24 Şubat 2014 Pazartesi

Sokak karanlıktı. Adımları daha da karanlık…



 















Sokak karanlıktı.
Adımları daha da karanlık…



Hayatın içinde yürek yuvarlıyordu. O bedenden diğerine çarpa dokuna ilerliyordu. Kendini paslı bir köşede bırakıp üzerini rüzgarla örtmüştü. Terk etmeyi bile terk etmişti. Biriktirdiklerinin altında kalarak o şehirden diğer insana koşuyordu. Oda koleksiyonu yapıyordu. Genelde gözü yaşlı teni kuru odaları topluyordu. Bıkmazdı, nedense hiç bıkmazdı…



Hayat karanlıktı.
Derinleri daha da karanlık…



İnsan sevdiğini neden üzer ?
Sevmediğinden mi ?
Sevmiyorsa seviyorum der mi ?
Sevmeyi unuttuğundan mı ?
İki kişi olmayı unuttuğundan mı ?
Tek kişilik hayatına iki kişiyi sığdıramadığından mı ?
Bu kadar yalnız insan varken sevecek insan bulmanın
sarhoşluğundan mı ?
Kaybetme korkusundan mı ?
Mutsuzluğa ve yalnızlığa alıştığı için mutlu olma korkusundan mı ?
Kendinden daha güvenilir olduğunu bildiği halde kıskandığından mı ?
Kendinden önce ki hayatından mı ?
Geleceği düşünmekten mi ?
Özgürlüğünü kaybetmekten mi ?
Böyle iyiydim şimdi bir çok yapmam gereken var dan mı ?
Daha önceki ilişkilerinden mi ?
Nasıl olsa bu da bitmeyecekten mi ?
Öküz gibi içmekten mi ?
Daha iyisini bulurmuyum acabasından mı ?
Hayatındakilere nasıl kabul ettireceğini düşünmekten mi ?
Erkek olduğu için mi ?
Kadın olduğu için mi ?
Salak olduğundan mı ?




Dünya karanlıktı.
Biriktirdikleri daha da karanlık…



Bıkmazdı, nedense hiç bıkmazdı. Dinlemekten, anlamaktan, anlatmaktan, dokunmaktan, paylaşmaktan, göz yaşı biriktirmekten, sevişmekten, anlaşılmamaktan, kucaklamaktan, insandan, dibine kadar gitmekten bıkmazdı, nedense hiç bıkmazdı. Herhalde kendini kahraman zannediyordu, yüreğinden başka köstümü olmayan…



Girmediği kapı kalmamıştı. İçmediği su da kalmamıştı ama kuruydu. Bodrum yankıları bakışıyla dolaşırdı. Su üzerinde gözükürdü ama dibinin nerede olduğunu kimse bilmezdi. Attığı kelime ürküttüğü insanlara değer miydi bilmezdi. Öylece dururdu. Bir fiske atsan yıkılacak, hiç bir fırtına da yerinden kıpırdamayacak kadar dururdu. Karanlıkların ortasında inatçı bir mum yumuşaklığındaydı. Girmemesi gereken sokaklara girmesiyle meşhurdu. Hep paylaşırdı ama yalnız olduğunu da bilirdi. Bıkmazdı. Dokunmaktan bıkmazdı…



Karanlık karanlIktı.
Aydınlık utangaç…



Utanıyorum ya hayat dedi uçsuz bucaksız uçurumun an yakınlığında. Sadece güzellikleri yaşatamadığım için utanıyorum. Göz yaşları uçurumun derinliğini ölçüyordu. Onu üzdüğü için utanıyordu. İnsan sevdiğini üzer mi dedi uçurumun sesine, cevap gelmedi. Rüzgar geldi, omuzuna kondu. Gerçekten seviyor musun dedi. Rüzgara bu soruyu sordurdu diye daha da utandı. Gerçekten seviyordu. Rüzgara, bir annenin bebeğine yaklaştığı hassaslıkla sevdiğine yaklaşılmalı dedi. Daha dikkatli, daha anlayışlı, daha yapıcı olmalı insan sevdiğine diyerek devam etti. Rüzgar gitmişti ama onun için fark etmedi. Konuşmaya devam etti. İnsan sevdiğine kırılsa bile onu kırmamasını bilmeli, eksik bırakmamalı, yürek üstünde taşımalı, pamuklara sarmalı cümleleri döküldü uçurumun davetine... Yanında yokken yüreği çıkarcasına özlerken yanındayken hakkını veriyor musun dedi uçurum. Bir kere daha utandı. Artık uçuruma kendini bırakamazdı…



Etrafın her tarafı karanlıktı.
Aşk, aydınlıktı…



Aşık olun diye bağırırdı ve bağırmaktan hiç bıkmazdı. Ekmek yemeyin, su içmeyin, aşık olun derdi kendi yalnızlığının ayak ucundan…
Aşk ı terk etmişti ama herkesin yaşamasını isterdi. Aşık olmadan hayata geliş sebebinin anlaşılamayacağına inanırdı ama kendisi terk etmişti. Bıkmazdı. Aşk ı anlatmaktan bıkmazdı. Kendini karanlık bir köşede bırakmıştı ve üzerini rüzgarla örtmüştü.



Ben onun gibi yaşamadım ama onu dinledim.
Aşık oldum.
Yüreğimle yaşamanın mutluluğuna kuruldum.
Ben de sevdiğimi kırdım, nasıl bunu yaparsın diye yüreğimi alıp eşşşek sudan gelinceye kadar dövdüm.
Ben de utandım ama sevmekten gerçekten sevmekten vazgeçmedim.
Onun kıyısına yerleştim. Ondan hayat yapıp ömürlere yaydım.
Artık o benim hayatım, benim nefesim, benim aşkım, benim sonsuzluğum…



Siz de aşık olun.



24.02.2014

8 Şubat 2014 Cumartesi

Sonbaharın bütün renklerinin yağdığı gölün ortasındaki sandalın küreklerini hayata çekmek gibi seninle yaşamak…

















Sonbaharın bütün renklerinin yağdığı gölün ortasındaki sandalın küreklerini hayata çekmek gibi seninle yaşamak…


Gitmiştim.


Yüreksizler yurdunun ilk ve tek müebbetiydim. Herkes yüreği olduğuna inanıyordu. Sevgilisini, karısını, kocasını, çocuğunu aldatırken yüreği olduğuna inanıyordu. Hayat hızlıydı. En güçlü yakıtı paraydı. Herke yüz kilometreye birkaç saniye de ulaşıyordu ve hayatı görmüyordu. Görenler hiçliğin müebbetiydi. Mahallenin delisi, sokakların şarapçısı, toplumun aşkıydı. Herkes seviyordu, herkes seviliyordu, herkes evliydi, herkes çocukluydu. Tek başına olamadan aile olunuyordu.


Gitmiştim.


Yüreksizler yurdunun yalnız duvarında kendimi çitliyordum. Toprağın üzerinde hayatım birikiyordu ve hiçbir yağmurla meyve vermiyordu. Terk-i güneş etmiştim. Karanlık koşuların ipini yürekliyemiyordum. Hiçtim, içtim, dış oldum. Her gün katlanma katsayımı artırdım, daha çok içtim. Her kadehte yalnızlığımı büyüttüm, kalabalığı küçülttüm.



Gitmiştim.


Yüreksizler yurdunun hiç kişilik ranzasında uçurumların kırmızı çilek yokluğuna uzanıyordum. Dokunuşlarımı idam etmiştim. Bakışlarıma kör tapa takmıştım. Tutuşlarımı zincirlemiştim. Tenimi intiharlamıştım. Yüreğime beton döküp bilinmeyen derinlere fırlatmıştım. Hiçtim, hayatın ortasında yapayalnız hiçtim. Ziyaretçilerim oluyordu. Alınacak bir şey kaldı mı diye bakıyorlardı. Görmüyorlardı, beni görmüyorlardı. Hala bir şeyler çıkıyordu. Yoktum ama hala bir şeyler çıkıyordu, alınıyordu.


Gitmiştim.


Bir bayram sabahı, imkansız bir rüzgar bakışlarını bakışlarıma armağanladı. Dünyanın yuvarlağı aralandı, ardına kavuştu. Dokunmadan anladım seni. Yürüdük. İçimizde ki gizli kelimelerimize yürüdük. En gizlilerini farkında olmadan gün ışığıma bıraktın. Senin de benim gibi aysberg olduğunu gördüm, en dibine dalmak istedim. Bir güne doğumdan ölümü sığdırdık. Yeniden doğduk. Gitmiştim. Biliyordum sen olmak isteyeceğimi, biz olmak isteyeceğimi, bir olmak isteyeceğimi. Gitmiştim. Son defa daha dedim yurdumun ranzasında tavanın alçaklığına bakarak son defa… Yapamadım, gitmiştim, aramadım.


Gitmiştim.


Bir gece yeniden gözlerimize dokunduk. Kelimelerimizi denizin yakamozlarına bıraktık. Yürüdük. Dudaklarımıza kadar yürüdük. İlk öpücüğüm oldun. Gitmiştim. Beni kendine doğurdun. Hiçliğimi hayatladın. Dokunuşlarımı, bakışlarımı, tutuşlarımı, tenimi, yüreğimi nefesledin, senledin. Alevlerin ortasının ortasında bağdaş kurmuş oturuyordum. Beni bir nefesinle içine derinledin. Terk-i güneşime anlamını doğurdun. İdam sehpasına sallanan yüreğimi kucakladın, hayatladın.


Ben artık senim, kendim değilim.


Biliyorum hayatsın ve hayatımsın. Ama ben yüreğini asmış bir yaşlıydım, gitmiştim. Beni bize doğurdun. Tenimi tazeledin. Bakışlarımı çocuklaştırdın. Yüreğimi bebekledin. Birlikte büyüdük, bize büyüdük. Sana ne yapsam, yaratsam az, seni ne kadar sevsem az, sana ne kadar yaşasam az. Hayatımsın ve kenarında ömürler boyu yaşarım. Sana hayat borçluyum. Sevemeyene kadar, sonun bile bilmediği ötesine kadar senim, biziz, biriz.


Bütünümsün.



08.02.2014