31 Aralık 2014 Çarşamba

Aslında hayat bir sigara içimi…

 















ksb


Aslında hayat bir sigara içimi…




Sen daha hayata merhaba dememişken, baban ameliyathanenin önünde bir o yanı bir bu yanı ezberlerken ardından sigara dumanı kovalar. Dünyanın en değerlisi hayata ilk ıngasını bırakır. Bir doğuma bir sigara içimi…




En kırmızı gecenin mum kokuları altında vücutlar birbirine bilinmeyen karanlığın içinde havayi fişek patlamaları yaşatıp, bulutları tenlerinde sektirip, nefeslerini sonsuza çarptıra çarptıra yanyana devrildiklerinde üzerlerini sigara dumanı sarar. Bir şehvete bir sigara içimi…




Denizin kucağına oturtmuşken masayı, sol köşesine yakıştırmışken dolunayı, çırılçıplak ayaklarını bırakmışken dalgaya, içine yakamozlar dolmuş kadehi bir dost kadehe bir masaya vurmuşken hayatı, bir sigara yakarsın dost dumanlara karıştırırsın. Bir dostluğa bir sigara içimi…




Bütün biriktirdiklerinin dibi delik hayattan akıp gittiğini gördüğün 50 yaşında, arkana dönüp baktığın karanlıkta kaybolduğunda, düştüğün arafın sessiz duvarlarına çarptığında, kendine kalan son nefesi yüreğine alıp terk ettiğinde, kimsesiz kayanın üzerine oturup bir sigara yangını çıkarırsın. Bir terk edişe bir sigara içimi…




Aslında hayat bir sigara içimi…




Herşeyin sonsuzluğuna inanırız. Aşkımızı sonsuza yakıştırır, hiç bitmeyeceğini düşünür, nasılsa hep yanımızda elde var bir diyerek gereksizlerin peşinden koşarız ki o nasılsa bekler. Onun varlığını bilerek, onun dönüşte bekleyeceğini bilerek, onsuz gittiğimiz yerlerin keyiflerini keşfetmeye koşarız ki zamanımız sonsuzdur. O nasılsa evde, ben biraz daha geceyi kendime alayım, birkaç saatten ne olur biz sonsuzuz diyerek kendimizi ondan uzağa yakıştırıp bu hayatta ben de varım diyerek onsuz gecelere akarız. Onun bir dakikasının güzelliğini fark etmeyip tanımadıklarımızın saatlerine koşarız, sosyaliz. Aşkımızı sonsuza yakıştırıp bir gece eve döndüğümüzde yalnız odaları rehber eşliğinde gezdiğimizde, onsuzluğun kokusunu içimize çekip boğulduğumuzda, bir de bakarız ki sonsuz değilmiş, aşkında bir ömrü varmış. Şimdi yanımda olsaydı, ona sarılsaydım, ben ne yaptım diyerek acı bir sigara içeriz, dumanını içimizden çıkaramayız. Bir aşka bir sigara içimi…




Dünyanın en değerlisini ona değil kendimize bile sormadan hayata ekleriz. Artık sonsuz mutluluğumuz o dur. İlk doğum gününe toplantıdan çıkamadığımız için geç kalırız. İlk kelimesini yapmamız gerekenler yüzünden türki cumhuriyetlere duyururuz. Ona gelecek sunmak için koştururken dokunmadan yanından geçeriz, senin için senin için diye bağırarak. En son model telefonu alıp en derin sorununa mesaj atarız. Ne yaptığını bilecek zamanımız olmaz, ne sevdiğini bilmeyiz. Kafamızda bir toplum rekabeti vardır ve o ne yapmayı gerektiyorsa yaparak, yaptırarak mutlu ettiğimizi düşünürüz. O bizim sonsuz mutluluğumuzdur ve onu bile mutlu edemeyip, sana her şeyi aldım, seni görecek sana dokunacak zamanım olmasa bile senin için yaşadım diyerek bir de kızarız. Sonra bir bakariz ki tanımadığımız, sonsuz zannettiğimiz biri hayatımızdan bir şekilde çıkmış, gitmiş. İki elimiz başımızdayken kayıp yıllara bir sigara yakarız. Bir evlada bir sigara içimi…




Her derdimizde ona koşarız. Göz yaşlarımızı içine akıtırız. O bizim sonsuz sorun çözücü dostumuzdur. Her kötü günümüzde yanımızda olduğu için iyi günümüze yakıştıramayıp, kötü olabileceğini yüreğimize anlatamayız. Bir şeye ihtiyacı olduğunda karşımızda sessiz durduğunda duymayız. Çünkü kulağımız yüreğimiz bağıranları duymaya ayarlıdır. Bir gün yine dertleniriz ve sonsuz dert ortağımızı araf da görürüz ve de kızarız, ne işin var orda sana ihtiyacım var deriz ama sesimizi duyuramayız. Kaybedişimize bir sigara yakarız, yüreğimizi ısıtırız. Bir kaybedişe bir sigara içimi…




Aslında hayat bir sigara içimi,
Yeni yılda, hayatta, keyif sigarası tadında yaşayın.


31.12.2014

10 Aralık 2014 Çarşamba

Uzağız.















ksb

Uzağız.
Bir merhaba nasılsın diyemeyecek kadar uzağız. Kim için yaptığımızı bilmediğimiz yapmamız gerekenler yüzünden sevdiklerimizin yüzünü göremeyecek kadar uzağız. Yapmamız gerekenler görmemizi, dokunmamızı, anlamamızı, hissetmemizi, düşünmemizi engelliyor. Herkesin bize her şeyi yapmasını istiyoruz, biz sadece kendimizi değerli zannediyoruz ve içimizden geçeni bile görmüyoruz. Kendimizi bilmediğimizden empatiden de bi haberiz. Bizim her yaptığımız doğru, başkaları her zaman yanlış. Başkalarının karşılık beklediği için iyilik yaptığına inandığımızdan iyilik bile yapmıyoruz. Uzağız, en az kendimiz kadar sevdiklerimize de uzağız.




Binmişiz bir sahip olma hırsına, sevdiklerimizi bombalayarak hedeflerimize uçuyoruz. İnsanlığımızı kaybediyoruz, insanlara kızıyoruz. Bir merhaba, nasılsın diyecek yüreğimiz kalmıyor. Sabahın köründe x yere düşüp, bütün tanımadıklarımıza iki nokta üstüsteli parantezli günaydınlar dağıtıp, dumanı tüten kahve emojileri gönderip, ne yapsa ne koysa beğenip, sevdiğimize günaydın demeden, karşılıklı bir kahve içmeden, yüzüne gülmeden evden çıkıyoruz. Hiç bir yaptığını beğenmiyoruz. Sanalda yaşamaktan gerçeği unutuyoruz. Bize armağan olarak gelen dumanı tüten kahve emojisini görünce kahve içtik zannediyoruz. Sonra, binlerce insana günaydın dağıtan asansöre binince yere düşürdüğünü arıyor. Sanala o kadar alışmışız ki gerçek insandan korkuyoruz, utanıyoruz. Bir merhaba, nasılsın bile diyemiyoruz. İnsanlığımızı kaybediyoruz.





Uzağız. En az kendimiz kadar sevdiklerimize uzağız. Hırslıyız. Her şeye sahip olmak istiyoruz. İnsanların bizi sevmesinden değil de beni bu kadar kişi takip ediyordan mutlu oluyoruz. Hepimiz trendtopiğiz. Bugün kime dokundun ? Her şeyi istiyoruz. Bugüne kadar elde ettiklerin seni mutlu etti de onun için mi daha fazlasını istiyorsun ? Ne istediğimizi bilmiyoruz, popüler olan her şeyi istiyoruz. Sevdiklerimizle değil de ünlülerin yanına sığışıp onlarla fotoğraf çektirmeyi seviyoruz. İstiyoruz, her şeyi istiyoruz. Sevdiğinin elini tutmak yetmiyor, şu yerde tutunca ve paylaşınca değerli oluyor. Kendimiz için, sevdiklerimiz için değil de başkaları için yaşıyoruz. Başkalarının karşılık beklediği için iyilik yaptığına inandığımızdan iyilik bile yapmıyoruz. Bir merhaba, nasılsın diyemeyecek kadar yüreklerimizi kaybediyoruz.




Eninde sonunda dört kişiye ihtiyacımız var. Hayatımızın sonuna dört kol kalacak mı ?




Uzağız. Çocuklarımıza uzağız. Sen bir yere varamayan toplantılarda ve hep işten çıkış saatinden sonraya denk gelen toplantılarda hayat geçirirken, cama yapışmış çocuğun her otoparka araba girişinde havaya zıplıyor, oturuyor, zıplıyor, oturuyor, sonunda cama yapışık uyuyup kalıyor. Uzağız. Sevdiklerimize uzağız. Sevdiceğin erkenden kalkıp, seni uyandırmadan fırına gidip yeni doğmuş ekmeği alıp, yüreğinden hazırladığı kahvaltığı tepsiye sığdırıp yatağa getirdiğinde, günaydından önce niye çiçek yok sesini duyuracak kadar uzağız. Uzağız. Yakınlarımıza uzağız. Yakınımız hastanedeyken, ziyaretine gitmeyecek kadar, bir telefon edemeyecek kadar ve whatsapp dan iki kere nasılsın yazdım diye kendimizi rahatlatacak kadar uzağız. Bir merhaba, nasılsın diyecek halimiz kalmamış.




Bugün kime dokundun ?



Bazen bir merhaba iyi gelir, nasılsın ondan da iyi gelir. Sabah uyandığında aklında ve yanında sevdiğin olması güne gülerek başlatır, birlikte içtiğin günün ilk kahvesi sana akşama kadar kokusunu armağan eder, iyi gelir. Hayat kolaydır. Bir de sevdiğin varsa çok keyiflidir. Ona dokununca yaşadığını hissedersin. Sana bakınca kendinin dünya güzeli olduğuna inanırsın. Onun elini tutunca hayatın anlamını keşfedersin. Ama uzağız. Sevgililiği bile yürekten değil adetten yaşıyoruz. Ben bugün sana kaç mesaj yazdım diyoruz ama o mesajları bile yüreğimizden geldiği için değil adetten yazıyoruz ya da sevdiğin sana şu cümleyi kurunca, işe gidince hayata sadece o kadar kalıyorsun, yanıma gelince bile iş arkadaşlarınla telefonla iş konuşuyorsun cümlesini duyunca, ben sana bugün kaç mesaj attım diyebilmek için yazıyoruz. Adetten ilişkiler yaşıyoruz. Uzağız.





Madem sadece iş hayatında X mevkiye gelince, X arabayı kullanınca, X eve sahip olunca mutlu olacağımıza inandığımız için hırslıyız, sadece onu düşünüyoruz o zaman niye yanımıza sevgili, aile gibi takıları takmak zorunda hissediyoruz ? Tek başımıza yaşayalım, bizi mutlu edeceğine inandığımız toplum gücüne ulaşıp güzel harika yaşayalım. Popüler mekanlarda, şehirlerde gezelim. Akşam bizim gibi yaşayanla sevişelim, hangimiz sabah daha erken kaçacak iddasına girip bir de üstüne para kazanalım. Sevgiye değer verenlerin ağzına sıçmayalım. Çocukları cama yapıştırmayalım, sevdiklerimizi iki kişilik dokunuşlarda tek başına yaşatmayalım…






Bir merhaba, nasılsın diyemeyecek kadar yüreklerimizi kaybediyoruz.


Eninde sonunda dört kişiye ihtiyacımız var. 
Hayatımızın sonuna dört kol kalacak mı ?


10.12.2014

5 Aralık 2014 Cuma

Arsız çocuklar gibiyiz...













ksb



Arsız çocuklar gibiyiz. Ne görsek sahip olmak istiyoruz. Elde edemeyince de hayatta tepiniyoruz. Her şeyi istiyoruz, hiç bir şeyin hakkını veremiyoruz. Istihap haddimizi aşıyoruz. Tıka basa biriktiriyoruz, kusmuyoruz. Patlayamayan volkanlar gibi yaşıyoruz. En güzel arabayı alsak gözümüz yanımızdan geçen araba da, en güzel kadınla erkekle birlikte olsak aklımız ya daha iyisi varsa da, en güzel deniz kıyısında otursak ufkumuz okyanuslarda… Yaşadığımız hiç bir mutluluğu hissetmiyoruz. Başkaların kini, popüler olanı yaşamak istiyoruz. Bir bankta sevgiline sarılmış otururken, ona dokunduğun için sadece dokunduğun için yüreğin tam tam çalarken, dudağını dudağına armağan ettiğinde bank bulutlara doğru yol alırken, martılar bile size olan hayranlığından sağanak simit yağışıyla bile ilgilenmezken, aklın x mekanda otursaydık yer bildirimi yapardık da kalıyorsa martıları kandırıyoruz, duygularına yazık ediyoruz. Kadıköy balık pazarında oturmuş biranın yudumlarken, rokaların, yeşilliklerin ıslaklığında, çinokupu 10 lira yaptık abla seslerinde, renkmutlu tezgahların yansıma oyunlarında, gelip geçen insanların hayat adımlarında, ellerindeki poşetlerdeki akşam yemeği mutluluklarında keyif bulamıyorsan ve yüzündeki çizgileri sırtındaki küfede taşıyacağı yükten daha ağır olan adamın, kadınların yanına yaklaşıp, taşıyayım mı abla dediğini fark edip ve hala küfesinin boş olduğunu, cebine alacağı bozuklukları alamadığını görüp biramı niye burada yudumluyorum diyorsan, şimdi boğazda x yerde olmak vardı anasını satayım diye hayıflanıyorsan, ne içsen mutlu olamazsın, hayatın hiç bir adımının sesini duyamazsın, kaçırırsın, başkalarına kızarsın. Allahın japonu gelir, yüzündeki senin unuttuğun mutluluk ifadesiyle balık pazarının sesini kaydeder, rokanın yeşilini ezberler, her gördüğü kareyi hayatına keyifle eklerken, Kadıköy de doğanlar internetten alış veriş yapar…




Arsız çocuklar gibiyiz. Ne görsek sahip olmak istiyoruz. Elde edemeyince de hayatta tepiniyoruz. Her şeyi istiyoruz, hiç bir şeyin hakkını veremiyoruz. Istihap haddimizi aşıyoruz. Tıka basa biriktiriyoruz, kusmuyoruz. Mide bulantısı hapları alıyoruz. Dünyanın en güzel şehrinde yaşayıp sadece köprü trafiğini biliyoruz. Oysa her sabah, peşimizde martılar, beyaz köpüklerin kucağında, Haydarpaşa nın günaydınında, Kız Kulesinde yaşanan aşkın yürekbaşında, Topkapı sarayına sarılan Ayasofya nın gölgesinde, Hazerfan Çelebi nin kanatlarının altında, bir demli çay içimi zamanında bir kıtadan diğerine seyrediyoruz. Aklımızda sadece sahile demirlemiş demir yığınına binip buralardan gitmek kalıyor. Yaşadığın yerin, insanın hakkını verdin mi de gitmek istiyorsun ? İçinden geçtiğimiz güzellikleri görmeyip, dergilerde gördüğümüz başkalarının güzelliklerine gidemiyoruz diye üzülüyoruz. Her şeyi istiyoruz, ne istediğimizi bilmiyoruz. Neye sahip olsak yetmiyor, hep daha iyisi daha güzeli var. Kim kadar olduğumuzu bilmiyoruz, başkalarının mutluluğunu yaşayamıyoruz diye mutsuz oluyoruz. Bir bebeğin imkansız kokusunu bile unuttuk. Daha doğmadan, komşunun çocuğunun okuduğu okuldan daha iyisine göndermeyi planlayıp, bebeklerin bile kokusunu duymuyoruz. Herkesle rekabet halindeyiz. Aldığı maaştan, yanındaki adamdan kadından, evindeki eşyalardan, bindiği arabaya kadar her şeyiyle rekabet etmekten yanımızdaki sevdiklerimizi unutuyoruz. Seni seviyorum bile diyemiyoruz, emoji gönderiyoruz. Erguvanlar boğazı ne zaman boyar ? Her şeyi istiyoruz, elimizde ne var bilmiyoruz. Yaşadığımız hiç bir mutluluğu hissetmiyoruz. Gözümüz, gönlümüz hep başkalarında. Oysa görmeyi bilsek, dünyanın en yakışıklı, en güzel insanıyla birlikteyiz. Hissetmeyi bilsek, dünyanın en sıcak elini tutuyoruz. Anlamayı bilsek, dünyanın en değerli çocuğuna ebeveyniz. Bilmiyoruz. Gerçekten hiç bir bok bilmiyoruz. Sadece bildiğimize inanıyoruz, başkalarına kızıyoruz…







Arsız çocuklar gibiyiz. Ne görsek sahip olmak istiyoruz. Elde edemeyince de hayatta tepiniyoruz. Her şeyi istiyoruz, hiç bir şeyin hakkını veremiyoruz. Istihap haddimizi aşıyoruz. Tıka basa biriktiriyoruz, kusmuyoruz. Aynı biriktirdiğimiz insanları da kusamadığımız gibi patlayamayan volkan gibi yaşıyoruz.




Bir sağlama yapsanız, hayatınızda kimler kalır ?




Bence yapmayın. Yalnızlık korkutucu gelebilir. Bu güne kadar gelmişsiniz, devam edin. Size bir şey kazandırmaz, kaybolmalarının hiç bir şey ifade etmemesinden utanırsınız. Yakın bir sigara, derin bir nefes çekin, üflediğiniz dumanı seyredin. Yaşadığınız şehirin, kasabanın hakkını verin. Dokunduğunuz insanların hakkını verin. Aşk için yaşayın, aşkınıza yüreğinizi verin. Mutluluk içinizde, başkalarında aramayın. Bazen bir bankta bazen de en lüks restoran da. Neredeyseniz aklınız başka yer de kalmadan oranın mutluluğunu hissedin. Kimleyseniz aklınız başkasında kalmadan onun mutluluğunu hissedin. Mutlu olmak için sadece kendinize ihtiyacınız var. Bir de yanınızda sevdiğiniz varsa dünya sizin için döner…




Görüşmek üzere, kendinize mutlu bakın.



05.12.2014

4 Aralık 2014 Perşembe

Kimsenin gerçeği olmadım


















ksb


Herkesin hayaliydim, kimsenin gerçeği olmadım. Tam içlerindeydim, çok o kadar uzaklarındaydım. Her kelimelerini anlayandım, onlar için doğan her cümlem değerliydi, kendim için doğacak bir tek harfimin bile alfabe de yeri yoktu. Günler sürmedi, yıllar, yarım asır sürdü. Daha da bitmedi, sonuna ulaşılamayan anlayışlarımın daha sonu gelmedi. Gelse bile, suni teneffüs yapılıp, hadi kalk dinle, anla, çöz, rahatlat a kadar ulaşılırdı. Gün ışığında göz aldığımdan görünmeyendim. Karanlıkların hiç sönmeyen inatçı mumuydum, giderken üflenen, gelince yanmış olması beklenen. Bıkmadım. Bildiğim, yaşadığım buydu. Dinlemekten, anlamaktan, koşmaktan, yetişmekten bıkmadım. Benim için bir tik olmuştu. Nerede sorunlu bir beden, bir ruh görsem yüreğim atıyordu. Bir bankta oturmuş solgun bir nefes görsem yanına oturup içini kusmasını bekleyecek kadar yüreğim atıyordu. Hiç bir zaman da uzun uzun beklemedim. Tanımadığım bile olsa yanında oturduğum anda benim tikimi farkediyordu. Hayatının en önemlisini bana anlatıp tikime güveniyordu. Ben de şaşırmıyordum. Bunca yıl yaşamış, binlerce insana dokunmuş ve kimseyle paylaşamamış, benim farkedip yanına oturmamı beklemiş diye düşünmüyordum, dinliyordum. Anlattığı çıkmazı hakkında konuşup bir çözüm buluyordum ve sarılarak teşekkür edip gidiyordu. Arkasından seslenemiyordum, çünkü adını bilmiyordum. Benim çözümüm sayesinde bundan sonra ki hayatını değiştirdiğim insan adımı bile bilmiyordu. Belki bu satırları okursa, işte hayatımın dönüm noktası olan tikli insan buymuş der…




Şu anda aklım başka yerde kaldığı için oradan devam ediyorum. Bir sevdiğin iyi değilim diye mesaj atıyor, okuyunca heyecanlanıp hemen arıyorsun. Tanımadığım bir ses aradığınız insan cevap vermiyor diyor. Bir daha diyor, bir daha diyor, bıkmıyor bir daha diyor… Bu defa ben iyi olmuyorum. En azından konuşup sesine dokunmak varken çaresiz mesaj atıyorum ve teknoloji mesaj okundu diyor. Yine arıyorum ve tanımadığım bir ses aradığınız insana ulaşılamıyor diyor. Ve o anda merakıma, herhalde benim şu anımdan daha kötü değildir diyorum. Bıkmıyorum, yine arıyorum ve tanımadığım başka bir ses ya da bana öyle geliyor ve aradığınız insan başka biriyle konuşuyor ona gore sen kendini niye yoruyorsun diyor…Dokunmayı bir kez daha seviyorum…




Herkesin hayaliydim. Kimsenin beni gerçeği yapacak gücü yoktu. Hiç bir maddeye sahip olmama isteğimi sahiplenecek gücü yoktu ki en güzel, en popüler maddelere sahip olma gücü vardı. Hiç bir hırsımın olmamasını sahiplenecek gücü yoktu ki ulaşma isteğinin aklına bile gelmeyecegi maddelere sahip olma hırsı vardı. Yaşadığım bir baba hatırası nedeniyle para üzerine hiç bir ilişki kurmayacağım, sadece beni ben olarak sevenlerle yaşayacağım travmama sahiplenecek gücü yoktu ki paranın cazibesiyle hayatla sevişme gücü vardı. Herkesin hayaliydim, kimsenin beni gerceği yapacak isteği yoktu. Benim sorun anında asılınacak olan yürek kolumun olması herkese yetiyordu. Bu arada bütün bu satırları insanlar adına boşuna yazdığımı biliyorum. Sadece kendim için yazıyorum. Her zaman dudağımın arasından fırlamak isteyen harfleri özgür bırakmışımdır ve ancak öyle içimi boşaltmışımdır. Yani kendim için yazıyorum. Kendimi, kendimle rahatlatıyorum. Ne de olsa mastırbasyonun doktorosunu bitirmiş canlıyım. Benim gerçek olmama gerek yoktu. Kötüyken, yalnızken, bardağını birisine tokuşturmak isterken, kimseyi bulamamışken, yaşadığı acayip olayları kimseye anlatamazken, yaptıklarına bir anlam veremezken ve kendine yakıştıramadığı halde yapıp onu sıradanlaştırmak isterken, kocaman yüreğimin yanında küçücük kalan başka organımla geceleri sabaha denk getirmek isterken, kimseye anlatamam, beni yargılarlar ve hayatlarının dışına bırakırlar tadında yaşadıklarını paylaşmak isterken, bana en sevdiklerini emanet etmek isterken… benim gerçek olmama gerek yoktu. Nasılsa yanlarındaydım, nasılsa her göz yaşını sığdıracak yüreğe sahiptim, nasılsa bir harfine koşup yetişendim, nasılsa her hastalığına her zaman sıcak bir çorbam bulunurdu, nasılsa düğmeme bastıklarında bir kadın bir daha bastıklarında bir erkek oluyordum…




Herkesin hayaliydim, kimsenin beni gerçek olarak görecek birikmişleri yoktu. Nesli tükenen bir canlıydım, herkes benim gibi olmak isterdi ama olmamak için elinden bile gelmeyeni yapardı. Hayat sana güzel derlerdi, bir kaç adım ilerleyince beni yerden yere vurup güzelliğimi çirkinleştirirlerdi. Önce beni sevmeyenlerde olurdu. Ama çocukları beni çok sevdiği için bir şeyi var demek ki diyerek sevenler de olurdu. Eninde sonunda rakı ile beslenen bir beslemeydim. Bir psikolog kum saatine bastımı alacağı para aşağıda birikmeye başlardı. Benimse rakı saatim vardı, akar akar akardı. Zaten ak dı…




Sıkıldım.




Herkesin hayaliydim,         
Kimsenin beni gerçeği yapacak gücü yoktu.


Şunu da yazayım.
… yüreğim atıyordu… yüreğimi attım…




04.12.2014

1 Aralık 2014 Pazartesi

Eskici

 
















ksb


Ben de bir eskiyim. Binlerce insana dokunduğum için, dokunmakla kalmayıp onlarla eskidiğim için eskiyim. Bir insanı dokunmadan anlayamayacak, tanıyamayacak, hayatıma alamayacak kadar eskiyim. Yeni dokunuşların tadını ki dürtmekten bahsetmiyorum alamadığım için eskiyim. Küçükken misketlerimin en güzelini kafalık yapıp bir sevgilinin elini tutar gibi avucumun içinde uyuduğum için eskiyim. Bir arkadaşım kafalığımı beğenip gerçekten çok isterse birlikte uyuduğum sevgilimden vazgeçerek dostumu mutlu edecek kadar eskiyim. Damarlarımızda dolaşan kanı birbirimize karıştıracak kadar eskiyim. Saklambaçta kurt olup sevdiğimi bile bilmeyen sevdiğimi kurtaracak kadar eskiyim. Sokağa atılmış “anne beş dakka daha” harflerini toplayacak kadar eskiyim. Bütün yenilikleri en önce yakalayıp, hatta yenilikler icat edecek kadar eskiyim. Sosyal medyanın göbeğine düşüp, ne varsa adımla lakabıma açıp, doğum tarihimi ekleyip, orada da kahkahamı atıp, osuruğumun kokusunu duyurmayıp, yine de dokunmaktan vazgeçmeyecek kadar eskiyim. Bir sevgilinin elinin sıcaklığını photoshoplu yangından daha çok hissedecek kadar eskiyim. Tanımadığım insanların binlerce likesindense sevdiğimin gözyaşlarına dokunmaktan bile mutlu olacak kadar eskiyim. Dokunmadan yaşayamayacak kadar eskiyim…




Kimseye dokunmadım ama hep orgazm oldum hazzında dolaştıran kim ?





Eski olduğum için eskiciyim. Eski yazımda “Eskici olup, eskiler bile alamıyoruz. Kimse kendini kullanmayıp başkalarını kullandığı için eskimiyor ve biz eskiciler iflas ediyoruz. Şiirlerimiz boğazımıza düğümleniyor, satırlarımız sinameki olup sifona karışıyor, paragraflarımız hayata sığmıyor ve biz bir like bile alamadan iflas ediyoruz, yüreğimizi yediemin e bırakıp arafımıza giriyoruz…” yazdığım için eskiyim. Yaşayarak, dokunarak eskimişlerin kokusunu severim. Başkalarının özlü sözlerini paylaşarak öz olanların yerine kendi devrik cümlelerini sokağa atar gibi hayata bırakanları severim. Belki diğerinde bilgelik vardır ama devrik de hiç olmazsa kendi kokusu vardır diye severim. Eskiciyim. Hem de iflas etmiş bir eskiciyim. Onun için sürekli yürürüm. Eski adımlarımın üzerine bugün ki daha ağır adımlarımla basa basa aynı deniz kıyısına ulaşıp bugün ki aynı manzaranın ilk defa gördüğüm derinliğinde oturmayı severim. Yine de gidip en yeniyi sevene aşık olurum. En yeniyi sevse bile onca yaşanmışlığının kokusuna dokunduğum için aşık olur, hayat yaparım. Yani yeniyi sevmeyen bir iflas etmiş eskici değilim…




Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Eskiciyim. Dinlemeyi severim. Gözlerinin içine bakarak dinlemeyi severim. Dertlerini dinlemeyi severim, çözüm olabilirsem daha da çok severim. Çözüm olamasam bile, içinde kalıp çürüyeceğine en azından kustu diye sevinirim. Bir insanı karşında görmek önemlidir. Gözlerinin derinine bakabilmek, dokunmaktır. Yaşadıklarının gözlerinin rengine yansıyıp, senden o rengi görmeni umutla bekleyip, gördüğünü fark ettiği anda yaşadıklarının sağanağında ıslanmayı severim. Hayatta bir gram değerim varsa sağanakta ıslanmaktan korkmamamdandır. Hepsini dinlerim. Sadece son cümlesine cevap vermem, hayatına cevap veririm. İnsanları dinlemeyi severim. Aşkımda olsa sokağın küfünde oturan şarapçı da olsa dinlerim. Her bedenin bir ruhu vardır ve hiç kimse bedeni kadar değildir. Her yaşanmışlığın her bedene bıraktığı bir çizgisi vardır. Kiminin anlının ortasındadır, kiminin ruhunun kendi bile unuttuğu en derinindedir. Başkalarının en derinindeki çizgileri silebilmek için çok vurgun yedim. Kendimi kendi kucağıma alıp, suni teneffüs yapıp çok geri döndürdüm. Acıları, dertleri paylaşarak büyüdüm, kendime yürüdüm. İflas etmiş bir eskici olduğum için yürünmeyecek yüreklere kadar yürüdüm. Almadım, verdim, hep yenildim. Hep aynı yerde durdum, geldiler, gözyaşlarını içime akıttılar, yüreğime burunlarını sildiler, kendilerine geldiler, gittiler. Hiç bir zaman güneş ışığında görünmedim, acı rengi karanlıklarda çok nettim. Bunun için iflas etmiş bir eskiciyim ama yeniyi de sevmeyen bir eskici değilim. Aşık olduğum en yeniyi, en popüleri sever, ben de onun ruhunun derinindeki çizgilerinin anlamını severim, onu o yapan acı, keyifli yaşanmışlıklarının bütününü severim. Onun anlamı benim için hayattır, nefestir, bir gülüşüne kendimden vazgeçmektir…




Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Eskiciyim. Okunmayan şiirler yazan ozanım. Ama arkadaşlarım şiirlerimi ben yazdım diyerek sosyal medyanın sırlarla dolu ve aleni olan dokunmadan tanışma yerlerinde paylaşarak çok dokunmuşlardır. Kendi yazdığım şiirler kendi sevdiklerime dokunamazken, görmediğim, tanımadıklarıma, tanıdıklarımın dokunmasını sağlaması da enteresandır. Bunun için eskiciyim. Gördüğüne, dokunduğuna inanmayıp, görmediğine, dokunmadığına inanıp, ondan kendi kendine iyi insan, sair, yakışıklı, güzel, değerli yaratıp, onun için başka şehire gidecek, bir gece oturup içki içeçek, kendi gibi kendini tanımayan ve başkasını ortaya koyana dokunacak kadar yüreğinin dibini göremeyenler de daha enteresandır. Bunun için eskiciyim. Bir insanın hayat kokusunu duymadan dokunamayacak kadar eskiciyim. Şu anda, ulan oğlum adın verenay a çıkmış, sen mi kimseye dokunmadın diye söylenenler vardır. Eskiden, Efsunumdan önce, tabi ki dokundum. Ama en azından bir bar da gördüm. Kendinden bile sakladığı mimiklerini gördüm ve onlardan bir tarif çıkardım. Yanıma denk gelince de ben olan cümlelerimi paylaştım, o gece için sohbetimizden keyif aldım ve dokunup öyle verenay oldum.
Bunun için iflas etmiş bir eskiciyim. Sadece aşkıma dokununca hisseden, yaşadığımı anlayan bir eskiciyim.





Dün doğduk, yarın öleceğiz, bugün yaşayacağız…




Eskiciyim. İflas etmiş bir eskiciyim. Yürüyerek yaşarım. Bugün attığım bütün adımlar aşkıma kadar gidiyor. Yürüdüğüm bütün sokaklar aşkıma açılıyor. Vardığım bütün dalgalar aşkımın kıyısına vuruyor. Aldığım bütün nefeslerde içime aşkım doluyor. Ben artık ben değilim, senim, bizim, birim, severim. Efsuncuyum. Aşık olmuş Efsuncuyum…




01.12.2014