ile yaşadığınız için sizin yerinizde olmayı hayal edecekler.
Yani,
Kırçiçekleri hep duvarların içinden fışkırmak zorunda kalmayacaklar mı ?
15.09.1994
4 Eylül 1994 Pazar
yağmurlu bir gün
ksb
Yağmurlu bir gün ya da dolu olan bir ay, kırmızı bir gün batımı ya da romantik bir şehir, eski sevgilisiz bir sevgili olmasına gerek olmaz mutlu bir aşk yaşayabilmek için. Karşılıksız sevgi, kendinden bir parça hissi, yapmayı bile düşünmediğin paylaşımları sevgiyle yapma güzelliği, mutluluğu birlikte yaratma, onun kokusuna tutkun olma, çalkantılarına denge sunma, insafsız mesafeleri sıfırlama, birbirine zaman tanıma, en güzel kırçiçeklerini yüreğinden dokundurmak bile yeterlidir.
Bir zamanlar tüm kalbinle hissettiğin ve sevgiyle doldurduğun sayfaları okudum birkaç dakika önce. Okuduğumu duyunca belki tedirgin oldun. Ortadan kaldırmadığın için belki kendine kızdın canım sevgilim. Neler hissettiğimi yazmak için oturdum bilgileri sayan aletin başına ve yazmaya başladığımda şifreli telefon çaldı ama telefondan duyulan sesi tanıyamadığım için konuşmadım. Evet canım, o içten sayfalarını okudum. Seni anlamayanlara ve seni üzenlere çok kızdım. Gerçi benim açımdan bir şans oldu ama yine de o acıları yaşamana çok üzüldüm. Düşündüğün gibi sana kızmadım, tam tersine seni daha çok sevmek, daha çok anlamak istedim. Tüm karşılığını göremediğin günlerin, anlaşılamadığın, sevilmediğin, uykusuz kaldığın gecelerin, yakamoz gözlerinden dökülen yaşların- gerçekleriyle buluşamayan hayallerin için seni daha çok seveceğim. Artık daha dikkatli olacağım ve dünde kalmış olan karşılığını bulamayan sevginin boşluğunu sevecenlikle dolduracağım. Geleceğimizde yaşayacağımız mutlu günleride sevgimle yoğurup sana sunacağım.
Seni seviyorum.
1994
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)